AB Doğru İstikamet Mi ?

Güncelleme:

Türkiye’nin batılılaşma serüveni iki yüzyılı aşmış durumda. 19.yüzyılda
Avrupa’nın ekonomik ve politik seviyesine çıkmak isteyen Osmanlı elitleri doğal olarak çağdaşlaşma ile Batı Avrupa’yı özdeşleştirmişlerdi. Osmanlı elitleri, genelde ‘Harbiyeli’ ve ‘Tıbbiyeli’ gruplar olarak, yükselen üç Avrupa İmparatorluğu, İngiltere, Almanya ve Fransa karşısında hayranlık ve eziklik duyguları ile karışık, Osmanlının makus talihini Batılılaşarak yenebileceklerini sanmışlardı.

20. Yüzyıla girerken değişen dünya dinamikleri Osmanlının kaçınılmaz sonunu hazırlarken Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine transforme olan elitlerin düşünce yapısı özünde değişmedi. Belki giydikleri kıyafetler, kullandıkları alfabe ve takvim değişti ama mentalite aynı kaldı. Elitlerin hakkını teslim edersek, istikametleri her zaman Batı Avrupa olarak kaldı.

1929 dünya ekonomik krizinden ve II. Dünya savaşından kendini, kabuğuna
çekilerek koruyan Türkiye, hiç bir zaman Batı’ya olan yüzünü geri
çevirmedi. Ülkeyi yöneten bürokratlar hem Batı’nın özlemini çekti hem Osmanlı’nın Büyük Devlet forsunu nostalji ile andı.
Cumhuriyet’in Osmanlı’dan miras kalan kuşaklar; Jön Türklerin, İttihatçilerin ve ticaret burjuvazisinin çocuklarının oluşturduğu elitler, her zaman Batı’cı oldular. Modern çağda sömürgesi olmadığı için milli sanayici ve milli burjuva yaratamayan Osmanlı ve bakiyesi Türkiye, zaman zaman Batılı olayım derken ‘şabloncu’ olmanın saçmalığını sergiledi.

Elitlerin Ruh Hali :

Şimdi geldik 21 yüzyıla. Çok partili demokrasiye geçtiğimiz 1950 li yıllardan bu yana asker, sivil ve iş dünyasının elitleri sürekli Batılı olamamanın ezikliğini çektiler. Askerlerin hedefi modern silahları üretmek ve ambargosuz kullanmak oldu. Bürokratların hayıflanması Avrupalı meslektaşının konumuna ulaşamamaktan kaynaklandı. Birikiminden yoksun iş dünyası yetersiz sermayeden yakınırken, ikinci sınıf diplomat muamelesi gören hariciyeciler, prestij eksikliğinden şikayetçi oldu. Sınır kapılarında vize kontrolünden geçen ‘münevver’ kesim, ayrımcılık yüzünden bir hayli örselendi. Liberaller ve etnik kimliğini korumaya çalışan aydınlar, devlet aygıtının elinde, çoğu kez kırsal kökenli bir savcının önünde ezildi büzüldü. Narin yapılı ve güçsüz orta sınıfın okumuşları ise Türkiye’nin adeta gizli bir komünizm anlayışı ile yönetildiğini fark etti. İstikrarsız hükümetlerin mezar kazıcısı bürokrasi yurttaşın beyanına itibar göstermeyen bir hizmet anlayışı içinde, yurttaşı yurttaş olmaktan soğuttu. Üstüne üstlük, yukarıda sözünü ettiğimiz her grup, ruh halini ve davranış biçimini devletin ‘ali çıkarları’ için yaptığını deklare ederek, kendini rahatlattı.
Şimdi memlekette bambaşka bir bayram havası var. Bugün AB’ye tam üyelik için alınmış olan müzakere tarihi yukarıda kısaca değindiğimiz ruh hallerinin 'yeşil reçeteli’ ilacıdır. Verilen tarih, anlamsız eziklikle inatçı mağrurluğun gel-gitleri arasında asırlardır bocalayan elitlerin ‘Prosac’ ilacıdır.

