Amerika’nın Ukrayna krizinde 7 büyük yanlışı

Güncelleme:

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: Amerika’nın Ukrayna krizinde 7 büyük yanlışı

Ukrayna 1991’de bağımsızlığını ilan edince, tarihindeki en geniş sınırlara kavuştu.

Bağımsızlık sonrası yapılan seçimlerin defalarca gösterdiği gibi, bir tarafta Ukrayna milliyetçileri-Batı yanlıları ile diğer tarafta etnik Ruslar-Rusya yanlıları nüfus içinde birbirine yakın iki büyük parçayı oluşturuyordu.

Ukrayna’nın izlemesi gereken akılcı süreç belliydi: Avrupa’yla entegrasyona yönelirken Rusya’yla ilişkileri sıcak tutmalı ve düşmanca tavırlardan kaçınmalıydı. Kırım dahil 1991 sınırlarını koruyarak Avrupa Birliği’ne üye olmalıydı. Rusya’yı kışkırtmanın ülkeyi dağıtacağı çok açıktı.

Öylelikle Ukrayna aynı zamanda, Rusların Avrupa’yla bütünleşmesinin yolunu açacak tarihsel bir rol oynamış olacaktı. Rusya ve Avrupa’yı birleştiren köprü olmalıydı, bu iki gücün kanlı hesaplaşmasına savaş alanı değil!

Bunları şimdi araba devrildikten sonra değil, bağımsızlığını kazanmasından bu yana defalarca dile getirdim.

Avrasya jeopolitiğini alt üst eden ve nasıl son bulacağı henüz belirsiz Ukrayna savaşının tek sorumlusu, uluslararası hukukla bağdaşmayan işgali başlatan Rusya değil. ABD de belirleyici roller oynadı ve ağır sorumluluğu var.

O süreçte Amerika’nın 7 büyük yanlışını aşağıda sunuyoruz. Konunun uzmanı bazı Amerikalıların görüşlerine de yer yer kısaca işaret ettik.

1- Ukrayna’ya NATO üyeliği kararı (2008)

Bükreş’te yapılan 2008 zirvesinde Ukrayna’nın NATO başvurusu kabul edildi. Rusya’yı tahrik edeceği gerekçesiyle Almanya ve Fransa itiraz etti, ama fayda etmedi.

Amerika’nın bastırmasıyla üyelik kararı alındı, ama tarih verilmeden ucu açık bir süreç belirlendi.

Bu olabilecek en kötü çözümdü. Rusya’ya askeri tehdit oluşturan seçenek benimsendi, ama Ukrayna’ya NATO’nun koruma garantisi verilmedi.

Koruma garantisi olmadan NATO üyeliği ne anlam taşır ki? NATO’nun Ukrayna için Rusya ile savaşmak istemediği daha baştan belliydi.

O günlerde ABD’nin Moskova Büyükelçisi olan William Burns (şimdi CIA Başkanı), bu kararın savaşı tetikleyebileceğini, Rusya’nın müdahale edebileceğini ve Ukrayna’nın bölünebileceğini Washington’a bildirdi.

ABD’nin yetiştirdiği belki en büyük Rusya uzmanı ve Soğuk Savaş’ta zafere giden “Sovyetler Birliği’ni çevreleme” stratejisinin mimarı George Kennan yapılanın korkunç bir hata olduğunu söyledi.

Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Prof John Mearsheimer, Prof Stephen Walt dahil ayrıntılara vakıf pek çok önde gelen isim, Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıktı.

Daha önemlisi, o dönemde Ukrayna’da yapılan bütün kamuoyu yoklamaları halkın ezici çoğunluğunun, üstelik tam da Rusya’ya karşı düşmanca bir davranış oluşturacağı gerekçesiyle, NATO üyeliğine karşı çıktığını gösteriyordu.

2- Seçilmiş iktidarı deviren 2014 darbesine açık destek

Ukrayna’da bağımsızlıktan sonra yapılan seçimlerde, bazen tarafsız bazen Batı veya Rusya yanlısı Cumhurbaşkanları seçildi. 2010 seçimlerinde Rusya yanlısı Victor Yanukoviç göreve geldi.

Rusya ile ilişkileri sıcak tutmaya çalışan Yanukoviç 2014’de bir darbeyle devrildi. ABD gizleme ihtiyacı dahi duymadan, darbeyi açıkça destekledi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland tam o günlerde Kiev’e geldi, sokaklarda açıkça darbecilere destek için koşturduğu görüldü. Devrilen Yanukoviç’ten sonra kurulacak yeni hükümette hangi Amerikan dostu politikacıların yer alacağını isim isim anlattığı telefon konuşması kayıtlarda bulunuyor.

