ANAR Başkanı: ''Erken seçimi MHP ister AK Parti kabul eder''
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone OlAK Partili Beşir Atalay’ın kurucusu olduğu ANAR raştırma şirketinin başkanı İbrahim Uslu, genel yayın yönetmenliğini Başbakan Yıldırım'ın başdanışmanı Abdülkadir Özkan'ın yaptığı dergiye çok konuşulacak tespitlerde bulundu.
Başbakan Yıldırım’ın başdanışmanı Abdülkadir Özkan’ın genel yayın yönetmenliğinde yayımlanan Yörünge dergisine konuşan İbrahim Uslu, beklentisini şöyle anlattı:
“MHP, parlamentonun artık misyonunu tamamladığını yeni dönemin bir an önce başlaması gerektiğini söyleyip erken seçim talep edebilir. Bu talebi AK Parti’nin reddetmesi için hiçbir neden yoktur. Temmuz ayında erken seçim kararı alıp, yaz boyunca kampanya yapıp sonbaharda da seçime gidebilir. AK Parti açısından rasyonel olan bu şekilde hareket etmesidir.”
İşte Yörünge’den Mürselin Tan’ın ANAR Başkanı İbrahim Uslu ile konuştukları:
Geçtiğimiz aylarda sizin erken seçimle ilgili bir öngörünüz vardı. Gelinen süreçte Cumhur İttifakı diye tanımlanan ittifak yasalaştı. Artık seçimin önünde herhangi bir engel kalmadı. Cumhur İttifakı’nın yasal bir zemine oturduğu dikkate alınırsa aynı kanaatte misiniz? 2018 sonbaharında bir erken seçim beklentiniz devam ediyor mu?
Son gösterge kaldı. O da AK Parti’nin kongresini öne çekmesi. Bu da zikredilmeye başlandı artık. Parti sözcüleri tarafından en son Sayın Hayati Yazıcı bunu dillendirdi. Dolayısıyla benim öngörüm yine 2018 Kasım ayında, 3. havalimanı açıldıktan sonra bu seçimin yapılacağı yönünde. Tabii bu bir bilgiden çok bir analiz mahiyetinde. Bence doğru olan ve AK Parti açısından rasyonel olan bu. O yüzden ben baştan beri bunun altını çiziyorum. Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin yerel seçimden önceye alınması gerektiğini ilk zikredenlerden biri benim. AK Parti geleneksel olarak yerel seçimlerde genel seçimdeki oyun altında oy alıyor. Yerel seçimlerde bir iktidar ve istikrar meselesi olmadığı için seçmenler daha merkezkaç tercihlerde bulunabiliyorlar. Daha küçük partilere ya da alternatif partilere yönelebiliyorlar. Bu yüzden AK Parti genel seçimlerde %50’ye yakın oylar alırken, yerel seçimlerde 42-43 aralığında dolaşıyor. Yani 6-7 puanlık, bazen 8 puanlık bir makas açılıyor. Yerel seçim öncesinde, diyelim ki daha önceki seçimlerdeki gibi %42 oy alsa, bu durum tabanı da seçmeni de olumsuz etkiler. Ayrıca muhalefeti çok motive eder. AK Parti %40’lara düştü o zaman haydi bastıralım diye. Oysa ki tersi olacak olursa yani Cumhurbaşkanlığı seçimini öne alıp, ilk turda kazanıldığında bambaşka bir durum ortaya çıkar. Bizim araştırmalarımıza göre cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turda bitiyor. Parlamentoda iki parti bir araya geldiği için büyük bir çoğunluğa ulaştıktan sonra yerel seçimler artık formalite seçimlere dönecek.
"ŞU AN PARTİ İÇERİSİNDE BUNLAR KONUŞULUYOR"
AK Parti bu analizleri yapabilecek tecrübeye sahip bir parti. Ben o yüzden yaptığı bütün hazırlığa bakınca tüm bunların genel seçim hazırlığı olduğunu hissediyorum. Bu süreç ilk olarak taşeron düzenlemesi ile başladı. Bundan da önce kongrelerini öne çekti. Kamuoyu belki farketmedi ama AK Parti, kongrelerini olması gerekenden çok öne aldı. Genel kongre tarihini henüz açıklamadılar ama il ve ilçe kongrelerini çok öne çektiler. Arkasından taşeron düzenlemesi geldi. Derken sayın Bahçeli önce baraj tartışmasını başlattı. İttifak sürecine girildi. Bu süreç hızla yasalaştı ve parlamentodan geçti. Hükümetin tavırlarına bakıldığında, aslında seçim için gerekli bütün hazırlığı yaptı ve yapmaya devam ediyor. Normalde AK Parti’nin Kongreyi Eylül ayında yapması gerekiyor. Onu daha önceye mesela yaz başına çekebilirler. Ancak takvim de sıkıştı. Ramazan geliyor. Ramazan’da istemiyorlar. Dolayısıyla Ramazan bayramının sonuna kalabilir. O da Haziran’ın 2. yarısı ya da Temmuz’un ilk haftası gibi görünüyor. Şu an parti içerisinde bunlar konuşuluyor.
