Amerika'da yeniden canlanan Dersaadet ruhu
Türkiye’den Amerika’ya ilk defa 1978 senesinde geldim. Malumunuz! O dönemde, 12 Eylül kabusuna doğru hızla ilerleyen bir ülkeydi Türkiye.
Ankara’da konuşlanmış Batı’dan kopya kurumlarıyla Türkiye o dönemde de NATO üyesi, ama özünde geri kalmış bir ülke…
Türkiye’nin içine kapanık olduğu o dönemde, en basit örnekle, kendi paramız kendi ülkemizde geçerliydi.
Müslüman bir ülke olan Türkiye’de adeta her şey devlet kontrolündeydi ve sanki ‘gizli’ komünizmin yaşandığı bir toplumdan ibaretti Türkiye!
ABD’ye böyle bir ülkeden gelen bendenizin durumumu da az çok tasavvur edersiniz elbet.
Başkent Washington’dayım ve etrafta neredeyse hiç Türk yok. Tek tük göreceğiniz Türkler de doktorlar, uluslararası kuruluşlarda çalışanlar ve Amerikalılarla evli olanlar.
Ne bir Türk restoranı ne de bir Türk bakkalı var. Aileden ziyarete gelenlere zeytin, peynir, ayva gibi yiyecek sipariş ediyoruz. Düşünün! Zeytinyağı bile eczanede satılıyor.
Türkiye’ye telefon etmek için sıra yazdırıyoruz. Cep telefonu veya internet henüz tasarım aşamasında bile değil.
İşte tam da böyle bir ortamda, Türkiye’nin sivil toplum kuruluşu olarak, bazı idealist Türkler de ATA-DC’yi kuruyor. (ATA = American Turkish Association of Washington DC.)
Fakat ortada henüz toplantı yapacak bir bina dahi olmadığı gibi toplantılar da orada burada yapılıyordu.
Birkaç sene sonra ben de yönetime girdim, gönüllü olarak faaliyetlere katılıyoruz. Yönetimdeki insanların çoğu yaşça benden büyük! Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in evlatları.
Toplantılarda benim sıkça dile getirdiğim gözlemim şöyle: ABD’de yaşayan etnik grupların sosyal faaliyetleri, kendi dinlerinin mabedi etrafında dönüyor. Rumlar Ayasofya’ya gidiyor, Ermeniler kiliselerine gidiyor, Koreliler kiliselerine gidiyor, Museviler sinagoglarına gidiyor, biz Türklerin ise maalesef gideceği bir yer yok.
Benim önerim, kurucu babaların ihdas etmeye çalıştıkları 19’uncu yüzyıl laiklik kavramı ABD’de çalışmaz durumda. Sesimizi duyurmak için Amerika’yı yeniden keşfetmeye de gerek yok! O zaman diğer gruplar ne yapıyorsa bizim de onu yapmamız gerekir.
Biz, Roma’daki ilk Hristiyanlar gibi evlerin bodrum katında toplanıyoruz. Benim arzum, bir Türk evi açılması, hatta modern bir külliye kurulması yönünde!
Evet, gelinen noktada o köprülerin altından çok sular geçti.
ATA DC şimdi çok etkin ve çok faal. O kadar ki, Beyaz Saray’ın önünden geçen ana caddeyi bir kilometre kapsayan Türk Festivali, Washington’un en başarılı ve en büyük sokak festivali konumunda!
ABD’de Türklerin geçmişteki halini yukarıda detaylı bir şekilde anlatmamın bir nedeni var.
Bayramın birinci günü, gerçekten gözlerimi dolduracak manzaralar yaşadım.
T.C. Devleti, büyük masraf yaparak Washington banliyösünde bir Diyanet Center kurdu.
Buranın görüntüsü, tam olarak bir Osmanlı külliyesini andırıyor.
Ortada iki minareli klasik bir cami var, daha küçük ama Fatih Camisini anımsatıyor. Yan tarafta kültür merkezi ve tiyatro salonu var. Kapalı spor salonu var, hamamı var, kafeteryası var, özel şadırvanlı yemek salonu var. Çay ocağında Süper Lig maçlarını seyredebilirsiniz.
