2020 yenilgiler yılı oldu
2020 hemen her alanda yenilgi ve gerilemeler yılı oldu.
Ülke hukuk devleti ve ifade özgürlüğünde dünyanın en karanlık alanlarından birine döndü.
Ekonomide sürekli fukaralaşma girdabına sürüklendi.
Uluslararası ilişkilerde ürkütücü bir yalnızlık içine düştü.
Bunlar öznel karamsarlık ifadeleri değil. Hepsi somut verilere dayanıyor.
Dünya Adalet Projesi, her yıl Hukukun Üstünlüğü Endeksi yayınlıyor (WJP, The World Justice Project, Rule of Law Index). WJP, hukukun üstünlüğü konusunda ülkelerin ne durumda olduğunu mukayeseli gösteren, bağımsız ve dünyada en çok itibar edilen kaynak.
WJP 2020 Raporunda, hukukun üstünlüğü sıralamasında Türkiye 128 ülke arasında 107. sırada. Dünyayı 5 gruba ayırın, Türkiye en alttaki 5. sınıfta yer alıyor.
Aynı Raporda; Hukuk veya Ceza Mahkemelerinin “hükümet etkisinden bağımsızlığı” ölçütüne göre, Türkiye 124. sırada. Yani yargısı siyasi iktidara bizde olduğundan daha bağımlı sadece dört ülke var: Venezuela, Kamboçya, vs.
Dünya Basın Özgürlüğü 2020 Endeksi’ne göre Türkiye 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer alıyor. Benzer şekilde, basın özgürlüğü açısından da en alttaki 5. sınıfta yer alıyoruz.
Hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğünde 5. sınıfa düşmemizin pek çok açık kanıtı var. Anayasa’nın emredici hükmüne rağmen alt mahkemelerin, siyasi telkinler altında, AYM ve AİHM karalarını uygulamaması veya ünlü bir iktidar partisi mensubunun “çocuklar bile yazmaz bu iddianameleri” dediği gerekçelerle hapiste tutulan insanlar akla gelen ilk örnekler arasında.
Bir ülkede hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğü 5. sınıf ise, demokrasi de 5. sınıftır.
Ekonomide 2020’nin en çarpıcı özelliği, adeta süreklilik kazanan fakirleşme sürecine batış oldu.
Son altı yılda sürekli azalan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ve Kişi Başına Gelirde, 2020’de yeni ve büyük düşüşler yaşandı. 2013-2020 arasında GSYH, 960 milyardan 650 milyar $’a indi. Aynı dönemde Kişi Başına Gelir 12.500’den 7.800 $’a düştü.
Toplumsal refah son yedi yıl içinde %40’tan fazla eksildi. Böyle bir gerileme en az 1960’tan beri yaşanmadı. Aynı dönemde dünyada bu kadar fakirleşen başka ülke yok.
Ekonomiyi yöneten ideolojik zihniyetin (‘faiz neden, enflasyon sonuçtur’) bedelini bütün Türkiye ödüyor. Döviz kurlarına müdahale nedeniyle 140 milyar $ buharlaştı ve döviz rezervleri eksi 50 milyar $’a indi.
Toplanan vergiler maaşları, SGK açıklarını ve borçların faizini (anapara geri ödemesi hariç) karşılamıyor. Türkiye’nin yabancı sermayeye ihtiyacı var.
Ama hukukun üstünlüğü 5. sınıf olunca, ciddi yatırımcı gelmesi zor.
2020’de bunun en çarpıcı örneği, AKP iktidarının en üst düzeyden izleyerek olağan dışı teşvikler sağladığı Alman Volkswagen firmasının Manisa’da yapacağı 1,4 milyar $ yatırımdan vazgeçmesi oldu.
Türkiye durumundaki ülkelere daha çok, kısa vadeli piyasa işlemleriyle voli vurup tüyen spekülatif yatırımcılar gelir. Faizlerin birden artırıldığı şu günlerde ülke ekonomisi maalesef tam bu bedeli ödüyor.
Fakirleşme 2021’de muhtemelen devam edecek.
Sağlık Bakanı yılsonuna kadar 50 milyon kişiye Korona aşısı yapılacağını açıkladı. Çok geç ve çok az. Ama bu kadar aşının bile sözleşmesi henüz yapılmadı. Başta turizm, ekonomi 2021’de bu gecikmeden ciddi zararlar görebilir.
Temmuz-Ağustos aylarında sözleşmeler imzalansaydı, AB’den daha erken aşılamaya başlayıp hem muazzam prestij kazanabilir, hem halk sağlığını ve ekonomiyi daha iyi korumuş olurlardı. Büyük fırsatı kaçırdılar.
2020 dış ilişkilerde ülkenin en yoğun tecrit yaşadığı yıl oldu. Durum Türkiye’nin çıkarlarını tehdit eden noktaya geldi.
AKP yönetimi, karşısına çıkan her dış ihtilafın içine, taraflardan birinin yanında partizanca tavır alarak atlıyor. Bizden daha büyük veya daha küçük, bunu yapan başka ülke yok.
Diplomasinin bütün imkanları tüketilmeden askeri güç kullanma eğilimi yüksek.
AKP dış politikasında en önde gelen belirleyici milli çıkarlar değil ideoloji. İhvancılık ve ideolojik Batı karşıtlığı iki önemli unsur.
Somut ve olumlu sonuca bağlanan tek yer Karabağ oldu. O bölgede diplomatik girişimlerin 30 yıla yakın sürdüğü ve netice alınamadığına işaret edelim.
Yunanistan ve Kıbrıs Rumları ile AKP öncesinden gelen ve çözülmemiş sorunlar var.
Ama bu ikisi dışında Suriye, Lübnan, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Mısır, Sudan, Libya’nın yarısı, Avrupa Birliği, ABD dahil diğer ülkelerle bozulan ilişkiler büyük ölçüde AKP döneminde izlenen ideolojik siyasetten kaynaklandı.
Şimdi Mısır ve İsrail gibi ülkelerle ilişkileri düzeltme girişimleri yapıyorlar ama olumlu dönüş gelmiyor. Eğer AKP’nin Mısır ve İsrail siyaseti doğruysa, niçin değişiklik yapmaya çalışıyorlar?
Türkiye için stratejik öncelik taşıyan AB üyelik perspektifi, AKP’nin uyguladığı 5. sınıf demokrasi nedeniyle kapandı.
Şimdi AB’yle ‘yeni sayfa’ açma gündemde. ‘Yeni sayfa’ sanki üyelik yolunda yeni bir sayfa açılacakmış gibi sunuluyor. Pek çok tarafsız yorumcu da öyle algılıyor.
Türkiye’de rejim ne olursa olsun, AB yanı başındaki nüfusu 90 milyona koşan ülkeyi yok saymaz, sayamaz. Elbette bir tür ilişkiler sistemi var olacaktır.
Ama artık bu ilişki, üyelik değildir. AB’ye üyelik yolunu AKP havaya uçurdu.
Şimdi söz konusu olan, AB-Türkiye arasında üyelik dışındaki ilişkilerin tanımlanacağı yeni sayfadır.
Ustaca sunulan bir başka söylem ‘demokrasi ve hukuk reformları.’
İtalyan yazar Giuseppe Tomasi’nin Türkçeye ‘Leopar’ adıyla çevrilen romanında dile getirdiği ünlü bir özdeyiş vardır: “Cambiare tutto per non cambiare niente” – Hiçbir şeyin değişmemesi için her şey değişmelidir.
AKP iktidarı kurnazca bir çabayla adeta bu özdeyişi çarpıtarak uygulamaya çalışıyor: Hiçbir şeyin değişmemesi için her şey değişiyormuş gibi gösterilmelidir.
Ama bu kurnazlığının çıkış yolu olması imkansız.
Sağlık ve esenlik dolu bir 2021 diliyorum.
Kaynak: Halukozdalga.com