Cumhurbaşkanı geçenlerde erken seçim iddialarını net bir biçimde yalanladı. 2019’dan önce seçim yapılmayacağını ilan etti. Bir tür siyasal taktik mi sizce?
Ben böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü erken seçimler bir şekilde ihsas edilecek olursa arkasından piyasaların buna vereceği bir reaksiyon olacak. Şu konjonktürde böyle reaksiyonlarla karşılaşmak istemiyorlar. Kendi pozisyonu açısından doğru davranıyor. Bir de şimdiden elini bağlamak istemiyor. Yani biz erken seçime niyetlendik dediğinde erken seçim kararını ne zaman alacaksınız sorusuyla muhatap olacak. Temmuz’da alacağız denildiğinde peki neden şimdi değil de Temmuz’a kadar bekliyorsunuz? Bunun bir rasyonalitesi yok. MHP açısından da bir an önce artık seçime gidilmesi gerekiyor. Erken seçim AK Parti’ye kıyasla MHP’nin parti politikaları açısından daha elzem. Çünkü şu ana kadar MHP sürekli veren parti konumunda. 15 Temmuz sürecinden beri hükümeti sürekli destekliyor. Ve karşılığında hiçbirşey almıyor. Sadece milli duruş yaklaşımıyla bu pozisyonunu tabanına anlatmaya çalışıyor. Ama tabi “sürekli ver ver nereye kadar” şeklinde soru işaretleri teşkilatların ve tabanın zihninde uyanmaya başlayabilir. Parti tabanında “biz bunu niçinyapıyoruz?” seçim 2 sene sonra. Biz 2 sene boyunca AK Parti’yi desteklemeye devam mı edeceğiz? Biz niçin MHP’liyiz? şeklinde eleştiriler var. Bir süre sonra böyle değerlendirmeler yaygınlaşmaya başlar ve parti içinden birileri bu argümanı kullanabilir.
"GELİN BU NİŞANLIK SÜRECİNİ BİTİRELİM"
Bu açıdan bakıldığında MHP için doğru olan ilk önce statünün netleşmesiydi. O yüzden çok hızlı bir biçimde bu ittifaklar yasal çerçeveye kavuşturuldu. Ondan önce böyle bir zemin de yoktu. İttifak yapıyorlar ama bunun ne bir protokolü ne yasal bir zemini vardı. Şimdi son gelişmelerle yasal zemin de oluştu.
O zaman makul olan, erken seçim teklifinin MHP’den gelmesi…
MHP’nin yaz başına doğru artık gelin bu nişanlılık sürecini bitirelim ve resmen bu ittifakı oluşturalım şeklinde bir öneriyle geleceğini düşünüyorum. MHP, parlamentonun artık misyonunu tamamladığını yeni dönemin bir an önce başlaması gerektiğini söyleyip erken seçim talep edebilir. Bu talebi AK Parti’nin reddetmesi için hiçbir neden yoktur. AK Parti de “aslında bizim niyetimiz süreyi sonuna kadar kullanmaktan yana ama ortağımızın da haklı gerekçeleri var, bu sebeple erken seçime gidiyoruz” diyebilir. Temmuz ayında erken seçim kararı alıp, yaz boyunca kampanya yapıp sonbaharda da seçime gidebilir. Rasyonel olan AK Parti açısından bu şekilde hareket etmesi. Daha önlerinde uzun bir zaman varken önümüzdeki sene yapılabilecek bir takım girişimleri şimdiden yapıyor olmaları kanaatimce erken seçimin göstergeleri.
İttifak bugün her ne kadar yasal bir zemine oturmuş olsa da 16 Nisan referandumunda zımni bir koalisyon ve ittifak vardı. Ama referandumun sonuçlarına baktığımızda 51.4 civarındaki oy oranı iki partiden birinin mutlak suretle fire verdiğini gösteriyor. Liderler merkezli var olan bu ittifakın aslında 16 Nisan referandumunda tabana yansımadığı eleştirileri vardı. Böyle iddialar var. Kasım’da ya da 2019’da yapılacak seçimlerde ittifakın tabana ne kadar yansımasını bekliyorsunuz?