Kitlelerin Ruh Hali :


Genelde elitlerin organik parçası olan ‘Main Stream Media = Büyük
Medyanın’ önüne koyduğu bilgi ve yorumu ( dikkat ediniz haberi değil )
tüketen geniş kitleler için AB sadece bir umut kapısıdır. Şarki kurnazlık tanımı çerçevesinde kendince uyanık ve iş bilir kitleler, Avrupa’ya vizesiz ve serbestçe girebilme hayalinin keyfini yaşamaktalar. AB üyeliği icin verilen tarih, halk için bir nev’i ‘arpa ambarında’ varolmanın dayanılmaz hafifliğinin rehavet duygusudur. Bu anlamda Türkiye, örneğin AB’ye değil de ABD’ye girseydi halk kitleleri için hiç bir şey farketmeyecekti.
Televole kültürünün mayası ile yoğrulmuş, varoşların lümpen sakinleri ile Anadolu’un bağrından kopup, tatil beldelerine üşüşen tosunlar için önemli olan Avrupa’ya ‘kapağı atmak’ tır. Bu insanların AB kökenli turistlerle yaşadıkları maceraları 'magazin' medyada izleyerek, beklentileri konusunda yeterince fikir sahibi olmak mümkün. Türkiye nüfusunun yüzde sekseni için AB kriteleri pratikte fazla bir ‘şey’ ifade etmemektedir.

AB Üyeliği Her Derde Deva ;

AB üyeliği Türkiye’de değişik gruplara değişik anlamlar taşımakta.
a) Sermaye birikimi yetersiz, ekonomik büyüklüğü çapsız, teknoloji ve ‘know-how’ yoksunu iş dünyası, finansal yabancı sermaye ve bedava ‘know-how’ beklentisi içinde. (Çünkü büyük özel firmaların Ar-Ge'ye yönlendirmesi gereken fonları ‘Manken Araştırma ve Futbol Geliştirme’ sektörüne kaydırılmakta )
b) Atatürk’çüler, Mustafa Kemal’in Türkiye için çağdaş medeniyet
hedefini Batı Avrupa olarak yorumlarken, AB’den tarih alınmasını
Kemalizm’in zaferi olarak görmekteler.
c) Kemalizm in anti-tezi olarak gelişen ve Anadolu müslümanları olarak AKP koalisyonu içinde yerini alan gruplar, TSK’in Milli Savunma Bakanlığına bağlanacak olmasına sevinmekteler. AB kriterlerine göre, TSK protokolde üniformalı bürokratik kurum olarak siyasi otoritenin yanında değil arkasında yerini alacak. Artık tankların sokakta gövde gösterisi yapması kolay olmayacak.
d) Genç ve Batı eğitimi almış ‘beyaz yakalı’ yöneticiler, AB'ye
mütevazi bir pratiklikle yaklaşıyorlar. Onlar Avrupa’ya vizesiz
gidip-geleceklerinin ve Avrupa’da çalışabileceklerinin beklentisi içindeler.
e) Sivil bürokratlar ve özellikle diplomatlar artık Avrupalı meslektaşları ile
aynı düzeyde muamele görecekleri beklentisi içindeler
f) Halk genelde Avrupa sayesinde ‘iş ve aş’ sorununun çözümleneceği beklentisinde.


Kriterlere Avrupa’nın Zoru ile Ulaşmak :

İnsanı üzen, kanunları ile, insan hakları ile, ifade özgürlüğü ile, girişim ve inanç özgürlüğü ile çağdaş seviyeye çıkamamış Ankara’nın AB’nin zorlaması ile kağıt üzerinde modern devlet anlayışını yakalamış olması. Ankara çağdaşlaşmayı başaramadı. Avrupa’nın zorlaması ile değişim ‘kağıt’üzerinde’gerçekleşti. En azından dışardan zorlama ile değişimin gerçekleşmesi bile sevindirici. Şimdilik değişimin "Lafzına" uyacağımızı beyan ettik. Kendimizi kandırmayalım. Realite ‘check-up’a ihtiyacımız var.
Uygulamalar nasıl olacak ? Değişimin "Sadece Lafzına değil Ruhuna da uyabilecek miyiz. Ankara ‘merkeziyetçileri’ türlü maharetlerle kazandıkları ‘pozisyon rant’ından vazgeçecekler mi ? Yoksa 'metal yorgunu' bürokratlar 'Ferman Brüksel'in Yönetmelikler Ankara'nın' türküsünü mü tutturacak. Göreceğiz ?

