Gül’ün eski danışmanından dikkat çeken ifade

Gül’ün eski danışmanından dikkat çeken ifade
Güncelleme:

Gazeteci Fehmi Koru, Ali Babacan ve Abdullah Gül tarafından kurulacağı belirtilen yeni parti yapılan 'ihanet' açıklamalarına tepki göstererek "Herkes kendi yoluna giderse bunun yararı bile olabilir" açıklamasında bulundu.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı ve yakın arkadaşı Fehmi Koru, Ali Babacan tarafından kurulacağı belirtilen yeni parti ile ilgili AK Partili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'ihanet' açıklamasında bulunmasına tepki gösterdi.

Koru, "‘İhanet’ sözcüğü gibi ağır bir ifade de yerine oturmuyor zaten. Siyasi hayatta ayrılmalar genellikle görüş farklılıklarından meydana geldiğine göre, başlangıçtan sonra değişmeler her zaman rahatsızlık duyan kişide görülmüyor; çoğu kez siyasiler partilerinin çizgisi zaman içerisinde değiştiği için ondan kopma ihtiyacı duyuyorlar. Öyle bir durumda kim kime ‘ihanet’ etmiş oluyor?" ifadelerini kullandı.

Fehmi Koru’nun blogundaki yazısı şöyle:

Birlikte yola çıkan ve aynı amaç etrafında birbirlerine destek vererek faaliyet gösteren insanlar, aralarında görüş farkları belirdiğinde, ne yapmalılar?

Görüş farklarına rağmen yola birlikte devam mı etmeliler?

Fark daha da arttığında bu durumu başkaları öğrenmesin diye çaba mı göstermeliler?

Kendi görüşlerinin daha doğru olduğuna inandıkları ve sessiz kalmaları yanlışta olanların çabasıyla, yakınlarında bulunanlara ve dışarıya, esas yanlışta olanın onlar olduğu biçiminde yansıdığını ve birlikte yürümenin artık etrafa zarar da vermeye başladığını gördükleri halde sessiz mi kalmalılar?

Hiçbir zaman ayrılmayı düşünmemeliler mi?

GERÇEKLER VE TAHAYYÜLLER

Ticari hayatta ortaklıkların uzun ömürlü olmadığı, kardeşlerin dahi şirketlerde kapıyı vurup çıkabildiği, ‘iyi günde kötü günde’ her zaman birlikte olunacağı sözüyle kurulan evliliklerin de çoğu kez boşanmayla sonuçlandığı bir ülkede yaşıyoruz.

İnsanlar çok basit sebeplerle birlikteliklere son verebiliyorlar ülkemizde.

Ancak siyasete gelince, siyasilerin tahammüllü olmaları, görüşlerde farklılaşma başladığında sessiz kalmaları, ille ayrılacaklarsa bunu sessizce yapmaları bekleniyor. Aksi takdirde suçlamak için haklarında kullanılan en hafif sözcük ‘ihanet’ oluyor.

Oysa siyasi hayat içerisinde yer alanların da tahammüllerinin sınırlı olduğunu biliyoruz. O sebeple, çok partili hayata geçildiği ilk günden başlayarak günümüze kadar içinde yer aldıkları -hatta kurucusu oldukları- partilerden kopanlar her zaman oldu.

Yalnız bizde değil başka ülkelerde de partiler doğurarak yeni partilere geçit verdi, veriyor.

En son örneklerinden biri, vaktiyle MSP-Refah ve Fazilet çizgisinde siyaset yapmış insanlar tarafından kurulmuş olan AK Parti. Daha yakın zamanlarda da, kurucu kadrosunun büyük bölümü daha önce MHP’de bulunmuşlardan oluşan İYİ Parti öyle vücut buldu. Günümüzün CHP’si tarihini Cumhuriyet öncesine götürse bile, CHP’nin 12 Eylül (1980) darbesi sonrasında kapatıldığını ve bugüne kadar pek çok kez isim değiştirerek yeni halini aldığını biliyoruz.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok: Siyasetçiye “Sık dişini, partin veya sen farklılaşmış bile olsan birlikte kalmaya devam et” demek dünyanın ve ülkemizin gerçeklerine uymuyor.

‘İhanet’ sözcüğü gibi ağır bir ifade de yerine oturmuyor zaten. Siyasi hayatta ayrılmalar genellikle görüş farklılıklarından meydana geldiğine göre, başlangıçtan sonra değişmeler her zaman rahatsızlık duyan kişide görülmüyor; çoğu kez siyasiler partilerinin çizgisi zaman içerisinde değiştiği için ondan kopma ihtiyacı duyuyorlar.

Öyle bir durumda kim kime ‘ihanet’ etmiş oluyor?

Yolda değişime uğrayan siyasi kurumla arasına farklılıklar girmiş olan kişilerden bazısı buna rağmen yollarına partilerinde kalarak devam ediyorlar. Her partide o durumda olan kişiler var. Bazısı kan kusuyor, sorulduğunda “Kızılcık şerbeti içtim” havasına bürünüyor. Çoğu artık bulunduğu yerde kalmaması gerektiğini bildiği halde sessiz kalarak idare etmeye çalışıyor. Kopmayı göze alabilen pek az kişi çıkabiliyor siyasette.

Bu durumun da ayrıntısına girmek istemediğim anlaşılabilir sebepleri var.

HERKES KENDİ YOLUNA GİDERSE...

İçine sindiremediği bir ortamda partisinde kalmaya devam eden kişilerin o partiye bir yararı olmayacağı açık. Hele bir de vaktiyle üstlendiği görevlerde başarılı olmuş birileri söz konusuysa, o kişilerin oradaki varlıkları şimdilerde onların konumlarında bulunanlarla mukayese edilmelerini getirebileceği için partiye zarar bile verebilir.

Zihinlere gelebilecek “O başarılı insanlar neden geri plana itildiler, neden şimdiki başarısız tipler ön planda?” sorusunun incitici olduğu kadar oyları azaltıcı etkisi de olabilir. 

Başarılı olduğu halde itilmiş-kakılmış duruma düşürülmüş siyasilerin farklılaşma sonucu partilerinden kopup kendilerine siyasette yeni ufuklar aramalarının bir mantığı da var. Halkın terazisi ara sıra yanlış tartsa bile bazen doğru da tartıyor; kendini yönetecekleri tercih edeceği seçimlerde oy pusulasında farklı seçenekler bulunması insanların sisteme güvenlerini de artırabilir.

Şu sırada yapılan kamuoyu yoklamalarında güven skalasında siyasi kimliğe sahip olanlar yine alt sıralara düşmeye başladı.

Yeni yapılan bir saha araştırmasında ‘kurumlara güven’ sıralamasında ‘politikacılar’ 15 kurum arasında 12. sırada yer alıyor; puanları 10 üzerinden sadece 3,2; Aralık 2007’de puanları yine 10 üzerinden 6,3 olduğu halde… [Bilginiz olsun: Aynı araştırmada ‘kurumlara güven’ açısından medyamız 3,3 oranıyla 10. sırada; o da 2007’deki 6,6 puandan buraya düşmüş durumda.]

‘İhanet’ sözcüğünü kullanmayı aklımızdan bile geçirmeyelim. Görüşler arasında farklılaşma belirdiği için içinde yer aldığı partide kendisine yer kalmadığını anlayarak değişik arayışlar içerisine giren siyasiler için kullanılacak en son sözdür o çünkü.

Rekabet yalnızca ticari hayatta, serbest piyasa ekonomisinde önemli değildir; rekabetin siyasi hayatı iyilikte yarışa dönüştürücü bir etkisi de vardır.