Arap Bahari

Güncelleme:

Güzel Türkçemizde Arap Saçı, Arap Sabunu gibi ilginç deyimler var ama ‘Arap Baharı’ henüz dilimize girmedi. ‘Arap Baharı’ global medyanın Irak’ta Saddam rejiminin sona ermesi ile başlayan iklim değişikliğine verdiği ad. Bu iklim değişikliği o kadar hızlı ve güçlü gerçekleşmekte ki, etkileri Doğu Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar hissediliyor. Bu haftaki analizimde İslam dünyasında demokratikleşme hareketinin siyasal kavramları üzerinde durmak istiyorum. Bazı kavramları doğru anlamak ve kavramak sanırım Orta Doğu’da yaşananan demokrasi hareketinin sonuçlarına ışık tutacak. ABD stratejistlerinin beklentilerinin ne kadar gerçekçi olduğu konusunda sağlıklı tahmin yapmamıza yardımcı olacak. Arap Baharı konusundaki analizimizin en önemli sonucu, gelişmelerden etkilenecek coğrafyanın bir parçası olan Anadolu’da ne tür siyasi rüzgarların eseceği konusunda bir nebze fikir sahibi olmak. “Hurriya wa adl ” “ Hürriyet ve adalet “ yukarıdaki kavramların Türkçesi. Genç Osmanlı zabitleri zayıflayan İmparatorluğu kurtarmaya çalışırken Batılılaşmayı can simidi olarak gördüler. Batı’nın Sanayi üretimi ve askeri gücün beraberinde paket olarak gelen demokratikleşme ve kurumlarının farkına varmak biraz zamanlarını aldı ve kafaları karıştırdı. Bütün bu kavram kargaşasına en büyük katkı, o güne kadar İslam geleneğinden gelen yönetim, iktidar ve hürriyet konusunda yaşandı. İkiyüz yıl sonra bu kargaşa halen devam etmekte. Batılılaşmanın üzerinde durduğu iki kavram, eşitlik ve hürriyet konusunda Orta Doğu bir hayli bocaladı. Fransız Devriminin getirdiği, ‘egalite et liberte = eşitlik ve hürriyet’ kavramları İslam geleneğinde biraz farklı algılanmakta idi. Eşitlik konusunda İslamiyet’in başlangıç noktası bütün kulların Tanrı nezdinde eşit olduğu prensibinden hareket ettiği için, bu konuda fazla bir anlaşmazlık yoktu. Asilzade ve yerleşik aristokrasi konusunda Avrupa çok daha kemikleşmiş olduğu için aslında Orta Doğu belki de daha eşit bir toplum görünümünde idi. Sorun hürriyet konusunda yaşanmakta idi. Hürriyet İslam’da ve Orta Doğu’da siyasi bir kavram değildi. Hürriyet İslam’da hukuki bir kavramdı, köle olup olmamakla ilgili bir konumu tarif etmekte idi. Köleliğin yaygın olmadığı İslamiyet’te liberte = hürriyet siyaseten fazla bir ağırlık taşımamakta idi. Azat edilmiş olmak hür olmya eşitti. Sonunda Orta Doğu’lu düşünürler durumu fark ettiler. Aslında Avrupalılar, hürriyetten söz ettikleri zaman, Müslümanların adalet kavramından söz etmekte idiler. Geleneksel İslami prensiplere göre ‘doğru’ iktidar ‘adil’ olan iktidardı. Adil olmak ise kanuna uyan adalet olarak görülmekte idi. ‘Doğru’ iktidar olmanın şartı ise iktidara adil olarak gelmek ve adil bir yönetim sergilemekti. Hz. Muhammed’in Dialektik Adaleti : Hz. Muhammed’in yaşamı boyunca gerek vahiy gerekse sünnet yolu ile ortaya çıkan siyasi yönetim ikiye ayrılmaktadır. Birinci bölümde, Hz Muhammed mevcut rejime karşıdır. Putperest Mekke oligarşisine karşı mücadele verir ve Tanrı’nın mesajını ulaştırmaya çalışır. Mekki ayetler ve hadisler Hz. Muhammed’in mevcut rejime karşı verdiği mücadelenin belgesidir. Mekke’den Medine’ye hicret, Hz. Muhammed’in liderliğine büyük bir transformasyon getirir. Hz. Muhammed devlet başkanıdır ve devlet başkanlarının fonksiyonlarını yerine getirir; Yönetir, kanun çıkarır, savaş ve barış yapar. Kısacası mevcut rejimin çizdiği çerçeve içinde adil yönetim sağlar. İşte Orta Doğu’nun siyasi geleneği ve yönetim tarzı Hz. Muhammed’ten günümüze Mekke ve Medine dönemlerinin iki değişik tarihsel evresinden kaynaklanmaktadır. Doğası dialektiktir. Yönetim Mübayaası İslam geleneğinde yönetimin iki önemli prensibinden birincisi konsültasyon, yani danışmadır. Yönetici topluma danışmak zorundadır. Adil olmanın baş ilkesi danışmadır. Lider, toplumun farklı kesimleri olan, askeri, bürokrasi