Prof Mearsheimer, Kiev’deki iktidar değişikliğini “Ders kitaplarında anlatılan türden tipik bir hükümet darbesi” diye niteler.

Bunlara rağmen ABD’nin Ukrayna’da demokrasiyi desteklediği söylemi inandırıcı olabilir mi?

Darbe üzerine Moskova, en yoğun etnik Rus veya Rusya yanlısı nüfusun yaşadığı iki bölgeye, Kırım ve Donbas’a, kolayca gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla el koydu.

Böylece Ukrayna’nın geri kalan kısmında nüfus dengesi açık ara Ukrayna milliyetçileri-Batı yanlıları lehine değişti.

3- Barış görüşmeleri (2014-2022) görüntüsü altında savaşa hazırlık

Soruna çözüm bulmak için, Almanya ve Fransa liderliğinde Ukrayna-Rusya barış görüşmeleri başladı (Minsk müzakereleri).

Bölgelere özerklik verilmesi gibi değişik çözümler olabilir görünüyordu, ama savaşın başladığı 2022’ye kadar anlaşma sağlanamadı. Almanya ve Fransa pek istekli davranmadı. Halbuki Minsk müzakereleri barış anlaşmasıyla sonuçlansa, savaşa giden yol kapatılmış olabilirdi.

Şubat 2022’de savaş başladıktan sonra, müzakerelerin yapıldığı dönemde Almanya Başbakanı olan Angela Merkel bazı Alman dergilerine şaşırtıcı açıklamalar yaptı: Minsk müzakerelerinde Batı’nın esas amacı barış anlaşması değil, Ukrayna’nın silahlanması için zaman kazanmaktı!

Amerika liderliğindeki Batı’nın gerçek niyetinin ortaya çıkması aynı zamanda derinden güven sarsıcıydı. Sekiz yıllık dönemde Ukrayna nasıl silahlandırıldı, daha sonra ayrıntıları bizzat NATO Genel Sekreteri açıkladı.

O arada İngiltere, elbet Amerika’nın onayı ve desteği altında, Odessa yakınında ve Azak Denizi’nde iki askeri üs inşasına başladı. Karadeniz sahilinde NATO’nun deniz üsleri kurmasına Rusya’nın tepkisiz kalacağını acaba nasıl hayal edebildiler?!

4- Rusya’yla barış için müzakere etmek dahi ret edildi (2021-2022)

2021’in son aylarında Rusya bir taraftan Ukrayna sınırına askeri güç yığarken, diğer taraftan ABD ve NATO’ya güvenlik konularında ayrı ayrı bir dizi talepler iletti.

Ukrayna’ya ilişkin temel talep, bu ülkenin resmen veya fiilen NATO üyesi yapılmamasıydı. Ama Amerika o talepleri konuşmaya dahi yanaşmadı.

Halbuki Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva’nın sözcükleriyle, barış isteyenlerin “günlerce, haftalarca, gerekirse aylarca masaya oturup müzakere etmesi” gerekirdi.

5- Mart 2022 barış anlaşması sabote edildi

Şubat 2022’de Rusya kapsamlı işgal harekatını başlattı. Türkiye’nin aracılığında yürütülen barış görüşmeleri hemen Mart ayında sonuç verdi.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski bizzat yaptığı açıklamada Ukrayna’nın NATO üyesi olmamayı kabul ettiğini, diğer sorunlarda mutabık kaldıklarını bildirdi. Ukrayna ve Rusya liderlerinin görüşebileceği ve barış anlaşmasının imzalanacağı açıklandı.

Ancak Amerika araya girdi, barış anlaşmasını desteklemeyeceğini açıkladı ve Ukrayna’yı savaşa devama ikna etti.

O arada zamanın İngiltere Başbakanı Johnson’un, elbet Washington’un ittirmesiyle, acele Kiev’e koşturup “Savaşa bir şans verin” (!) çabasında bulunduğu Ukrayna medyasında yer aldı.   

6- Putin’i şeytanlaştırma

Rusya’da otoriter bir rejim var. Putin sert otoriter bir lider. İsteyenler daha hafif veya daha sert sıfatlar kullanabilir.

Ama otoriter devletlerin de güvenlik kaygıları oluyor.

Mesela Çin, Meksika’ya ağır silahlar yığsa ve Kaliforniya Körfezi’ne askeri deniz üssü kursa ABD nasıl tepki verirse, Rusya da şimdi takriben öyle yapıyor.

Başta Başkan Joe Biden, ABD’nin agresif dış politikasını savunan çevreler savaştan kişisel olarak Putin’i, hatta onun psikolojisini sorumlu tutuyor, Sovyet İmparatorluğu’nu yeniden kurmak istediği ileri sürüyor, sürekli Putin’i şeytanlaştırıyorlar.

