Amerika'nın ikircikli Suriye politikası

Güncelleme:

Kısa süre önce yapılan Viyana toplantısından, Suriye'de iç savaşın bitirilmesine dönük uzlaşma çıktı. Bu büyük ama sevindirici bir sürpriz.

     Mutabakat, makul bir başlangıç çerçevesinden oluşuyor. Altı ay içinde ateşkes sağlanacak ve bir geçiş yönetimi kurulacak. 18 ay içinde yeni anayasa ve seçimler yapılacak. Buna karşılık IŞİD, El Nusra ve "diğer terör örgütleri" ateşkesin dışında tutulacak.

     Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu'nun iç kamuoyuna verdiği mesajın aksine, Beşar Esed'in geleceği hakkında bir mutabakat henüz yok. Viyana'dan mümkün olan en olumlu sonuç çıktı diyebiliriz.

     Öyleyse Suriye'de iç savaşın sonu göründü mü? Ne yazık ki çok iyimser olmak için henüz erken. Çünkü hâlâ aşılması gereken pek çok engel var.

            Viyana mutabakatının işlerlik kazanabilmesi, öncelikle kapsamlı bir uluslararası işbirliğini gerektiriyor. Amerika, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye dahil pek çok ülke bu geniş işbirliğinin içinde yer almalı.

     Geçiş yönetiminde muhalefeti kimin temsil edeceği ve Esed'in akıbeti gibi sorunlar var. Terörist örgütlere karşı mücadele devam edecek. Zaten bu örgütler de ateşkese istemiyor ve sonuna kadar savaşmaya kararlı.

     IŞİD ve Nusra dışında kimlerin terör örgütü kabul edileceği bir başka çetin sorun.

     Ama belki en kritik husus, Vehhabi ideolojiye bağlı Cihatçı Selefi örgütlere  karşı yürütülecek mücadelenin, sağlam bir strateji üzerine kurulması.

    

     Gerçek bir Amerika- Rusya işbirliği şart

      Mutabakatın başarıyla yaşama geçirebilmesi, Amerika ve Rusya arasında muhakkak etkili bir işbirliğini gerektiriyor. Son dönemdeki yakınlaşmaya rağmen, bu iki ülke arasında hâlâ mükemmel bir uyumdan söz edebilmek zor.

     Obama yönetimi Suriye krizinin başından beri ikircikli bir tutum izliyor. Kendisi için düşük maliyetli, ama sonuçları vahim bir güç dengesi siyaseti yürütüyor.

     Başkan Obama, Esed'in gitmesi gerektiğini söyledi ama bunun gereğini yapmadı. Bölgedeki müttefikleriyle beraber muhalefete silah ve lojistik desteği sağlandı, ama Amerika'nın sıkı denetimi altında sadece hafif silahlar verildi. Belli ki Amerika iki tarafın da kazanmasını istemiyor.

     ABD Savunma Bakanlığı'nın en yüksek rütbeli istihbarat görevlisi Korgeneral Michael Flynn'ın yaz aylarında yaptığı açıklamalar, pek çok çevrede şok etkisi yarattı. Flynn'e göre, daha 2012'de, Suriye'nin doğusunda bir Cihatçı Selefi emirliğin kurulabileceğine işaret eden güçlü istihbarat raporları vardı.

     Ama Washington yönetimi, "bilerek ve isteyerek" bu raporları göz ardı etti. Çünkü böyle bir emirliğin kurulması, Esed devleti üzerinde bir baskı yaratacaktı ve bu yönetimin siyasetine uygun düşüyordu.

     IŞİD'in ortaya çıkaran ve güçlendiren karmaşık nedenlerden biri, hiç şüphesiz Washington'un Suriye'de izlediği bu güç dengesi oyunu oldu.

     Şok edici gibi görünse de, Amerika'nın Vehhabi savaşçıları kendi stratejik hedefleri için kullanması, ilk kez görülen bir durum değil. Mesela, daha önce 1980'lerde Afganistan'da Sovyetler Bİrliği'ne karşı onları kullanmış, El Kaide o şekilde doğmuştu.