AB’nin Ömrü Ne Kadar ?

Değerli okurlar, Brüksel’e uçaklarla çıkartma yapan, sanki III. Viyana
kuşatması psikolojisinde otel lobilerinde ‘biz buraya niye geldik’
diye birbirine sorular yönelten yağız yeniçeriler, pardon, Odalar Birliği üyeleri şimdilik tarih alınmış olmasının sevincini yaşamaktalar. Bunlar çok güzel olgular ve duygular. Ancak şunu unutmamak gerekir; Mevcut üyeleri ile, yaşlanan nüfusu ile, tehlike çanları çalan sosyal güvenlik sistemi ile AB’in ne kadar ömrü kaldı ? Bir düzine dil konuşan, bölgeler arası ekonomik farklılıkları korkunç, uluslararası askeri gücü olmayan bir birlik sizce ne kadar uzun ömürlü olabilir?
Türk ekonomisinin seviyesine yakın olan Yunanistan’da turizmciler çok şikayetçi. Euro’ya geçtikten sonra fiyatların artması ile Yunanistan’da turizm çökmüş durumda.
ABD ve Uzak Doğu arasına sıkışmış AB’nin küresel güç olarak hayatını devam ettirmesi sizce mümkün mü ? Savaşkan ve vuruşkan niteliğini unutmuş Avrupalı gençler AB politikalarının yaptırımı için denizaşırı cephelere gider mi ? Siyasi, kültürel ve askeri konsensüs yaratamamış bir birlik, sizce ‘ilelebet payidar’ kalabilir mi ?
Bu sorularin cevapları üzerinde derin düşünmek zorundayız. 10, 15 sene sonra ulaşılabilecek ‘ballı böreklere’in üzerine, çölde serap görmüş Bedevi gibi atlamadan önce, çok yönlü analiz yapmak zorundayız.

Alternatif Planımız Var Mı ?

Değerli okurlar, AB kriterlerine ulaşmış bir Türkiye AB’ye girmeden de yeryüzü cenneti olmaya adaydır. Çevre kirlenmesi önlenmiş, polisi vatandaşa saygılı, adaletin para ile satın alınmadığı bir Türkiye düşünün. Bir Almanya kadar düzenli, bir İngiltere kadar demokratik Türkiye düşünün. Fransız tatil kasabasında bisikletle dolaşan belediye başkanı gibi, Türkiye’de belediye başkanlarının Mercedes’ten inip bisiklete bindiği sahiller düşünün.
Sonuç olarak AB kriterleri bir mentalitenin ürünüdür. Bir medeniyet ve kültür birikimin ürünüdür. Bu mentalite ve bu kültür Batı Avrupa’da iç savaslarla, oluk oluk akan kanlarla beslenmiş bir mentalite konsensüsüdür. Eğer I. ve II. Dünya savaşlarını başlatan Kıta Avrupası ülkelerin, geçmişte bir anlamda kendi aralarında iç savas hesaplaşması yaptığını düşünürsek, AB'ye bakış acımız değişir. Savaş sonrası 'Kömür-Demir Birliği' olarak temelleri atılmış AB’nin mazisinde yatan silahli çatışmalarda Türkiye taraf olmamıştır. Bütün AB üyeleri arasında II. Dünya savaşında tarafsız kalan tek ülke Türkiye'dir. Türkiye, AB'yi II. Dünya Savaşından sonra yaratan 'vizyon' sahibi Avrupalı liderlerin ufkunun ve konsensüsünün dışındadır.
Değerli okur, unutmayınız, Batılı 'Beyaz Adam' tarihsel gelenekleri doğrultusunda hem üyelik sürecinde ( eğer gerçekleşirse ) hem üyelik sonrası, Türkiye'ye 'sonradan gelme' özelliğini nazikçe hatırlatacaktır. Türkiye’ye ‘çömezliğinin’diyetini paşa paşa ödeteceklerdir.