Putin elbet eleştirilebilir ve eleştirilmeli. Ama Washington’un amacı sakat Rusya politikalarını perdelemek, iç kamuoyunu provoke etmek, bütün sorumluluğu kolay yoldan başkasına yıkmak.

Kolaycıların en sık kullandığı tekerleme, Putin’in “20. yüzyılın en büyük jeopolitik trajedisi Sovyetler Birliği’nin çökmesidir” sözleri. Ama Putin’in o konuda gerçek pozisyonu şöyle: “Sovyetler’in çökmesine üzülmeyen kalpsizdir, onu yeniden diriltmek isteyen beyinsizdir”.

Bugün Rus kamuoyu ve seçkinleri arasında Ukrayna savaşına geniş destek var. Putin onlar arasında ılımlı çizgiyi temsil ediyor. Etrafındaki etkili kesimlerin çoğu daha katı davranılmasını, genel seferberliğin ilk günden itibaren başlatılması gerektiğini, askeri yönteme başvurmakta geç kalındığını, daha öldürücü silahların kullanılmasını ileri sürerek Putin’i eleştiriyor.

Özetle, Kremlin’de iktidarda kim olsa, Ukrayna karşısında muhtemelen en azından Putin gibi hareket edecekti.

Putin’i şeytanlaştıranlar önce CIA Başkanı William Burns’ü dinleseydi isabetli olurdu:

“Ukrayna’nın NATO’ya girmesi sadece Putin değil, tüm Rus elitleri için kırmızı çizgilerin en keskin renklisi. Kremlin dehlizlerindeki en karanlık tiplerden Putin’in en sivri liberal karşıtlarına kadar 2,5 yılı aşkın süredir başlıca Rus aktörlerle yaptığım konuşmalarda, Ukrayna’nın NATO üyeliğini Rusya’nın çıkarlarına dönük doğrudan tehdit görenler dışında kimseye rastlamadım”.

7- Rusya’yı Çin’in yanına ittirdi

Uluslararası ilişkiler dersleri verilen okullarda ilk anlatılan ilkelerden biri, eğer büyük bir rakibiniz varsa, üçüncü durumdaki oyuncuyu kendi tarafınıza çekmeye çalışmak, en azından rakibin yanına ittirmemektir.

Biden yönetimi tam tersini yaptı, Rusya’yı Çin’in yanına ittirdi.

ABD Genelkurmay Başkanı General Mark Milley, kısa süre önce Foreign Affairs dergisine verdiği mülakatta bakın ısrarla neyi vurguluyor:

“Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, şimdi dünyada üç büyük güç var: Amerika, Çin ve Rusya. Üçü de nüfus, ekonomi ve elbet orduları nedeniyle doğal güç potansiyeline sahip. Üçü de önemli ölçüde nükleer silaha sahip. Ancak hangi ölçüyle bakarsanız bakın, Amerika en güçlüsü.

Bunu söyledikten sonra, Rusya ve Çin’in de oldukça güçlü olduğunu belirtelim. Öyleyse Rusya ve Çin’in stratejik askeri ittifak oluşturması Amerika’nın çıkarına değil ve bunun olmamasını garantilemek için ne yapabilirsek onu yapmalıyız…

Yani Çin ve Rusya’yı askeri anlamda birbirine yakınlaştırmamak için bilinçli ve dikkatli olmalıyız… Yani Çin ve Rusya’nın Amerika’ya karşı bir çeşit jeostratejik, siyasi, askeri ittifak oluşturmamasını için güvence altına almalıyız…”

Acaba komutan kime mesaj gönderiyor?

Evet, Amerika içerde demokrasi ve hukuk devletinin dünyada iyi işlediği ülkelerden biri. Ama dışarda barış, demokrasi ve insan haklarını güçlendirme değil; dünya liderliğini korumak ve tek kutuplu dünyayı sürdürmek için hareket ediyor.

Ya ölen on binlerce sivil/asker Ukraynalı veya Rus?

Birinci Irak savaşı sonrasında ABD’nin uyguladığı vahşi yaptırımlar nedeniyle en az 500 bin Iraklı çocuk öldü. Bir gazetecinin sorusuna, Dışişleri Bakanı -hem de ‘liberal’ Demokrat Parti’den- Madeleine Albright’ın cevabı hatırlardadır: “Zor bir karar. Ama bizim düşüncemize göre, ödenen bedele değer.”

Geçen sene vefat ettiğinde başta Başkan Joe Biden, önde gelen politikacılar anma söylevlerinde Albright’ın “özgürlük, demokrasi ve insan haklarının tutkulu gücü” olduğunu vurgulamıştı.

Şimdi birileri Biden’a ölen on binlerce masum Ukraynalı veya Rus’u hatırlatsa, onun da “ama değdi” diyeceği muhakkak.

( KAYNAK )