     2000'li yıllarda Lübnan'da, İsrail'in büyük düşmanı Hizbullah'a karşı, yine Suudilerle işbirliği içinde, aynı Vehhabi unsurları kullandılar. Bu kez başarılı olamadılar ama, şimdi o cihatçılar, ellerinde CIA'den aldıkları silahlar, Suriye'de IŞİD ve Nusra için çarpışıyor.

      Belli ki Cihatçı Selefilerin barbarlığı ve vahşeti, Batılı ülkeler açısından, kafa kesmelerinden ve sivillere dönük acımasız katliamlarından çok, bu eylemlerin hedefinin kim olduğuyla ilgili bir konu.

     Rusya Eylül'de Suriye'ye  yoğun askeri yığınak ve doğrudan müdahale başlattı. Rusya lideri Putin ve Dışişleri Bakanı Lavrov'un açıkça ifade ettiği gibi, müdahalenin iki hedefi var: Esed rejiminin güçlü bir şekilde ayakta kalmasını sağlamak ve IŞİD dahil Cihatçı Selefilerin hepsini kesin bir yenilgiye uğratmak.

     O açıdan bazen dile getirilen, IŞİD'i vuracağız dediler, başka grupları da vuruyorlar eleştirileri, Rusya'nın kendi deklare ettiği hedefler açısından geçerli değil.

     Bugün Rusya'nın iki büyük iç stratejik sorunu var. Birincisi, Slav nüfusunun azalması. İkincisi ise, toplam nüfusun bugün yaklaşık %17'sini oluşturan ve hızla artan Müslümanların radikalleşmesi.

     Afgan savaşında doğan El Kaide'nin Sovyet coğrafyasında yayılması gibi, bu kez Suriye iç savaşından kaynaklanan ikinci bir Cihatçı Selefiyye dalgasını, Rusya kesinlikle yaşamak istemiyor.

     Rusya'nın Suriye'de ve bölgede çıkarları olduğu elbette doğru; ama son askeri müdahalenin ve genel olarak Rusya'nın Suriye siyasetinin sert çekirdeğini, işte bu endişe oluşturuyor. Suriye iç savaşı şimdi, Cihatçı Selefiyyenin küresel geleceğini şekillendirecek merkezi çatışma alanı niteliği kazanmış durumda.

         Amerika, bir taraftan Rusya ile işbirliği yapıyormuş gibi görünürken, diğer taraftan Suriye'de yürüttüğü güçler dengesi oyununu bu kez Rusya'yı engelleyecek şekilde revize etti.

     Amerika'nın bölgedeki müttefikleri şimdi Suriye'ye, daha önce veremedikleri etkili iki silah sistemini, anti tank füzeleri (TOW) ve tek asker tarafından omuzda taşınabilen uçak savar füzelerini (MANPADS) yağdırmaya başladı. Amaç, Rusya'nın Suriye'de batağa saplanmasını sağlamak.

     Amerika ve Rusya'nın Suriye'de uyumlu bir işbirliği içinde olmadığı, son olarak Antalya'da yapılan G-20 zirvesinde de görüldü. Paris katliamını hemen izleyen günlerde Obama ve Putin, sadece 20 dakika görüşebildi.

 

     Türkiye ne istiyor?

     AKP'nin Suriye siyaseti elbette farklı bakış açıları çerçevesinde ele alınabilir. Üst düzey sözcülerin bütün meydan okuyan söylemine rağmen, AKP siyaseti Amerika'nın izlediği denge politikasının sınırları dışına çıkamadı. Neticede, Amerika'nın Suriye'de en rahat bir şekilde kullandığı araçlarından biri AKP siyaseti oldu.

     AKP'nin bir başka kaba çelişkisi, Suriye'ye doğrudan müdahale için ısrarlı bir şekilde Amerika'yı ikna etmeye çalışması oldu. AKP sözcüleri bir taraftan Batı'nın bölgeye müdahalesini sert sözlerle eleştiriyor, mesela Amerika'nın Irak savaşının IŞİD'i doğuran en önemli nedenlerden biri olduğunu söylüyor.

