Prof. Dr. Azap'tan kötü açıklama: ''Testi negatif olmasına rağmen...''
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone OlTürk Tabipleri Birliği (TTB) Covid-19 İzleme Grubu’nda da yer alan Prof. Dr. Özlem Kurt Azap, "Testi negatif olsa bile ilaç verdiğimiz hastalarımız var" dedi.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın önceki gün açıkladığı verilere göre, tedavisinin ardından tabucu edilen Covid-19 hastalarının sayısı ilk defa günlük vaka sayısını geçti. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı vaka sayısında yalnızca PCR testi pozitif çıkan kişiler baz alınıyor.
Birgün gazetesinden Uğur Şahin'in sorularını yanıtlayan Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nden (KLİMİK) Prof. Dr. Özlem Kurt Azap’a göre olguların artış hızı azalsa da “düzlüğe çıktık” demek için henüz çok erken. Prof. Dr. Özlem Kurt Azap, “Testi negatif olsa bile ilaç verdiğimiz hastalarımız var” ifadesini kullanıyor ve ekliyor: “Şu anda biz biliyoruz ki tedavi gören hasta sayısı tanı konulan hasta sayısından daha fazla.”
100 bin bandını geçen 7’nci ülkeyiz. Mevcut tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında her ülke kendi salgın eğrisini yaşıyor. Dolayısıyla 100 bin vaka belki psikolojik olarak bir sınır değer gibi görülebilir. Fakat bu, bizler açısından herhangi sayısal bir değer. ‘100 bini geçtik, eyvah, çok kötü bir noktadayız’ demek pek mümkün değil. Ya da ‘90 binde kaldık, 100 bin olmadık, biz bu salgını çok başarılı yönettik’ demek… Salgınlarda böyle sınır değer yok. Her ülkenin kendi dinamikleri, nüfusu ve yayılım hızı nedeniyle olgu sayıları değişik. Tabii Türkiye’nin nüfusu genç ve bu süreçte 20-60 yaş arasındaki nüfus hep dışarıda oldu. Bu anlamda genç nüfus arasında bulaşın olması, beklenen bir durumdu. Son zamanlarda yaygın maske kullanımı önerisi de bu tür bir bulaşı azaltmaya yönelikti. Olguların sayının çok olması, bizi çok telaşlandırmıyor. Önemli olan izleyip, gerekli önlemleri alabilmek.
Türkiye, ilk 7 ülke arasındaki en geç vakayı açıklayan ülke. Türkiye’de ilk vaka 11 Mart’ta açıklandı, fakat o zaman Almanya’da bin 500 Covid-19 tanısı almış kişi vardı. Bu kadar geç açıklayıp, bu noktaya gelmemiz normal mi?
İstanbul, Türkiye’nin geri kalanından farklı bir şekilde ele alınmalı. Çünkü olguların yarısından çoğu İstanbul’da görülüyor. Bizim için salgının merkezi İstanbul… ‘Epicenter’ diye bir ifade kullanılıyor; nasıl Vuhan, Çin’de ‘epicenter’ ise bizde de İstanbul ‘epicenter’. Çok geniş bir alandan değil, neredeyse 20 milyonun yaşadığı bir ilden söz ediyoruz. Bu anlamda buradaki bulaşın hızlı olması şaşırtıcı değil. Salgın merkezlerindeki bulaş çok hızlı ilerler, burada da bunu gördük. Sağlık Bakanlığı tarafından veriler paylaşıldığında, durum daha da netleşecek. Sağlık Bakanlığı sanırım önümüzdeki günlerde bu verileri içeren ayrıntılı bir çalışmayı kamuoyuyla paylaşacak. O zaman göreceğiz ve daha net şeyler söyleyebileceğiz. Türkiye’deki kısa süreli hızlı artışın nedeni bir il merkezli: İstanbul merkezli bir salgın olduğunu söylemek mümkün diye düşünüyorum.
TTB, ülkede ilk koronavirüs vakasının görüldüğü andan itibaren ‘şeffaflık’ talep ediyor. Ancak biz hâlâ yurt genelindeki vaka dağılımının nasıl olduğuna dair veriye sahip değiliz. Bu durumu nasıl yorumlarsınız?