Bakkaldan Türk gıda malzemelerini de alabiliyorsunuz.
Külliyeye sınır teşkil eden sokağa da bir düzine Safranbolu tipi ev inşa edildi ve bu sayede bir Türk sokağı oluşturuldu.
Bahçesinde çeşmesi, havuzları ve çocuk parkları var. Cuma günleri, özellikle kadın esnaflar, ürünlerini bahçede sergileyip satıyorlar.
Türkiye’den gelen yüzlerce usta buranın inşaatında çalıştı ve Türkiye’ye yakışır bir eser yarattı.
Ramazan ayında, siyahi mahalleye yakın Diyanet Center’de, tamamen özel katkılarla her gün 1400 kişiye bedava iftar yemeği verildi.
Yukarıda anlattıklarımın hepsi önemli ama esas Bayram namazında gördüklerim beni duygulandırdı.
Yoğun talep üzerine iki Bayram namazı düzenlendi. Sabah saat 7. 15 ve 9. 30’da. Ben ikincisine gittim. Yolları çakarlı polis arabaları tutmuş, park yeri yok, yayalar da sokaklarda...
Belli ki sosyal bir olay var.
Yaklaşık 5 bin kişi gelmiş cemaat bahçeye kadar taştı. Fakat en güzel manzara Afrika’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Malezya’dan, Hindistan’dan ve Orta Asya’dan çoluk çocuk gelen, rengarenk kıyafetleriyle adeta bir renk cümbüşü oluşturan topluluktu.
Hani Bayram yeri denir ya, al sana Bayram yeri. Film seti yapsan bu kadar yaparsın.
İnanılmaz bir görüntüydü, bir an için zaman makinasına binip geçmişe gittim. Şehr-i Der-saadet’in Sultanahmet At Meydanı’nda bir Bayram sabahını yaşıyor gibiydim sanki.
Gelenlerin yüzde 15’i Türk kökenliydi ve başı açık olanlar da vardı türbanlı olanlar da vardı.
Burada toplanan kalabalık, bayramlaşma sonrasında, gayet uygar bir şekilde dağıldı.
Akşam saat dörtte ise sosyal hayat tekrar canlandı. Diyanet Center mangalları yaktı; köfte, tavuk ve mısır ikramı yapıldı ve çay dağıtıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi’nin üzerinde bir kot pantolon, penye tişört, başında da bir kep şapka. Masaları tek tek dolaşan Büyükelçi, vatandaşlarla tokalaşıp bayramlaştı.
Kendisini tebrik ettim, ilk başta “bu kadar masrafa ne gerek vardı” eleştirileri olmuştu ama bugün Türkiye’nin yedi düvele örnek olduğunu görüyoruz. Soft Power = Sakin Güç olduğunu gösterdi, dedim.
Gördüğüm ve yaşadığım manzarayla ilgili benim yorumum: Bazı şeyler parayla satın alınmıyor. Bu tür bir reklamın fiyatı da paha biçilmez oluyor. Kurgulasan bundan iyi PR yapamazsınız!
Daha da önemlisi, laik kıyafetli ve dindar kıyafetli insanlar, bahçede yemeklerini bir arada yediler ve bu sayede yetişkini de çoluk çocuğu da kaynaştı.
Fazla romantik hayallere kapılmak istemiyorum. Fakat ne de olsa mekânın ruhu mekâna ziyarete gelenlerin üstüne yansıyor.
Umarım bu tür sosyal etkinlikler İslamiyet’in geri kalmışlığa yol açtığına inanan kesimle, inançsızlığın dejenerasyona yol açtığı kesim arasında diyalog köprüsü oluşturur.
Toplumsal değerler ve normlar yeniden harmanlanır.
250 senedir gerilimi yaşanan uygarlaşma çabalarına ivme kazandırır.
Allah Kerim belki de yeni bir sosyal kontratın tohumları atılır.