Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Dönemi Başlıyor

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Dönemi Başlıyor
Güncelleme:

Bugüne kadar vekalet dönemiydi... Türkiye'de çok boyutlu entellektüel bir "asil Başbakan" göreve başlıyor...

Ahmet Davutoğlu, AK Parti’nin dört kurucusunun tümünün şahsen var olmadığı bir seçimde büyük bir zafer kazanarak, 2011 yılından bu yana sürekli mutlak sayı olarak düşme eğilimi gösteren Parti’nin oylarını 23.500.000’a çıkartıp, % 49,5’luk bir oranla 1 Kasım 2015 seçiminde AK Parti Genel Başkanı olarak rekor kırdı. Medyatik kalemşörler ne derse desin 1 Kasım zaferi tümüyle Ahmet Davutoğlu’nun eseridir. Çünkü 2011’den 7 Haziran 2015’e kadar çöküş yaşayan AK Parti, onun yeni vizyonuyla canlılık kazanmıştır.

Gelecek dört yılın Başbakan’ı olarak da Türkiye siyasi tarihine bu zaferin gücüyle önemli bir imza atacaktır.

Yeni dönemin başında, dört yıl sonra yeni bir seçimde değerlendirmek üzere, stratejik derinliğe korkusuzca bakarak Türkiye’ye yeni bir paradigma kazandırmış olan Davutoğlu’nun şahsi derinliğine göz atılırken unutulmaması gereken bilgileri gün ışığına çıkarmak önemli olmaktadır.

screenshot_7-014.jpgKimisi bilge-kral; kimisi stratejik derinliğin filozofu, kimisi “sıfır komşunun” mucidi ve Türkiye’yi Orta Doğu bataklığına atan adam, kimisinin de Tayyip Erdoğan’ın kuklası ve “stajyer Başbakan” olarak nitelendirdiği Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu kimdir?

Babası Mehmet Davutoğlu, Konya’nın verimli ve sufi mütedeyyin kaynağından fışkıran bir İç Anadolu bilgesi. Kurduğu nakliye şirketi ve dernekle, çevresini ve ailesini koruyup kollaması ile politikaya mesafeli, fakat düşünce ve icraata hevesli bir yerel önder. Hayatının önemli bir kısmını İstanbul Fatih’te geçirdiği halde, doğduğu topraklara yabancılaşmamış biri. Ahmet Davutoğlu’nu da İstanbul’un en iyi okullarına gönderiyor; memleketinin en derin gelenekleri ve töreleriyle büyütüyor. Konya Taşkent’in köylerinde İmam Hatip Lisesi’ne burslu öğrenci kaydettirmek için kurulan dernek için çalışırken, kalp krizi geçirerek ölen bu yerel bilge kişiden, bir “kral filozof” nasıl oluşuyor; Türkiye’nin yeni Başbakanının hayatı bunu anlatıyor.

screenshot_9-011.jpgAnnesini dört yaşındayken kaybediyor Ahmet Davutoğlu. Mehmet Bey’in evlendiği Safure Hanım Ahmet’e kendi oğlu gibi bakıyor ve Ahmet de analığına içten bir anne sevgisi ile bağlanıyor. Bilinçaltındaki bu gerilimli ancak ikame edici yer değiştiren sevgiden doğan ikilemli bir benlik oluşumu, Ahmet Davutoğlu’nun sadece özel hayatında değil, tüm yetişme ve yetişkinlik çağına damgasını vuracak, hep ikili bir çekimin kutuplarında yaşayacaktır.