TTB Covid İzleme Grubu olarak, en baştan itibaren olguların sadece sayı olarak değil, tıbbi anlamda özeliklerinin de paylaşılması gerektiğini söyledik. Bu konuda henüz bir yol kat edebilmiş değiliz. Az önce de dediğim gibi Sağlık Bakanlığı’nın detaylı verileri önümüzdeki günlerde paylaşacağını duyduk. Biz bu verileri net biliyor olsaydık, süreci hep birlikte ele almamız açısından daha iyi olurdu. TTB olarak, birçok kez Sağlık Bakanlığı’na ‘birlikte çalışalım’ teklifinde bulunduk. Biz haftalar boyunca doğrudan sürece dahil olamamış olduk. Hâlbuki bu alanda çok deneyimli, birikimli halk sağlığı uzmanlarımız var, onlardan da çok yardım alınabilirdi.
TTB, Sağlık Bakanlığı’nın Covid19 ölümlerini raporlamada Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği uluslararası kodları kullanmadığını belirlemişti. Bu durumun ölüm sayılarının az gösterilmesine yol açtığı ifade ediliyor. Sizce Sağlık Bakanlığı neden böyle bir şey yapılıyor? Testi ‘pozitif’ çıkmayan ölümler de var. Nedir bu kod meselesi?
DSÖ’ne bildirilen ve DSÖ tarafından açıklanan sayıların hepsi gerek olgu gerek ölüm sayısı olsun PCR testinin pozitif olması sonucu elde edilen verilerdir. Türkiye’nin bu anlamda paylaştığı sayılarda sorun yok. Fakat PCR testi pozitif olmayan ancak klinik ve radyolojik bulgularla hayatını kaybettiğini söyleyebildiğimiz hastalar var. Bütün dünyada da bu tür hastalar var. Çünkü PCR testin duyarlılığı bir yere kadar. Testi negatif çıkan ancak klinik ve radyolojik bulgularla hasta olduğunda şüphelendiğimiz bu tür vakalara ampirik vaka diyoruz. Bunun için DSÖ Mart sonuna doğru tanı kodu sisteminde bir düzenleme yaptı. O da şu: Eğer virüs gösterilmişse ‘U07.1’i giriyorsunuz. Ama virüs gösterilmemiş olmasına rağmen siz yine de tanı koymuşsanız ‘U07.2’i giriyorsunuz. DSÖ de Türkiye de sayıları bildirirken ‘U07.1’ olanları bildirmiş oluyor. Çünkü bunlar PCR testi pozitif olanlar. Sağlık Bakanlığı kamuoyuyla, testi negatif olup hastalık tanısı konulan olgu sayısını sağlıkçılarla paylaşsın istiyoruz. Biz tedavi verirken ilaçları il sağlık müdürlüğünden alıyoruz. Sağlık Bakanlığı ilaçları doğrudan dağıtmış oluyor. Bu noktada ilaca erişimde sorun yok. İşte bu sayıları bizlerle paylaşabilir. Virüs görülen hasta sayısı bu, ölüm sayısı bu, verdiğim ilaç sayısı da bu gibi… Testi negatif olsa bile ilaç verdiğimiz hastalarımız var. Mesela Mersin’de kaybettiğimiz doktorumuz gibi. Biz buna özelikle önem veriyoruz. Ülke bazında hastalığın ne durumda olduğunu anlayabilmek için önemli bir veri. İngiltere, Almanya gibi ülkeler bu tür ikili tanı kodunu kullanıp verilerini de kamuoyu ile paylana ülkelerden. Şu anda biz biliyoruz ki tedavi gören hasta sayısı tanı konulan hasta sayısından daha fazla. Ne kadar daha fazla diye sorabilirsiniz siz buna ancak bilmiyorum. Çünkü bu sayılar bizimle paylaşılmıyor.
Peki, ayrıntılı veriler sizce veriler neden kamuoyuyla paylaşılmıyor? Halk panik olur mu diye mi?
Bu hastalık nasıl gidecek, hangi bölgeleri hangi şehirleri daha çok etkileyecek, nerede daha çok hasta var, bunları bilmek Türkiye’ye ilişkin değerlendirme yapmak açısından önemli. Burada panik olunacak bir şey yok. 100 bin olmuş, 95 bin olmuş, 130 bin olmuş, çok önemli değil. Önemli olan olgu sayılarını bilmek ve buna göre tedbir alabilmek. Halk panik olmasın diye sayılar çok yüksek gösterilmesin mantığını çok algılayamıyorum. Testi pozitif olanları ortaya koyduktan sonra ampirik vakaları da açıklayabilirsiniz. Hastalığın doğası gereği ve tanı testi gereği bazı olgular testle tespit edilemiyor. Başka yöntemler radyolojik olarak tomografi ile tespit edilenler de ilaç alıyor diye açıklanabilir. Biz buna bu yalınlıkta bakıyoruz. Halkın derdi işlerin yolunda gitmesi. Hastalığın sönümlenmesi. Biz burada tedavi olan hasta sayısını bildiğimizde halk panik olmayacaktır.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, geçen günlerde “Salgını kontrol altına aldık” dedi. Bu aşamada artık salgın kontrolümüz altında diyebilir miyiz?