ve tüccar kesimi ile danışarak ve görüşerek yönetmek durumundadır. Adil olmak danışmak zemini üzerine oturdukça meşrudur. İkinci önemli prensip ise yönetilenlerin ‘oluru’ üzerine kurulmuştur. Yönetilenlerin ‘oluru’ Arapça gibi güçlü bir lisanda çok ilginç bir kökene dayanır; “Bay’a”. Türkçemize geçen Arapça kökenli sözler arasında mübaayaa, ‘alış-veriş’ anlamına gelir. “Bay’a” nın İngilizce’de ‘deal’ olarak düşünebileceğimiz çevirisi ise beraberinde kontrat kavramını gerektirmektedir. Alış-veriş yapanlar arasında sözlü, yazılı ve/veya zimni bir kontrat, bir anlaşma söz konusudur. Yöneten ve yönetilenler aralarında bir ‘deal’ yaparlar. Yönetilenlerle danışma ve anlaşma halinde olan lider adil ve meşrudur Ey Vatandaş !!!! Orta Doğu’da siyasetin odak noktası Batı’dan farklıdır. Eski Yunan’dan Batıya akıp gelen ‘polis = city = kent’ ve ‘polites = citizen = kentli’ kavramı İslamda yoktur. Günümüz modern Arapçasında ‘citizen’ kelimesi yoktur. Günümüz Türkçesinde ‘citizen’ kelimesi olmadığı gibi, Türkçe’de söz konusu kelime, Arapça kökenli ‘vatandaş’dır. Arapça’da ‘citizen’ vatan kelimesinden üretme ‘muvatin’ dir. Sonuç olarak ‘egalite et liberte’ kavramlarının desteklediği ‘citizen’ olgusu, Orta Doğu’da bireylere değişik etki yapar. Belki de, Türk entellektüllerinin en sevdiği ‘geyik’in ‘Ne olacak bu memleketin hali’ muhabbetinin kökeninde ‘citizen’ değil ‘vatandaş’ olmak gerçeği yatmaktadır. Siyasi Boşluk Jön Türklerin Osmanlı’da ve diğer Orta Doğu ülkelerindeki aydınların yönetenlere karşı yaklaşımının kökünde, yukarıda kısa bir özetini yapmaya çalıştığım İslamın siyasi geleneği yatmaktadır. Avrupa’nın aksine, aristokrasinin ve geniş mülk sahibi yerleşik zengin sınıfın eksikliği, Orta Doğu’da yönetimi ele geçiren ‘batıcı’ genç kadrolar arasında siyasi boşluk yaratmıştır. Yönetimi ele geçirenlerin köklerini dayandıracak yerleşik aristokrasi ve mülk, devletin kendisi olmuştur. Adalet, devlet ve mülk kavramları birbirine karışmıştır. Neyin neyin temeli olduğu flu kalmıştır. Orta Doğu’da ve Türkiye’de, bir anlamda, İslami yönetim geleğinden yetişen bürokrasilerde, devlet, soyut mülk olarak, ‘fetişizm’ sınırına dayanan bir psikoloji yaratmıştır. Geçmişte Padişah’ın danışarak yönettiği kitlelerin, sonradan ‘devlet en iyisini bilir’ tavrına reaksiyon olarak yarattıkları deyim; ‘ Önce Mülkiye Sonra Türkiye’ bir raslantı değildir. Lütfen dikkat ediniz deeeeğerli okur !!! 19. yüzyıl milliyetçiliğinin tozlu raflarından indirilen kavramlar,, bugün şayet tekrar taraftar buluyorsa, 19.yüzyılda iktidarı ele geçiren ‘batıcı’ kadroların devlet fetişizmini, ‘citizen ve ‘vatandaş’ kavramlarını nasil birbirine karıştırdıklarını anlamakta yarar var. Arap Baharı, Türk Hazanı ? Orta Doğu’da bahar rüzgarları esmekte. ABD bölgeye demokrasi ve hürriyet getirme çabasında. Geleneksel İslam ve modern demokrasi arasında ‘halat çekme’ yarışı başladı. Irak, Suriye, İran ve Mısır’da yaşanacak gelişmelerin, Anadolu yarımadasını etkilemesi kaçınılmaz. Türkiye’yi yöneten elitlerin ‘teyakkuz’ halinde olmasını dilerim. Genelde ütopik AB üyeliği, ‘light’ televole kültürü ve medyatik futbola konsantre elitlerin, Orta Doğu’da yaşananları, şövenist duygulardan arınmış olarak analiz etmelerini umarım. Arap dünyasında yaşanacak gelişmeler Türkiye’nin üzerine gölge düşürmesin. ‘Tek demokratik müslüman ülke’ özelliği, geçmişte böbürlendiğimiz, ‘dünyada kendi kendini besleyebilen 7 ülkeden birisi’ masalına dönmesin. Türkiye, Orta Doğu’da başlayan değişim sürecine bin yıllık İslam geleneğini ve yüz yıllık demokratikleşme deneyimini katarak, aktif katılımcı olsun. Sizleri temin ederim, ayakları yere basan bir Orta Doğu politikasının getirisi, ‘açık uçlu’ sonu belirsiz AB üyeliğinin getirisinden hem daha fazla hem de çok daha onurlu olur.


Diğer Yazıları
Ne Seçimdi Ama…
Paris Olimpiyatları ve Tarihi Anılar