Babası ticaretle uğraşan muhafazakâr bir İç Anadolu sufisi iken, Ahmet Türkiye’nin en Batılı okullarından ikisinde, hem iki yabancı dil hem de Batı kültürünün içine gömülüyor: İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi. Almanca ve İngilizceye daha sonra Arapçayı da ekleyecek ve oryantalizmin tuzağına düşmeden entelektüalitesini güçlendirecektir. screenshot_10-007.jpgOturduğu semtin ve ailesinin Türk-İslam ağırlıklı havası ile okuduğu okulların Avrupa-Hıristiyan eksenindeki yüksek niteliği, aynı zamanda Fatih semti ile modern medyanın atardamarının attığı Cağaloğlu arasındaki çocukluk çağında severek ve öğrenerek yürüdüğü o tarihi yol Fatih Sultan Mehmet’in Rumeli Hisarı’yla birleşiyor. Bu yol, genç Ahmet’de, sadece ikili bir zihinsel sentez değil, çoklu bir bakış açısının oluşumlarını filizlendiriyor. Sanki Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana tüm Türkiye tarihinin müze yolu olan Fatih-Cağaloğlu güzergâhı, kah Veznecilerden Yeniçeri odalarına, kah Patronalı Halil’in hamamından Abdülhamit’in türbesine, bazen de belki Süleymaniye Külliyesine ve Kapalı Çarşıya uzanıyor, oradan da İstanbul Erkek Lisesi’nin tam karşısındaki Cumhuriyet gazetesinin antigonizmasına ve Lise’nin eski Düyunu Umumiye binası olmasından kaynaklanan iç ezikliğine. screenshot_11-007.jpgBütün bunlar Ahmet Davutoğlu’nda oluşan çoklu donanımın mekânsal bilinçaltı haritasını oluşturuyor. Üniversiteyi ise bu yolun kronolojik başlangıcı olan Rumeli Hisarı’nın hemen yanındaki eski bir Amerikan okulu’nda, Boğaziçi Üniversitesi’nde okuması sanki artık tam bir tepe noktası, bir zihinsel kreşendo. Düşüncesi ile bulunduğu, gezdiği, gördüğü, öğrendiği, yaşadığı mekanlar arasında bu kadar sıkı bir ilişki içinde düşünsel  bir yapıya varmış olan bir başka entelektüel var mıdır, insanın sorası geliyor.  Lisesi Alman Humbolt üniversite geleneğinin jimnazyumu ve bir çöküş mabedi-Duyunu Umumiye; üniversitesi Batı ve Anglo-Sakson dünyasının Robert Kolejinden devşirme Boğaziçi, bir yanı Aşiyan, bir yanı Rumeli Hisarı.  Kökeni Konya; ailesi Fatih’li. İşte size kral-filozof Ahmet Davutoğlu: Sufi gelenekle Sofist geleneğin mutlak paralelleşmesi.

screenshot_12-004.jpgAhmet Davutoğlu’ndaki en önemli düşünsel ve eylemsel belirlenim işte bu iki paralel çizginin ikisinin de giderek kalınlaştıkça birbirlerine değerek büyük tek bir çizgi olması.

Meselenin anahtarı ise şu; İç Anadolu sufiliğinin Fatih eksenli İslam muhafazakârlığından geçerek ama hiç değişmeyerek vardığı Batılı noktaya eğer Fatih-Cağaloğlu-Hisar Üstü güzergâhındaki kutuplardan geçerek varmamış olsaydı Ahmet Davutoğlu, birçok akranı gibi düşünsel ve eylemsel etkinliğini bir reddiye biçimine dönüştürecek, ya İslam ya da Batılılığın modernitesini inkâr haline bürünebilecekti. Ama olmadı: Ahmet Davutoğlu’nda bu süreç bir sarmalama ve denkleştirmeye dönüştü; her ne kadar yer yer modernitenin yıkımından bahsetse de, politik bir açmazın içindeki söylemden çok ayrı bir eylemselliğe vardı.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: 2015 yılından sonraki çalkantılı olabileceği çok belirgin olan dört yıla güvenle damgasına vuracak olan bir Başbakanın işte bu çokluluğun merceğinden dünyaya ve kendine bakması belki de tezatlar dolu Türkiye’sinin hem bir manzara-i umumiyesinin şahıslaşmış halini, hem de belki sahip olunabilecek en optimum yönetim tarzını oluşturacak.