Şu anki ölçümlerimiz referandumdaki kadar yansıyacağı yönünde. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sayın Erdoğan yeniden aday olursa kendisine oy verir misiniz sorusunu sorduğumuzda, aşağı yukarı referandumdaki evet oyları kadar bir destek var yaptığımız anketlerde. Dolayısıyla referandumda parti tabanları nasıl tepki verdilerse aşağı yukarı o tepki ya da tutumlarını sürdürüyorlar. Yani AK Parti MHP ittifakı, parlamentoda 1+1=2 edebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 1+1=2 etmeyecek. Biraz küçük bir rakam edecek. Şu an için biz parlamento oylarına baktığımızda bu ittifakın %55’lerin üzerine çıkabileceğini görüyoruz. İki partinin oy toplamları, %55 %56 arasında bir rakama ulaşıyor. Ama cumhurbaşkanlığı seçimi araştırmalarında aynı deneklere baktığımızda bu sefer %51,5 %52 arasında oy geleceğini görüyoruz. Zaten halihazırda Cumhur İttifakı, 16 Nisan referandumundaki kadar taban tarafından destekleniyor. 16 Nisan referandumunda her iki partinin tabanından da fireler oldu. Yeni seçimde de yine benzer şeyler yaşanmasını öngörüyoruz. Ama cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman olacak, o zamana kadar neler yaşanacak görmek lazım.
"İYİ PARTİ'Yİ NASIL GÖRÜYORSUNUZ"
İki partinin oyları yaklaşık %60 bandında değil miydi?
%55 %56 şu an. Biraz oy kaybettiler.
O oylar nereye gitti?
İYİ Parti’ye gitti. Hem MHP’den hem CHP’den hem AK Parti’den.
Bu denklemde İYİ Parti’yi nasıl görüyorsunuz?
İYİ Parti barajı aşıyor bizim gördüğümüz. Saadet Partisi gibi partilerle ittifak olursa daha rahat aşacak gibi görünüyor. Kurulduğu günden beri ben hep baraj civarında ölçtüm İYİ Parti’nin oylarını. 9 ile 11 arasında ölçüyorum. Ne bazılarının söylediği gibi öyle %15’ler %20’ler oldu ne de çok aşağılara düştü.
%3, %4 civarında gösteren kamuoyu araştırmaları var.
Biz hep 9-11 aralığında gördük. Hem de birbiriyle de tutarlı ölçtüğümüz için bulduğumuz sonuçlara güveniyoruz. Eğer dalgalanmalar olsaydı kendimizden şüphe ederdik ama dalgalanma yok.
Peki daha çok hangi tabanda bir kayma gözlemliyorsunuz İYİ Parti’ye? MHP tabanından mı?
Üç partiden de kayma oldu. En az AK Parti’den kaydı. CHP ve MHP’den de benzer oranlarda kaymalar yaşandı. Kabaca 4-4-3 diyebiliriz. Tabii küsuratlar var. Şimdilik %10, %11 aralığına giriyor. Ama üçünden de aşağı yukarı eşit paylar aldı. Zaten Akşener’in durduğu yer de öyle bir yer. CHP’nin sosyal demokrat olmayan ulusalcı seküler kanadından biraz oy alıyor. MHP’nin muhafazakar olmayan sahillerde yaşayan daha milliyetçi tabanından oy alıyor.
AK Parti’nin de liberal tarafından oy alıyor. İYİ Parti şu an biraz muhafazakar olmayan milliyetçi söyleme biraz da liberal söyleme sahip. Fakat söylemlerini çok netleştirmedi. O yüzden de beklediği oranda oylara ulaşamadı. Yani milliyetçi tarafı görünür bir biçimde olmakla beraber siyasal kimliğin diğer taraflarındaki seçmenlerce çok net algılanmış değil. Ama buna rağmen barajı aşacak derecede bir desteğe ulaştığını görüyoruz.
"İTTİFAK DEDİĞİMİZ ŞEY..."
Özellikle CHP tabanından İYİ Parti’ye kaymalar olduğu düşünüldüğünde şöyle öngörüler de var: Yerel seçimlerde İzmir özelinde İYİ Parti’nin çıkartacağı aday ile CHP’nin adayının çarpışacağı ve AK Parti adayının aradan sıyrılacağı söyleniyor. İYİ Parti yerel seçimlerde özellikle AK Parti lehine bir avantaja dönüşebilir mi?
CHP ile bu arada bir seçim ittifakı yapıp yapmayacağını bilmiyoruz ama CHP ile İYİ Parti arasında bir centilmenlik anlaşması ya da bir ittifak sağlanacak olursa sizin söylediğinizin tersi de olabilir. O zaman AK Parti rekabet edemez hale gelebilir. AK Parti ile MHP arasındaki ittifak yerel seçimlerde etkili olur. CHP ile İYİ Parti birbiriyle rekabet ederse Ege bölgesinde alışılmadık bir biçimde AK Parti’li ve MHP’li belediyeler görebiliriz. Yani siyaset önümüzdeki süreçte ittifaklara bağlı olarak süprizler yaşatabilir. AK Parti ve MHP arasındaki ittifakı biliyoruz. Fakat bu ittifakın yerel seçime nasıl yansıyacağını kimse bilmiyor. Parti genel başkanları ya da sözcüleri bu konuda bir açıklama yapmadılar.