Salgın eğrisinin biraz daha önümüzdeki günlerdeki seyrini göremeden platodayız düzlüğe çıktık demek mümkün değil. Ama olguların artış hızı azalıyor. Olgular artıyor ama bu durum artarak devam etmiyor. İlk baştaki yüksek ivmeli artış azaldı. Tepe değerini sürekli olarak konuşmamızın nedeni tepe değerine ulaştıktan sonra eğri simetrik olarak inecek. Onu görmek istememizin nedeni ise sonraki süreci öngörebilmek. Dolayısıyla tepe değerine ancak düşmeye başladığında burası tepe değeriymiş diyebileceğiz. Önümüzdeki birkaç gün içinde eğrideki matematiksel veriler tamamlanırsa ancak o zaman bu konuda yorum yapabiliriz.
31 kentte 3’üncü kez sokağa çıkma yasağı uygulandı. 4 gün süren yasak boyunca çalışmaya devam eden yurttaşlar vardı. Sosyal hareketlilik sizce yeterince kısıtlanıyor mu?
Salgınların yönetiminde biz sanki hastanede bütün her şey çözülecekmiş gibi hasta sayısını, yoğun bakım yatağı sayısını konuşuyoruz. Oysa salgını kontrol edecek asıl mekanizma bulaşmayı azaltmaktır. Bulaşmayı azaltmanın yolu da böyle bir hastalıkta kişilerin temasını en aza indirmektir. Bu amaçla okulların üniversitelerin kapatılması kısmı yerine getirildi. Ama işyerlerine 20-65 yaş arası işe gitmeye devam ediyor, kronik hastalığı olanlar hariç. Bu durum salgın biliminin salgını kontrol altına almak için önerdiği toplumsal hareketliliğin azaltılması kısıtlanması ölçütüne uymamış oldu. Sadece haftada iki gün çıkılmasın dendiği zaman bu yerine getirilmiş olmuyor. Cumartesi pazar evinde oturanlar pazartesi sabah işlerine gitmek üzere toplu taşıma araçlarına biniyorlar. Çok büyük ihtimalle işyerlerinde sosyal mesafeyi koruyamayacak şekilde çalışıyorlar büyük olasılıkla. Bunu kısıtlı sadece iki-üç gün yapmak olayı kontrol altına almak açısından tamamını yapmak kadar etkili olmayacaktır. Ama bunu söylerken de tekrar vurgulamakta gerek, eğer böyle bir karar alınacaksa kişilerin mutlaka beslenme başta olmak üzere koşullarını gözetmek lazım. Yani bu gerekli önlemler alınmadan kişilerin en temel ihtiyaçları gözetilmeden böyle bir karar alınması da elbette ki olayı işlemez kılacaktır. Zaten bunu 10 Nisan akşamı gördük. ‘Saat 00.00’da evden çıkmayacaksanız’ denildiği durumda insanlar çok haklı olarak ertesi gün ve ondan sonraki gün ne yapacaklarını, ne yiyeceklerini düşündükleri için sokağa çıktı. Burada da şunu gördük. Keşke olmasa ama bireylerin tepkileri elbette ki aceleci ve panikle olabilir, kurumların planlı hareket etmesi çok önemli. Bunun ne kadar önemli olduğunu yaşayarak görmüş olduk. Salgın yönetiminin de vazgeçilmezi; şeffaf, güvenilir ve planlı olmaktır.
Ramazan başladı, Türkiye toplumunun kimi geleneksel alışkanlıkları var. Bu süreçte, “Aman dikkat” dediğiniz hususlar neler?