Farklı Deneyim

Değerli okurlar, Anadolu topraklarının son ikiyüz yıldır Avrupa deneyimine benzer bir deneyimi yoktur. AB üyelerin defalarca savaştığı, büyük asker ve sivil zayiatların verildiği, şehirlerin ve sivil hedeflerin havadan bombardıman edildiği bir tecrübesi yoktur Anadolu insanının. Türkiye bu tür kollektif bir deneyimden ve hafızadan yoksundur.

Cumhuriyet’e hayat veren Kurtuluş savaşında, Yunan ordularının Anadolu'yu işgali neticede klasik meydan muharebeleri ile önlenmiştir.
Bir çok AB üyesinin yaşadığı kanlı sınıf çatışmaları, geniş halk kitlelerine yayılmış silahlı, silahsız Komünizm, Sosyalizm ve Faşizm tecrübesinden Türkiye toprakları hiç bir şekilde nasibini almamıştır.
Özetle bütün bu deneyimlerden elde edilen birikimle yaratılan AB kriterlerinin Türk toplumunun mentalitesinin değişmesinde nasıl ve ne kadar maya tutacağı moda deyimle, ‘açık uçlu’ dur.

Vuslantın Başka Alem !

Değerli okurlar, Türkiye önümüzdeki 10 yıl AB'le yaşanacak çelişkilerle güreşirken ironik bir sürprizle karşılaşa bilir; AB, beklenmedik bir şekilde dağılabilir !!!. ‘Kara Delik’ misali kendi ağırlığı ve yoğunluğu altında kendi içine çökebilir. ( Implosion )
Alternatif olarak belki, AB nominal olarak dağılmadan kalır fakat o kadar büyük bir değişim geçirebilir ki, Türkiye’nin üye olmasının fazla bir esprisi kalmaz. 50 yıllık ‘çabalama’ havası kaçmış bir balon gibi sönük bitebilir. İşte bizde o zaman hep beraber ‘Vuslatın Başka Alem, ‘AB’ bir ömre bedelsin’ şarkısını söyleriz.

Düşünmemiz gereken asıl soru şudur ; AB’nin dağılması halinde Türkiye’nin B planı var mıdır ? Türkiye için AB tek alternatif midir ? Daha da enteresanı, bazılarının medyada ‘dezenformasyon’ yarattığı gibi, Osmanlı ve Türkiye gerçekten Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası mıydı/mıdır? Yoksa bu satırların yazarının inandığı gibi, Osmanlı ve Türkiye Avrupa’yı Avrupa yapan tanımı başlatan bir coğrafyanın hakimi midir.
Hegel'in ünlü kavramını kullanırsak, Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişki 'ansich = kendi içinde' mi yoksa 'fürsich = kendi için' mi vardır. Türkiye Avrupa'nın doğal bir parçası mıdır. Yoksa Osmanlı/Türkiye var olduğu için mi bir Avrupa vardır.
Bu soruların derinlemesine cevaplandırılması gerekmekte?
Gelecek haftaki analizimde Türkiye’nin AB alternatifleri üzerinde
yazacağım.

Meraklısına Not :

Dialektik Felsefenin babası Hegel’e göre, var olan ‘şey’ başlangıç noktasında
‘ansich = kendi içinde’ bütün ikilemleri ve çelişkileri birarada taşır. Sağlıklı doğan bir bebeğin, ilerde karşılaşacağı tüm hastalıkları genlerinde taşıması gibi.
Zaman içinde harekete geçen ‘şey’ ‘kendi için = fürsich’ davrandıkça, çelişkiler
Ortaya çıkarak, çatışmaya dönüşür. AB’nin doğal büyümesinin sınırlarına dayanmış olması gibi. Sistemlerin çöküşü evresi dialektik olarak bu ikilemin mücadelesidir.

Vuslat : Sevenin sevdiğine kavuşması.


Diğer Yazıları
Ne Seçimdi Ama…
Paris Olimpiyatları ve Tarihi Anılar