Alacaklar Alacaklar
Değerli Okurlar, geçen haftaki analizimin ikinci bölümünü bu hafta ele alıyorum. Hatırlarsınız konumuz AB’nin Türkiye’yi tam üyeliğe alıp almayacağı konusu üzerine kurulmuştu. Savunduğum tema kısa süreli çıkarlara takılmış Türk toplumunun, AB’nin bugünkü konumuna gelirken yaşadığı tarihsel süreçten pek haberdar olmadığı idi.
Kişisel gelişme, ifade özgürlüğü, bilim ve sanatta AB’nin çekirdeğini oluşturan toplumların eriştiği seviyenin dünden bugüne ulaşılmış bir hedef olmadığını açıklamaya çalışmıştım. Bu haftaki yazımda sizlere bazı rakamlar vererek AB’nin sonunda Türkiye’yi bir şekilde tam üyelik statüsüne getireceğini açıklamak istiyorum.
Almanya Dışişleri Bakanı Joshka Fischer Amerikan televizyonlarına verdiği demeçlerde Türkiye’nin AB üyeliğini iki kişinin evlenmesi olgusuna benzetmişti. Fischer Türkiye’nin AB’nin iyi dostu olduğunu ancak üyelik meselesinin evlilik müessesine benzediğini ve birisinin iyi arkadaşınız olmasının, o kişi ile evlenmek için yeterli olmadığını belirtmişti. Bu örnekten hareketle ben de, evliliklerin başarısızlıkla sonuçlanmasının en büyük nedeninin parasal sıkıntılardan kaynaklandığını ve maddi sorunlar başgösterince, çiftlerinin duygulardan arınarak çıkarlarına göre rasyonel davrandığını belirtmek isterim. İşte bu nedenle AB’nin uzun vadeli ekonomik çıkarları doğrultusunda duygularından arınarak Türkiye ile evleneceği görüşündeyim.
Dinazorland :
Sağlık ve teknolojide hızla gelen gelişmeler insanların ömürlerini uzattı. İnsanlar artık daha uzun yaşamakta. Bundan 50 sene önce 70 yaşında işi bitmiş kabul edilen insanlar rahatlıkla 80, 90 yaşına kadar yaşayabilmekte. Hem de sağlıklı bir şekilde. Bugünkü teknoloji baş döndüren bir hızla bunu gerçekleştirmekte. Sosyal hizmetleri güçlü ve düzenli olan Avrupa ülkelerinde emekli olduktan sonra sosyal güvenlik sistemine giderek daha ağır yük olmaya başlayan ‘beyaz saçlılar’ grubu hızla büyümekte. Bu grubun yaşam kalitesini sürdürebilmesi daha doğrusu sosyal güvenlik sisteminin bu grubu destekleyebilmesi için taze kana ihtiyaç var. İşte esas sorunları da burada değerli okurlar. Avrupalı kadınların giderek daha fazla iş hayatına katılımı nedeni ile doğum oranları 2.1 oranının çok altına düşmüş durumda (Meraklısına not: Bir ülkenin nüfusunu aynı seviyede koruması için gereken oran 2.1 çocuktur). Daha da kötüsü düşüş trendi duracağa benzemiyor. En son verilere göre AB-15 grubunda nüfus doğurganlığı oranı 1.47. Yeni 10 üyenin alınması ile bu oran biraz artsa da sonuçta kritik olan 2.1 rakamına ulaşacağa benzemiyor. Size daha çarpıcı bir oran vermek isterim. Şu anda AB’nin çekirdeğini oluşturan ülkelerde 2050 yılında 60 yaş ve üzerinde olan nüfusun toplam nüfus içinde oranı yüzde 60’ın üzerine çıkacak. Çocukların ve gençlerin oranı ise yüzde 20’nin altına inecek. Sonuç olarak önümüzdeki 40 sene içinde belki de 25. seneye vardığımızda AB içinde gençler ve çocuklar azınlık durumuna düşecekler.
Demokrasinin sonuç olarak oy hesabına dayandığını kabul edersek AB nüfusunun çoğunluğunun yaşlılardan oluştuğu bir kompozisyonda ortaya çıkacak sosyal sürtüşmelerin toplumu nereye götüreceği belirsiz. Hatta spekülasyonun en son aşamasını izinizle ben yapacak olursam, AB, genetik mühendisliği ve bio-teknolojinin yardımı ile belki de annesiz çocuklar üretme konusu üzerine eğilecek (Meraklısına Not : Hitler’in Aryan ırkı çoğaltmak için insan haraları kurduğunu hatırlar mısınız ?).
Dinazorların Suyu Nereden Gelecek ?
Son Kopenhag toplantısında AB 10 yeni üye daha alarak 375 milyon olan toplam nüfusunu yeni üyelerin ilave 75 milyon nüfusu ile beraber 450 milyona çıkardı. Burada Türkiye açısından iki enteresan nokta medyada gözden kaçtı (belki de hiç fark edilmedi). Birincisi yeni 10 üyenin toplam nüfusu 11. aday Türkiye’nin nüfusuna yakın ve yeni 10 üyenin genç nüfus oranı AB-15 grubuna göre daha yüksek. İkinci nokta ise, AB’nin kasasını çok yakından ilgilendiren tarımsal destekleme giderleri. Yeni üyeler arasında yapı ve büyüklük olarak Türkiye ekonomisine benzerlik taşıyan Polonya’ya önümüzdeki yıllar içinde yeni on üyeye tahsis edilecek 42 milyar euro’nun aslan payı düşecek.
El Mahkum :
İşte değerli okurlar, Türkiye’nin AB macerası bu iki değişkenin dengelenmesi üzerine kurulmuş bir fonksiyondur. Birinci değişken Türkiye AB’ye alındığı zaman AB’nin başta tarım olmak üzere Türkiye’ye ne kadar fonlama yapacağı. İkincisi ise AB üyelerinin nüfusları yaşlanıp azalırken ekonomik büyümeyi sağlayacak ve yaşlıların emeklilik masraflarını karşılayacak genç nüfusun nereden temin edileceği. Çok genç bir nüfus yapısına sahip Türkiye haritaya göz atıldığında ‘taze kan’ havuzuna en uygun aday olarak gözükmekte. Çarpıcı bir veri ile bu argümanı güçlendirebiliriz. Şu anda AB içinde çalışan 3 kişi 1 emekliyi desteklemekte. Çok değil bundan 20 sene sonra bu oran 2 ye 1 olacak. Açık anlatımı ile bir ülkenin yaşamında çok kısa süre olan 20 yılda AB içinde, 1 yaşlının emekli maaşı, sağlık hizmetleri, sosyal etkinlikleri v.b. hizmetlerin kamu fonlarından karşılanması yükü 3 kişi yerine 2 kişinin omuzunda olacak. Daha da kötüsü bu oran şu anda düşme eğiliminde. Eğer bu oran tersine çevrilmez veya en azından stabilize edilmezse, bundan 20 yıl sonra emekli olan AB’lilerin yaşam standartlarını korumaları pek mümkün gözükmüyor. Hatta hatta insanların genelde emlak yatırımı olarak gerçekleştirdikleri tasarrufları değerinin çoğunu kaybedecek. İşte bu nedenle AB Türkiye’yi üyeliğe almak zorunda. Özellikle Türkiye’nin nüfusunun çoğunluğunun vasıfsız işçi olduğunu kabul edersek, düşük ücretlerden kesilen vergilerin düşük olması nedeniyle belki de bir Alman emeklisini desteklemek için 3 değil 4 Türk çalışanına ihtiyaç olacak.
Değerli okurlar, güney sahillerinde tatil yapanların mizah boyutuna varan beraberliklerde izlediği gibi, Avrupa’ya gidebilmek için nenesi yaşında hanımlarla ‘büyük aşk yaşayarak’ evlenen köylü çocuklarının zaten bu şartlara şimdiden psikolojik olarak hazır olduğunu gözlemekteyiz. İlk yazımda belirttiğim gibi AB azalan ve yaşlanan nüfusun baskısı altında 20 yıl sonra Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmek zorunda. AB’nin eli buna mahkum. Burada esas sorun, bundan 20 sene sonra şimdi bildiğimiz AB’nin aynı AB olup olmayacağı.