Ağlama Anne
Epilepsi tanısı almış yavrusu ama hastane yolunu tutacak parası yok.
İki kızıyla ona da haram; bir lokma bir yudum yaşam.
Yeşil kart, “kırmızı” olmuş, ‘sigorta, “sonra (!) gel” demiş.
Sofi’nin Seçimi / Schindler’in Listesi değil…
Düzen, “tercih yaptırmış”:
Altı yaşındaki geride bırakmış… Hasta olanı, iki yaşında ve kucağında;
Zonguldak denizine koşuyor: içinde yanan ateş sönsün diye…
Can verdiği yavrusuyla atlayacak meçhule.
Kıyıdakini, kara kadere ve kedere bırakarak, polis tutmasa/ Vali görmese, atlayacak.
Ya o yavru? Ağlıyor muydu deryayı görünce, yoksa bir şaka mı sandı olan biteni?
Haber onu yazmıyor. Bilinmez.
Belki de evine dönünce, “ağlama anne” der, kim bilir!
Bilinen:
Bir anneyi ‘yavrusunun beşiğiyle’ ölümün eşiğine iten, toplumsal yıkımın koşullarıdır...
Evine ekmek götüremeyen babalar, evlatlarına ilaç bulamayan analar;
Masum bebeleriyle, bu barbar yıkımın kurbanlarıdırlar.
Ta ötelerde, çadırlarda yanan depremzedeler;
Yirmi milyona yakın yoksula, her yer Zonguldak, her yer Van’dır.
Evet, o bir anne ve bu sahnede elbet birincil elden utanç içinde!
Oysa, utanması gereken, ne analar ne babalardır; asıl utanması gerekenler, bu düzenden sorumlu olanlardır.
Sosyal Devlet’in tarumar edilmesi, yardımların keyfileştirilmesi, gelir adaletsizliği…
Denize asıl atılması gereken: toplumun kanını emen vurgunculuk ve soygunculuktur.
İnsancıl sosyal ve ekonomik koşullar garanti edilirse, analar da yavrular da ağlamaz.
Kaynak haber: http://gundem.milliyet.com.tr/bir-annenin-caresizligi/gundem/gundemdetay/13.01.2012/1488134/default.htm?ref=fblike