Ahmet Davutoğlu kuşkusuz iktidara yürüyüşünde yalnız değildi. Ancak AK Parti ile de çok fazla örgütsel ve düşünsel bağ kurmadı. Daha çok danışmanlık gibi biraz mesafeli bir işbirliği, doku uyuşmasıyla örgütsel bileşime dönüştü. Bu süreçte Davutoğlu’nın en önemli mentoru Prof. Dr. Ömer Dinçer idi.  Ahmet Davutoğlu’nun, AK Parti iktidarının önemli isimlerinden Ömer Dinçer ile yolu Konya’da kesişiyor. Muhtemeldir ki, her ikisi aynı yola koyulmuşlar, aynı dergâhlarda soluklanmışlar; aynı hocalardan feyz almışlar; hemşerilik ile akademisyenlik arasında kurulan bağın, bir de aynı yollardan geçmiş olmanın beraberliğini yaşadılar. Aynı kooperatiften villa sahibi oldular; aynı kabinede bulundular, aynı yazarları okudular. Eşleri birbiriyle aynı modacıya gidecek kadar yakındılar; aile dostuydular.

Ama onları asıl çakıştıran ve her ikisine de AK Parti yolunu açan yer Beykent Üniversitesi idi. 1995 yılında Malezya İslam Üniversitesi’nden Türkiye’ye dönen Ahmet Davutoğlu, hemen daha önce tanıdığı ve yoldaşı Prof. Dr. Ömer Dinçer tarafından Marmara Üniversitesi’ne yerleştirilmişti. O sıralarda Ömer Dinçer, Beykent Üniversitesi’ni doğuran yükseköğrenim kurumu olarak kurulmakta olan Liverpool John Moores Üniversitesi/Beykent İleri Eğitim Kurumu’nun da ilk Mütevelli Heyeti Üyesi olmuş, daha sonra, Tayyip Erdoğan’a danışman olmak için kurumdan ayrılmıştı. Fakat screenshot_13-007.jpgBeykent Üniversitesi ile ilişkisi devam ediyordu. Bu üniversitede, Ömer Dinçer ile Ahmet Davutoğlu’nun kadim dostluğu, işte 28 Şubat dönemine evrimleşecek olan 1995 yılında artık ayrılmaz bir biçimde perçinleniyordu. 1997 yılında Beykent Üniversitesi resmen kuruldu ve Ömer Dinçer bu üniversitenin Mütevelli Heyeti danışmanlığına getirildi; bu pozisyonu daha sonra Dekanlığa ve Rektör Yardımcılığına dönüşecek ve Malezya’dan biraz da parasız ve güvencesiz olarak 28 Şubat kasırgasının ortasında dönen Ahmet Davutoğlu ailesinin ekonomik sorunlarına bir çözüm olacaktı. Aile,  daha henüz muayenehane açmamış olan eşi Jinekolog Dr. Sare Davutoğlu’nun hiç denecek cüzi kazancına ve ebeveyn desteğine ve kadro sorunları olan Marmara Üniversitesi’ndeki part-time derslerinden Ahmet Davutoğlu’nun aldığı çok cüzi bir ücrete bakıyordu. Üstelik dönemin İslam eğilimli bir akademisyenine bakış açısının yarattığı tehdit, ona üniversitede fazla hareket alanı da bırakmıyordu Ahmet Davutoğlu’na. Dışişleri Bakanı olduğunda Ahmet Davutoğlu Beykent günlerini unutmadığını söyleyecekti etrafına. Açıkçası, hem akademik hem de ekonomik olarak Beykent Üniversitesi olmasaydı, Davutoğlu ailesi belki daha sonra çözebilecekleri bazı parasal ve güvence sorunlarını, daha önceden çözme ve görece bir güvence altında yaşama imkânına kavuştular ve bu da ailenin her iki tarafı açısından daha özgür ve sağlam olabilmelerini ve bugünlere daha kolay gelebilmelerinin yolunu açtı.

screenshot_14-004.jpgBeykent Üniversitesi’nde profesör oldu; dünya literatürüne giren ve Harp Akademileri’nde 2004 yılından bu yana okutulan kitabı Stratejik Derinlik’i bu üniversitede yazdı.

Ahmet Davutoğlu, öğrencilik yıllarının erken dönemlerinden başlayarak hem Hegel, Kafka, Brecht gibi Batılı klasikleri okumuş,  Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’nı adeta ezberlemiş; mekanik bulsa da Stalin’in Diyalektik ve Tarihi Materyalizmi’ni diğer Marksist klasiklerle birlikte adeta hatmetmişti, hem de Sufi, geleneğin damarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar ile başlayan Türk ve Doğu edebiyatı ve felsefesi macerası, Fuzuli’den Farabi’ye uzanıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’ne geldiğinde içinde bulunduğu öğrenci kümesinin çok üstünde bir entelektüel birikime sahipti. İslamcı bir davranışı açıkça sergileyemese de, tarzı ve görünüşü itibariyle arkadaşları ona saygı ile karışık bir küçümseme ile bakıyorlardı. Burada Prof. Dr. Şerif Mardin’in en sevgili ve kolladığı öğrencisi olmuştu. Bütün akademik kariyerini Şerif Mardin ilişkisine borçludur dense abartı olmayacak bir ilişki içindeydiler. Kökeninde İç Anadolu evliyalarından oluşan bir temel vardı. Bu çoklu birikim, Batı-Doğu/Materyalist-İlahiyat birikimi, bugünlerin sorunlarının ortasında şaşkınlaşan tüm ülkelerin adeta isteyip de elde edemedikleri bir analiz çerçevesi sunacaktı daha sonra başta Tayyip Erdoğan olmak üzere o zamanın iktidardaki AK Parti yöneticilerine. İşte danışmanlığını garantileyen ve adeta AK Parti paradigmasının kitabı olan Stratejik Derinlik, kendisine güvenceli bir ortam sunan Beykent Üniversitesi olmasaydı, yazılabilir miydi, bilinmez.

Davutoğlu’nun 1999 yılında başlayan Beykent Üniversitesi günleri, yine Ömer Dinçer tarafından dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile tanıştırılmasına kadar sürdü. 2004 yılından itibaren Ankara’ya taşınarak, Başbakan’ın dış işleri konularında en yakın danışmanı oldu. Zaten, bilgi birikimi, çok boyutlu bakış açısı ve sentezleme kabiliyeti açısından bu görev ona göre biçilmiş kaftandı adeta.

screenshot_15-001.jpgProf. Dr. Ahmet Davutoğlu şimdi haz alarak öğrencilik ve hocalık yaptığı iktisat, siyaset ve uluslararası ilişkilerin akademik alanını doğrudan Türkiye’nin direksiyonundaki kişi olarak pratiğe dönüştürecek; üstelik artık bu pratik içinde 10 yıldır çeşitli aşamalardan ve sınavlardan geçerek deneyimlediği uzun ve yoğun bir yaşanmışlık var.

Denebilir ki, Ahmet Davutoğlu gibi mutfakta terlemiş, ustalardan deneyim kazanmış ve bu deneyimi ülkenin zor koşullarındaki sınavlardan geçerek taçlandırmış ve tam anlamıyla usta olmuş bir Başbakanı Türkiye daha önce hiç görmedi. İsmet İnönü dahil, daha önceki hiçbir Başbakan iktidarın içinde dövüle dövüle yine aynı iktidarı tarihinde görülmemiş bir zafere ulaştırmadı. Tayyip Erdoğan’ın 2010 yılından başlayan tıkanıklığını açarak başlıyor yeni döneme Davutoğlu. Bizlere, Türkiye yurttaşlarına, dört yıl sonrasına hazırlanan çok çalışkan ve birikimli bir öğrenci kimliği sunuyor Türkiye’nin yeni Başbakan’ı. Üstelik Başbakanlık koltuğunu kendisinden devir alacak. Şurası muhakkak ki, ona verilen milli irade desteği ve geçmişindeki her türlü zorluğu yenmesini bilen kişisel iradesi ve çoklu entelektüel birikimi ile ve ona bu ortamları yaratan geçmişteki destekçilerini hiç unutmadan yeni Türkiye’nin Başbakanı olacak.