Bizim şöyle bir algımız olmamalı: Tepe değerine çıktık, bundan sonra ne yaparsak yapalım inişe geçti. Kesinlikle böyle değil. Eğer böyle düşünürsek çok büyük hata etmiş oluruz. Elbette ki belli aşamalarla normal hayata dönüş yaşanacak. Fakat çok uzun bir süre, ‘Bu iş tamam, artık bitti’ noktasına gelmeyecek. Bunun ne kadar uzun süreceği ve normale ne zaman döneceğimizi önerilere ne kadar uyduğumuz belirler. Şimdi, bir de şöyle düşünelim; dışarıya uzunca bir süredir çıkamayan bir topluluk var: 20 yaş altı öğrenciler ve büyükler… Bu kişiler bir aşama sonra dışarı çıkmaya başlayacak. Biz eğer haftalardır yapmaya çalıştığımız sosyal mesafe kurallarını ihlal edersek, evin temizliğine dikkat etmezsek, yine insanlarla her karşılaştığımızda sarılır öpüşürsek bu kişiler hastalanabilir. Bu kişilerin evde olmasının önemi neydi; bu kişiler hastalanmasın, hastanelerdeki kapasite, hastalanacak kişilerin hepsine hizmet verebilsin, çok fazla olmasın ki bir kapasite sorunu yaşamayalım. Bunun için uğraşıyorduk. O zaman bir süredir evinde olan ve mikropla karşılaşmamış kişilerin çok hızlı biçimde hastalanması mümkün olabilir. Bu bizim istemediğimiz bir nokta olarak karşımıza çıkacak. Rahatlama, ferahlama, gevşetme duygusunu mümkün olduğunca geç döneme bırakmalıyız. Önlemler sadece merkezi olarak alınmamalı. Bizler de kalabalık halinde bir araya gelmemeye, bir araya geldiysek ise uzunca bir süre sosyal mesafe kurallarına uymaya çalışmaya önem vermeliyiz.
Gündemin en çok konuşulan başlıklarından birisi Covid’e karşı geliştirilmesi beklenen aşı ve ilaçlar… Aşı ve ilaç çalışmalarıyla ilgili kamuoyunda bir bilgi kirliliği olduğu aşikâr. Ülkedeki çalışmalar ekseninde ne söylemek gerek?
DSÖ Genel Direktörü [Tedros Adhanom Ghebreyesus] en başından itibaren pek çok kez ‘18 ay’ ifadesini kullandı. Bir laboratuvarda aşı geliştirilmiş ve ilk çalışmalarda olumlu sonuçlar alınmış olabilir. Ama bu bizim aşıya bugünden yarına aşıya ulaşacağımız anlamına gelmez. Şu anki bilimsel yayınlarda, ‘Bu işin aşısı bulundu’ diye bir bilgi yok. Her biri farkı aşamadaki çalışmalar devam ediyor. Umutsuzluk çıkarmayalım ancak bir aşı, çok iyi bir aşamaya gelmiştir ama antikor yanıtı istediğiniz düzeyde değildir. Veya antikor yanıtı yüksektir ama hemen düşüyordur ve o antikorlar virüsün istediğimiz yerine istediğimiz kadar etkili olmuyordur. Yani çok kolay değil ve uzun aşama gerektiriyor. Almanya’da ve İngiltere’deki çalışmalarda da şu anda yaygın kullanılabilir risk grubuna uygulanabilir bir aşı yok. Türkiye’de çalışma yürüten kişiler her hafta bir şey buluyorlar. Bu da mümkün değil. O hafta, ‘bunu buldum’, ‘bu hafta başka bir şey buldum’ mümkün değil. Bu çalışmalar çok kolay çalışmalar değil. Gerçekten de 4 aydır görülen bir hastalık için ‘Ben etkili aşıyı buldum’ demek çok mümkün değil. Bu virüse özgü aşı ve ilaç demek aylar süren çalışma gerektiriyor. Bugünden yarına sonuç verecek bir çalışma olması bu takvimde çok mümkün değil.
Salgın nedeniyle yüksek risk grubunda yer alan kronik hastalığı olan yurttaşlar, tedaviye erişimde kimi sıkıntılar yaşıyor. Onların tedavi süreci nasıl işliyor? Durumları ne?
Hastaneye başvurularda da sağlık kuruluşlarına başvurularda da gerekli önlemleri alarak bir yol izlemeleri gerek. Zaten şu anki işleyiş de böyle. Covid hastaları için hastaneye girişten itibaren bir düzenleme yapılmış durumda. Yani burada evdeki inşalarda Covid dışı nedenle sağlıklarını tehlikeye atacak kadar uzun kalmış olmasınlar. Bunu da istemiyoruz. Kanseri olup takip edilen bir hastanın da tetkiklerinin eksik kalmaması gerekir. Çünkü bir süredir bizler söylüyorduk, ‘gerekmedikçe hastaneye gelmeyin’ diye ama artık yavaş yavaş bu tür hastalıklar için gerekli tetkiklerin yapılması süreci başlıyor. Tedavileri hiçbir zaman durmadı ama daha aktif bir yol izlenecektir diye düşünüyorum.
Birgün
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol