Amerika gerçekten batacak mı?
Affınıza sığınarak, bu haftaki analizime yabancı bir kelimeyle başlıyorum: Autarky!
Tabii öncelikle bu kavrama açıklık getirmek zorundayım-ki bu sayede post-korona dünyasındaki gelişmeleri önceden kestirebilmemiz mümkün-
Türkçe karşılığı ‘otarşi’ olan ‘autarky’, birçok batılı kavram gibi, eski Grekçe kökenli bir terimdir. Geniş anlamda, ‘kendi kendine yeterli olma’ demektir.
Özetle, bildiğimiz küreselleşmiş dünyada, serbest ticaret, serbest sermaye, serbest emek gibi liberal ekonomik kavramlara karşı alternatif teşkil eden bir ekonomik sistem…
İlginç olan, geçmişte hem aşırı sağcıların hem aşırı solcuların (ulusalcı dürtülerle) otarşi sistemine başvurduklarını görüyoruz.
Bir zamanlar Türkiye’deki marjinal solcuların ve/veya 3’üncü dünyacıların da zaman zaman ‘Tam Bağımsız Türkiye’ sloganıyla, aslında otarşik bir ekonomik sistem düşlemişlerdir.
Otarşik sistemi düşleyenler/benimseyenler; Türkiye’deki marjinal solcularla da sınırlı değildir elbet.
Bağımsız Hindistan'ın ilk başbakanı olan Jawaharlal Nehru ve Afrika’daki birçok sosyalist lider de otarşik ekonomik sisteminden medet ummuştur.
Sistemin bir diğer savunucuları olan "Stalinist" komünistleri de unutmamak gerekir.
Benim, Türk okurlara tanıştırdığım, Abdullah Öcalan’ın “kanton kavramı”nın teorik babası, eski anarşist Murray Bookchin de küçük bölgelerde kantonlar için otarşik ekonomik sistem önermiştir.
Günümüzde ise otarşik ekonomik sisteme en iyi aday Kuzey Kore’dir.
Ner var ki yerküre üzerinde (minikler hariç) hiçbir ülke kendi başına izole bir ada gibi yaşamadığı için, otarşik ekonomik sistemler çoğu zaman kısa ömürlü ütopyalar olarak tarihte yerini almıştır.
ULUSAL DEVLETE DAMARDAN İĞNE
Korona virüsü günlerinde gözler önünde yaşanan olaylar, ulus devletçiliği adeta uykudan uyandırdı.
Liberal ekonomik sistemin temelini oluşturan küreselleşmenin de belli başlı sınırlarının olduğu açıkça ortaya çıktı.
Evrensel hukuk, insan hakları gibi konularda Türkiye’yi karşısına alıp lügat parçalayan AB’li yetkililerin düştükleri durum ortalığa saçıldı.
Avrupa ülkeleri, bir konteyner maske ya da bir palet solunum cihazı için, adeta açık deniz/hava korsanına dönüştü.
Her biri aslında küçük birer devlet niteliğinde olan ABD eyaletleri de maske ve test kiti bulmak için kendi aralarında açık arttırma tellallarına dönüştü.
Kısacası kendilerini dünyaya rol model olarak satmaya çalışan Batı’nın maskesi düştü.
Gerçek yüzler ortaya döküldü.
‘Yalancının mumu yatsıya kadar yanar’ misali, etik/ahlak gibi pazarlanan kavramların da koronaya kadar oldukları ortaya çıktı.
STRATEJİK SEKTÖR KAVRAMI YENİDEN…
Genelde silah ve savunma sektörü ve birkaç stratejik maden dışında başka sektörlerin stratejik önemi olmayan bir ekonomik sistemin rehaveti içinde olan dünyaya, korona soğuk duş etkisi yaptı.
Sağlık, tarım ve nakliye/lojistik sektörlerinin ulusal güvenlik meselesi olduğu ortaya çıktı.
Uluslararası birliklerin panik halinde hiçbir işe yaramadığı şeklen göründü.
NELER OLABİLİR!
Akdeniz kültüründe alışkanlıktır. Öngörüler genelde kesin ve mutlak olur.
Bugünlerde ekranlarda, sosyal medyada sıkça rastlanan (benim de en sevdiğim) kesin bir öngörü var: ‘Amerika batacak’
Tabii ki batacak.
Ama soru başka.
Batacak da ne zaman batacak?
Batmayan imparatorluk mu var!
Haftaya mı, önümüzdeki sene mi, yüz yıl sonra mı batacak? Önemli olan bu gerçek!..
Ben de mutlak ve kesin ahkam kesmekten mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışarak bazı öngörülerde bulunmak isterim:
Devletler önceliklerini tekrar gözden geçirecek.
Kaynak tahsisinde savunmanın yanı sıra sağlık, eğitim ve tarım gibi sektörler öncelik kazanacak.
Türkiye’ye mahsus olan ‘devlet eliyle din işlerine kaynak tahsisi’ konusu, ulusal tartışma gündemi olacak.
Stratejik sektörlerin artması ve belli kritik stokların taşınma zorluğu beraberinde karlılık sorununu getirdiği için belki kamu-özel iş birliği yeni bir mutasyon geçirecek.
Öyle ki Türkiye’de şehir hastaneleri konusunda bu olgu bir nebze de olsa yaşandı
Yakın zamanda, “Bu kadar yatağa ne gerek vardı” edebiyatı yapılırken, pandemi durumunda ihtiyaç karşılanmış oldu.
Belki de yüksek eğitim sektöründe uygulanan fakat kalite düşüklüğüne yol açan kamu-özel iş birliği, benzer bir biçimde din ve diyanet işlerinde de kalite gözetilerek uygulanacak.
Nihayetinde yeni stratejik sektörlerin ortaya çıkışı kaynaklar üzerinde baskı yaratacak ve tahsis konusu politik gerilimi beraberinde getirecek.
LİBERAL SİSTEMİN YERİNİ ALACAK VAR MI?
Virüs çivileri çatırdayan dünya düzeninin değişimine vesile oldu.
Yeni sistemde ulusal devlet yükselişe geçecek, ama ulusal devlet de kendi içinde evrim geçirebilir hale gelecek.
Artık milli takım-milli yemek gibi kavramların dışında, kendi vatandaşına ne tür kaliteli hizmet sunabilen ulusal devlet biçimi de yükselen değer olacak.
Liberal sistem tamamen yok olmasa da, liberal sistemin ‘Enternasyonalist’ branşı zayıflayacak.
Bütün olacakları kestirmek zor fakat bir öngörü kesin!
Yeni oluşacak sistem, 20. yüzyıla damgasını vuran liberal sistem olmayacak.