     Ama aynı zamanda, Suriye'yi işgal etmesi için Amerika'ya dönük yoğun bir ikna çabası sürdürüyorlar. Batının değişik müdahaleleri bugüne kadar Ortadoğu'nun hiç bir sorunun çözemedi ve her defasında sorun daha da kötüleşti.

     Ama AKP hâlâ, bölgenin sorunlarının Amerikan çizmesiyle çözülebileceğine inanıyor.

     Başkan Obama, Ortadoğu'nun gerçeklerini AKP'den daha iyi okuyor ve o nedenle kesinlikle asker göndermeye karşı. Son olarak Antalya'da, sorunu çözmek için Suriye'ye asker gönderirsek, askerlerimizi sonsuza kadar orada tutmamız gerekebilir dedi.

          AKP sözcülerinin defalarca dile getirdiği hedeflerden biri, Suriye'de demokrasinin kurulması idi. Ancak bu herhalde, samimi bir hedef olmaktan çok, izlenen politikanın pazarlanması için ileri sürülen bir bahane.

      Suriye'de gerçekten demokrasi kurmak isteyenler, bunu herhalde bölgenin en çağ dışı ve en baskıcı rejimleriyle el ele vererek yapmayı seçmez.

     IŞİD'in en etkili muhalif güç olarak ortaya çıkmasıyla beraber, son bir yıl içinde AKP'nin ileri sürdüğü yeni iddialardan biri, bu örgütün Esed rejiminin ürünü olduğu ve o nedenle önce Esed rejiminin devrilmesi gerektiği.

     Bu iddiaya göre, IŞİD'i doğuran neden ortadan kalkınca, onunla mücadele daha kolay olacak. Halbuki IŞİD'i doğuran nedenler; Batılıların sürekli Ortadoğu'ya müdahalesi, Suriye'de dış güçlerin manipülasyonları sonucu  ortaya çıkan kaos ortamı ve Cihatçı Selefilerin bu uygun ortamda güçlenmesi.

     AKP'nin iddiası sadece temelsiz değil, aynı zamanda tehlikeli. Eğer Esed rejimi devrilirse, IŞİD ve Nusra gibi örgütlerin önü tamamen açılmış olacak ve Suriye'de iktidarı ele geçirmelerini hiç kimse önleyemeyecek. Demokrasi değil, kabile ve mezhep temeli üzerine, kaba kuvvete dayalı kanlı bir diktatörlük kuracakları ortada. 

 

     Viyana mutabakatı uygulanmalı

     Suriye'ye barış gelmeden önce çözülmesi gereken pek çok zor sorun var. Ancak mülteci krizi ve IŞİD'in son dönemde artan katliamları, Suriye'de savaşın bitmesini daha da acil bir hedef haline getirdi.

     Atılacak ilk adımlardan biri, Amerika ve Rusya arasında kuvvetli bir uyumun sağlanması olmalı. IŞİD ve Nusra gibi örgütlerin tasfiye edilmesi ise, havadan bombardımanla mümkün değil.

     Obama'nın karşı olmasına rağmen, Paris katliamından sonra Suriye'ye kara gücü gönderilmesi fikri Amerika ve Avrupa'da daha çok tartışılıyor. Obama'nın partisi Demokratlar içinde bile bu görüşte olanlar var.

     Bu aynı zamanda tam da Cihatçı Selefilerin istediği şey. Çünkü o takdirde, Batı ile Müslümanların büyük savaşı başlamış olacak ve dünyanın her yöresindeki cihatçılar bölgeye akmaya başlayacak.  

     O nedenle, kara gücünü ağırlıklı olarak Sünni Arapların oluşturması gerekiyor. Ama Arap dünyası sadece Libya, Yemen ve Irak değil; Mısır ve Suudi Arabistan dahil derin bir kriz içinde.

     Özetle, Suriye savaşının kısa süre içinde son bulması ne yazık ki kolay görünmüyor.