İttifak dediğimiz şey şu an yasada sadece genel seçimle ilgili bir şey. Cumhurbaşkanlığında bir yasal çerçevesi yok. Gönüllü olarak biz destekleyeceğiz diyor. Ama o yasayla düzenlenen bir şey değil. İrade olarak aynı referandumdaki gibi parti karar alıyor. Biz bunu destekliyoruz diyor ve destekliyor. Daha önce de bir yasa olmamasına rağmen CHP ile MHP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir ittifak yapmıştı. 2014 yerel seçiminde de CHP ve MHP bir yasal çerçevesi olmaksızın tabanda uzlaşı içerisindeydiler. İstanbul ve Ankara’da özellikle birbiri ile rekabet etmediler. Ve MHP, CHP’nin adayını destekledi. Şimdi bütün bunlar sır değil. Ama 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde MHP ve AK Parti ittifakının nasıl çalışacağını bilmiyoruz. Birinci soru işareti bu. İkincisi CHP ile İYİ Parti’nin rekabet mi edeceğini yoksa bir ittifak ilişkisinde mi olacağını bilmiyoruz. Evet rekabet ederse Ege bölgesinde CHP’den oy alacak. Alıyor zaten onu görüyoruz. Ama ittifak da edebilirler. İşte bu sebeple siyasette önümüzdeki süreçteki denklemleri ittifaklar belirleyecek. Kim hangi düzeyde ittifak yapacak?
"SEÇİM BAŞARISIZLIĞI SONUCUNDA İYİ PARTİ DAĞILABİLİR"
Türk siyaseti orta ya da uzun vadede iki partili bir sisteme doğru kayıyor diyebilir miyiz?
İki partili sistemin biraz ötesinde birşey olur bence. Bu sistemde seçmenin büyük çoğunluğu iki partide yoğunlaşıyor. İngiltere parlamentosunda en son dört, beş parti vardı. Ancak iki güçlü siyasi ekolle birleşmeler oluyor. Bizde sağ tarafta bir birleşme olasılığı daha yüksek. Ben geçenlerde bir röportajımda Azerbeycan ile Türkiye arasında kullanılan “iki devlet tek millet” kavramına gönderme yaparak “iki parti tek taban” diye bir değerlendirme yapmıştım. Şimdi MHP ve AK Parti tabanı gerçekten birbirine çok yakınlaştı. Biz 15 Temmuz öncesinde seçmenlerin parti tabanlarının herhangi bir konudaki tutum ve algılarını ölçerdik. MHP seçmeni AK Parti seçmenine hiçbir zaman benzemez, CHP seçmenine daha yakın dururdu. Oysa 15 Temmuz’dan beri sürdülüren başarılı işbirliği sayesinde AK Parti ile MHP tabanı hiçbir konuda birbirinden farklı düşünmemeye başladı. Konu ne olursa olsun bu durum artık çok fazla değişmiyor. AK Parti ile MHP tabanının herhangi bir konuda destek ya da karşı olma oranları birbirine çok yakın duruyor. Neredeyse tabanda tek parti anlayışı sağlanmış. İdeolojik olarak da birbirlerine çok yaklaşıyorlar. Uzun vadede hiçbir fark kalmayan iki parti tabanı partiler üzerinde baskı yapabilir. Daha önce Anavatan, Doğruyol tabanlarının yaptığı baskı gibi. Ama solda problem var. CHP ile HDP arasında bir yakınlaşma çok mümkün görünmüyor. Sol birleşemiyor. Kürtçü bir boyut katılması nedeniyle HDP solu parçaladı. CHP %20 %25’de kalıyor. Daha marjinal sol var, onların da CHP’ye yakınlaşmaları şimdilik çok mümkün görünmüyor. CHP’yi solcu olarak bile değerlendirmiyor bunlar. Dolayısıyla sağda yakınlaşma ve birleşme daha olası bir senaryo olarak görünüyor. Zaten şu an İYİ Parti’nin başlattığı harekat olmasaydı sağ büyük oranda ittifakla birlikte hareket ediyor olacaktı. İYİ Parti sağı bölüyor ama hala sağdaki birlik çok büyük bir oranda olduğu için sağ çok güçlü. Aslında potansiyel katılımları da (BBP ve diğerleri) dahil ettiğimizde %60 ların üzerinde bir oy potansiyeline sahip. İYİ Parti realitesine rağmen hala sağda en az %50lik bir bloktan bahsediyoruz. Solu toplasanız bile ancak %35 yapıyor. Sol da iki parçaya ayrılmış durumda. Hatta küçük partileri de katarsanız çok sayıda parçaya ayrılmış durumda. O yüzden iki partili bir sistem Türkiye için çok mümkün görünmüyor. Bir CHP, bir AK Parti, bir Kürtçü parti ve onun dışında marjinal sol olacak. Burada nereye doğru evrileceği belli olmayan tek parti İYİ Parti. Çünkü İYİ Parti aslında bir sosyolojiyi temsil etmiyor. Sadece bütün partilerin mutsuzlarını toplayan bir parti oldu. Sadece mutsuzları kendisinde toplayan bir partinin uzun vadede kalıcı bir parti haline dönüşmesi kolay bir iş değil. Bir sosyolojiye oturması lazım. AK Parti, MHP, CHP ve HDP bir sosyolojiye oturduğu için varlar ve kalıcı oldukları için artık bir konjonktürden etkilenmiyorlar. İYİ Parti’nin bu performansı göstermesi için henüz erken. Onu biraz gözlemlemek gerekecek. Türk siyasetinde ne kadar kalacağına dair benim şu an öngörüm yok. Bir süre sonra İYİ Parti de bir sosyolojik tabana oturabilir. O zaman 4 partili bir yapıya kavuşmuş oluruz. Ya da bir seçim başarısızlığı sonunda İYİ Parti dağılabilir. O zaman 2,5 partili bir sisteme dönmüş oluruz.
Wallerstein’ın iki turlu başkanlık seçimleriyle ilgili bir analizi var. Özellikle Fransa üzerinden analiz ediyor Wallerstein. Diyor ki eğer iki turlu seçimlerde sistemde iki büyük parti varsa bu sistem çok rahat işler. Eğer sistem içerisinde üçüncü bir büyük parti ortaya çıkarsa iki turlu başkanlık seçimleri ciddi bir probleme de dönüşebilir. Türkiye’ye baktığımızda 16 Nisan referandumuyla beraber yeni bir sisteme geçiş yaptık. Ve bu sistem Wallerstein’ın analizini yaptığı sisteme benziyor. Yani iki turlu bir seçim sistemi ile karşı karşıyayız. Türkiye’de iki güçlü partiden daha fazla siyasi ekollerin olduğu düşünülürse uzun vadede bizi ne bekliyor?
Yeni sistemin ne kadar kalacağını birlikte göreceğiz. Bence aslında böyle bir iki turlu sisteme veya 50+1 tartışmalarına ihtiyaç da yoktu. Yani Amerika’da olduğu gibi tek turda da bitebilirdi. Bunun dünyada örnekleri var. Mutlaka iki turda olması gerekmiyordu. Bizim sistemimiz çok yeni ve seçmenin bunu nasıl karşılayacağına dair elimizde hiçbir tecrübe birikimi yok. Bu seçimde birlikte göreceğiz. Fransa’da seçim öncesi ittifakları başaramadıkları için bu son seçimde bütün ittifaklar savruldu ve bir partisi bile olmayan bir aday cumhurbaşkanı seçildi. Arkasından parti kurdu ve parlamentoda çoğunluğu sağladı. Şimdi bu durum Türkiye’de de yaşanabilir. Eğer partiler seçim öncesi ittifaklar konusunda biraz ellerini kolaylaştıracak tavır içerisinde olmazlarsa bu tür savrulmalar bizde de yaşanabilir. Benim gördüğüm en azından iktidar kanadı yeni sisteme çok hızlı adapte oldu ve henüz resmen seçime iki yıl kala seçim hazırlıklarını tamamlayıp yola o şekilde devam ediyor. Dolayısıyla partiler cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde bu ittifakları sağlıklı gerçekleştirirlerse yeni sistemin bir komplikasyonu olmaz. Tam tersine partiler arasında iş birliği, diyalog, tabanların birbirine yakınlaşması ve dolayısıyla kutuplaşmanın kırılması gibi siyasete ve topluma çok somut faydaları olur. Artık benim bir politikam var o da budur diyemeyecek hiçbir parti. Bir kere söylemini değiştirmek zorunda kalacak. Söyleminden fedakarlıklar yapmak zorunda kalacak. Bazı şeylerden feragat etmek durumunda kalacak. Tabanları bunu hoş görmeye çalışacak. Bu, yeni bir siyasal kültürün oluşması demek ve bir önceki dönemdeki siyasal kültürümüzle karşılaştırırsanız bence bir üst aşama. Ama partiler bunu yapmayıp, sistemin gerekliliklerini yerine getirmeyip, eski alışkanlıklarıyla hareket edecek olursa o zaman hakikaten her cumhurbaşkanlığı seçiminde partiler savrulur, tabanlar savrulur ve yeni bir siyasal kültür oluşması mümkün olmaz. Yani demokrasinin ve siyasal kültürün oluşması için o ülkede köklü bir geleneği olan siyasi partilere ihtiyaç var. Amerika’daki demokratlar ve cumhuriyetçiler şeklinde bir siyasal kültür ve gelenek oluşmuş. Şimdi toplumda bu tür bir siyasal kültür ve gelenek varsa toplumun siyasal krizlere, konjonktürel durumlara direnci artıyor. O gelenek ve kültür toplumu besliyor, güçlü hale gelmesini ve krizleri yönetmesini sağlıyor. Ama bu yoksa her krizde toplum bir yere savruluyorsa, siyaset savruluyorsa o zaman sürekli çalkantılı bir siyasal ve toplumsal hayatımız oluyor. Önümüzde bir fırsat var ve bu yeni system, yeni bir siyasal kültür oluşmasına vesile olabilir. Bu konuda ben ümitliyim. AK Parti ile MHP arasında ve ilaveten BBP arasında başlayan diyaloğun ben çok sağlıklı bir şekilde evrileceğini düşünüyorum. Çünkü taraflar fedakarlığı, taviz vermeyi, uzlaşmayı öğreniyorlar. Tabanlar bu durumu tolere etmeyi öğreniyorlar. İttifak Partileri arasında böyle bir yakınlaşma, işbirliği gelişecek olursa aynı kültür, aynı alışkanlık muhalefet partileri arasında da oluşacaktır. Ben uzun vadede bunun Türk siyasetine faydalı olacağını düşünüyorum.
"KÜRT SEÇMEN İTİBAR ETMEDİ"
Bu ittifakın Kürt seçmenlerin psikolojisi üzerinde nasıl etki ettiğine bakacak olursak; AK Parti’nin aslında geçtiğimiz seçim dönemlerinde de Güneydoğuda aldığı oylar sayesinde güçlü olduğu görülüyor. MHP ile ittifak Kürt seçmenin psikolojisini nasıl etkiler? Afrin operasyonu, HDP’nin son dönemdeki siyaseten sinmiş duruşu bütün bunlar Kürt seçmen üzerinde nasıl etki etmiştir? Bir de HDP’yi nasıl görüyorsunuz?
HDP başından beri ve özellikle 2014’den bu yana hep %10’lar civarında kaldı. Bir ara 7 Haziran seçimlerinde kurduğu geniş ittifakla %13’ü gördü ama, 1 Kasım’dan bu tarafa %10’lar civarında bir oya sahip. Bu son süreçte yaşanan gelişmelerin HDP’nin oy oranını azaltmış olabileceğine dair değerlendirmeler var. Fakat etnik asabiyet herşeyden güçlü olduğu ve 30, 40 yıllık bir birikimin neticesi olduğu için seçmenler partinin performansına, yerel yönetimlerine, yaptığı ya da yapamadığı hizmetlere ya da parlamentoda bugünkü durumlarına bakmıyorlar. Her şeyden bağımsız olarak Kürt kimliğine duyarlılık var ve o duyarlılık gereği kimlik üzerinden siyaset yapan HDP’ye destek veriyorlar.
Birikmiş bir tepki oyu HDP’de toplanıyor yani.
Evet, evet. Kürt kimliği duyarlılığı ve etnik asabiye diğer bütün motivlerden ve faktörlerden daha güçlü. Bu sebeple HDP seçmeni kolay kolay bir yere gitmiyor. Zaten 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giderken gelen ve giden oylar da aslında o geleneksel HDP tabanı değildi. Türk solundan, CHP’den ya da bugüne kadar HDP’ye oy vermemiş muhafazakâr Kürtlerden gelen ödünç oylar, hemen akabinde uyguladığı politikalar ve özellikle terörle ilgili pozisyonunu netleştirememesi sebebiyle geri döndü gitti. Ama onca şeye rağmen yani o hendeklere, çatışmalara, özyönetim ilanlarına rağmen HDP’nin oyu 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giderken baraja inecek seviyede etkilenmedi.
Başka bir alternatif Kürt partisinin olmamasının da etkisi var sanırım?
Mutlaka var tabii. Ama başka partiler kurulmasına rağmen Kürt seçmen itibar etmedi. Yani etnik asabiye çok güçlü birşey olduğu için başka bir partiye yönelmenin, sonunda Kürt siyasetinin gücünü kıracağını görüyorlar ve seçmen diğer partilere iltifat etmiyor. Bir de aşağıdan gelen sürekli yeni seçmenler söz konusu HDP açısından. Bölgede doğurganlık yüksek olduğu için her sene 1 milyon 200 bin yeni genç seçmenlik hakkı kazanıyor. Bunların önemli bir kısmı yine HDP’ye gidiyor, etnik nedenlerle. Batıda doğurganlık düşük. Benim 1 tane çocuğum var, o da evet bu sene seçmen vasfını kazandı ama o kadar işte. Yani anne baba olarak 2 kişi sadece 1 tane yeni seçmen üretebildi. Güneydoğuda böyle değil. Çok çocuklu aileler var ve her sene yeni seçmenler ekleniyor. Seçmen sayısı aynı ailede 8’e bile çıkabiliyor. PKK ilk çıktığında doğan çocuklar şuan 35 yaş civarındalar. Düşünebiliyor musunuz? PKK propagandası altında siyasal toplumsallaşmasını tamamlamış insanlardan bahsediyoruz. PKK ilk eylemini yaptığında 5 yaşında olan bir çocuk şuan 40 yaşında. Orta yaş kemaline erişmiş insanlar. Dolayısıyla 40 yaşın altında o bölgede doğmuş büyümüş, Kürt kimliğine duyarlı insanların o hareketten kopması çok da kolay birşey değil. Politikalarını beğenmedim ya da belediyelerdeki hizmetlerini, söylemlerini beğenmedim diye bir yere gitmiyorlar. Bu söylediklerim HDP tabanı için geçerli. Ama muhafazakar Kürtler için durum farklı. Orada şöyle bir matematik var benim gördüğüm: 1 Kasım seçimlerinde Türkiye’de kendini Kürt diye kimliklendiren seçmen sayısı %17, %17.5 civarındadır. Biz yıllardır ölçeriz. Hep bu civarda. 18 de olmaz 15 de olmaz. Etnik olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız diye soruyoruz. Kürt, Türk, Çeçen, Gürcü vb. Kendini Kürt ve Zaza diye tanımlayanların toplamı %17 civarındadır. %17 rakamını baz alalım, %10 HDP’ye oy veriyor.
"SİYASETÇİLER DAİMA BÜYÜK HAVUZU TERCİH EDER"
Dolayısıyla yedi puan kalıyor geriye. Bu yedi puanın %2, %3 arası CHP’ye oy veriyor. Bunlar ileri yaşlarda olan uzun zamandır şehirde yaşayan sol gelenekten gelen seçmenler. Bunlar Kürtçü hareketi desteklemiyorlar ama CHP’ye oy veriyorlar. Kaldı dört puan. Bu da AK Parti’ye gidiyor. Arada Hüdapar var diğer Kürt partileri var ancak bunlar küçük rakamlar olduğu için saymıyorum. Şimdi bu dört puanın önemli bir kısmı -tam oranı kestirmek mümkün değil- neredeyse yarısı belki daha fazlası kollektif oylardır. Kollektif oylardan neyi kast ediyorum? Korucu köylerin oyları, aşiret oyları, cemaat oyları, tarikat oyları ya da adayın akrabalarından, büyük ailelerden gelen oylar. Şimdi bu kollektif oylar her şeyden bağımsız olarak alınan kollektif kararlarla yönlerini belirliyorlar. Yani partilerin takip ettiği politikalardan büyük oranda bağımsız olarak bu oyların yönü belli oluyor. Dolayısıyla %4’ün %2’si zaten oy alınabilecek bir kitle. Geriye çok az bir kitle kalıyor. Yani AK Parti’yi terk etmesi muhtemel oy tabanına baktığınızda çok küçük bir kitle kalıyor. İşte bu kitle içerisinden AK Parti’nin oy kaybetme riski var. Ancak ittifak nedeniyle fazladan alması muhtemel oyların oranına baktığınızda gidecek oylardan çok daha fazla. Gelecek oyların oranı 7, 8 puana kadar çıkabiliyor. Şu an MHPnin oyu 7, 8 puan civarında. Dolayısıyla ittifakla gelecek oylar 7, 8 puana kadar çıkabilecekken gidebilecek oylar -tamamını firesiz alsanız bile- maksimum 2 puanda kalacaktır. Dolayısıyla ben bu önümüzdeki seçimde ittifaktan rahatsız olacak Kürt seçmenin iktidar kompozisyonunu etkileyebilme potansiyelini çok yüksek görmüyorum. Çok etkili olacağını zannetmiyorum. AK Parti açısından bakıldığında bir büyük havuz var bir de küçük havuz var. Büyük havuz mu küçük havuz mu diye sorduğunuzda siyasetçiler daima büyük havuzu tercih eder.
Peki Saadet Partisi’ni nasıl görüyorsunuz? Saadet Partisi aslında AK Parti tabanına zihniyet olarak, ideoloji olarak en yakın parti. Ama buna rağmen kendisini dışarıda konumlandırmaya çalışıyor. İttifakın içerisine girmiyor. CHP ile İYİ Parti ile diğer partiler ile ittifak arayışı içerisinde ve kendisine kilit parti rolü verme çabası var sanki? Sizce son dönemde Saadet Partisi’nin kendisini kilit bir parti gibi konumlandırmasını gerektirecek bir durum var mı? Neden böyle davranıyor?
AK Parti’nin bence gereğinden fazla ısrar etmesi nedeniyle bir anda Saadet Partisi önemli bir parti konumuna geldi. Son seçimlerdeki performansına baktığınızda BBP ile ittifak yaptığı seçimler de dahil olmak üzere çok kötü bir performans gösterdi. Partinin güçlü bir teşkilatı, güçlü bir yapısı var. Ama neredeyse sadece ondan ibaret. Toplumsal kesimleri cezbedemiyor. Daha önce -2009 ya da 2004 tam hatırlayamıyorum- %5 – %5,5 oranını gördüğü oldu. Ama artık o taban yok. Şimdi yorumcular Saadet’in gerçek oy tabanının %5 hatta %10 gibi yüksek rakamlarda olduğunu ama baraj riski nedeniyle Saadet Partisi’ne oy verilmediğini düşünüyor. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Artık insanların Saadet Partisi’ni unuttuğunu düşünüyorum. Zaten uzun zamandır sesi soluğu çıkmıyor, siyaset üretemiyor ve bir sosyolojiye yaslanmıyor. İnsanların kırdan kente gelip, kentin çeperlerinde tutunmaya çalıştığı yıllarda Refah Partisi ve Milli Görüş, bu insanların tutunacağı bir dal oldu. Ama bu hareketin zirvede olduğu zamanlarda bile %21’de kaldığını unutmayalım. Sonra AK Parti kurulduğunda %34’le başladı. Şimdi %50’ler civarında. Bu süreç içerisinde Türkiye sadece siyasi partilerini değiştirmedi. Sosyolojik olarak da değişti. Yani o çevrede olan ve merkezden şehre tutunmaya çalışan insanlar şimdi merkeze yerleşti. Uzun zamandır artık merkezdeler. Bu çevre-merkez analizi bile anlamını kaybetti. Büyük şehirler ve nüfusun yoğunlaştığı yerler nedeniyle kır kent ayrımına baktığınızda Türkiye’nin nüfusunun %80’i artık kentsel alanlarda yaşar hale geldi. Evet henüz belki kentleşemediler ama sonunda bir büyük şehirde yaşıyor insanlar. Yani artık öyle şehre geleyim, tutunayım veya hangi dala tutunayım gibi ideolojik bir arayışa ihtiyaç kalmadı. Saadet Partisi dilini de değiştiremedi. Yani hala o yıllarda kaldı. Bir asr-ı saadet yaklaşımı var adeta. Oraya referansla oy toplamaya çalışıyor ama yani yeni seçmen kitlesi o yılları hatırlamıyor bile. 1990’daki o parlak günleri hatırlayan seçmenler bizim yaşımızda. Ben 50 yaşındayım. Benim çocuğum SP’yi de Refah Partisi’ni de Erbakanı’da hatırlamıyor. Bu seçmen kitlesi gün geçtikçe toplam seçmen içerisindeki ağırlığını da artırıyor. O yüzden ben AK Parti’nin gereğinden fazla teveccüh göstermesi nedeniyle SP’nin bu kadar bir anda popüler olduğunu ve dikkat çektiğini düşünüyorum. İYİ Parti ile ittifak yaptığında bu, 1991’de MÇP, Refah ve IDP arasındaki ittifak gibi bir sinerji yaratabilir. Ama bu sinerji iktidar dengelerini değiştirecek ölçüde olmayacaktır. Seçim barajını aşmalarını sağlar. Parlamentoda temsil edilmelerini sağlar ama bu öyle iktidar dengelerini değiştirecek ölçülere ulaşamaz. Çünkü SP bence misyonunu tamamladı ve artık sosyolojik olarak da bir karşılığı olmayan bir parti.
“ABDULLAH BEY’İN BİNDE 6’LIK BİR PARTİYE ADAY OLACAĞINA İHTİMAL VERMİYORUM”
Abdullah Gül ile görüştükleri iddiaları var.
Bunları kendileri açıkça ifade ettiler. Beyanları var artık.
Evet bunu yalanlamıyor artık Temel Karamollaoğlu. Dolayısıyla Abdullah Gül’ün SP üzerinden bir adaylığına ihtimal veriyor musunuz?
Ben Abdullah Bey’in binde 6’lık bir partiye aday olacağına ihtimal vermiyorum. Yani son seçimde binde 6 almış bir partinin adayı olmaz. Ancak muhalefette bir bütünleşme olursa ve Abdullah Gül orada tek aday olursa adaylığı kabul edebilir. Ama onun dışında binde 6’nın ya da %10’un yani İYİ Parti ittifakının adayı olmayı ben çok tercih edebileceğini düşünmüyorum.
Peki CHP’nin düne kadar Abdullah Gül’le ilgili tavrını dikkate aldığımızda CHP’nin içinde olduğu bir ittifakın adayı olmayı Abdullah Gül kendisine zül addetmez mi?
Etmeyebilir. Çünkü CHP’nin adayı olmamış olacak o zaman. Bir uzlaşım adayı olacak.
Yine de büyük oranda CHP seçmeninin destekleyeceği bir aday olmayacak mı?
Fakat onun ötesinde yani CHP seçmeni kadar CHP’li olmayan seçmenlere de hitap edecek. AK Parti ve MHP tabanına da hitap edecek. Yani o zaman kendini bir partinin adayı gibi görmeyeceğinden, bir uzlaşma adayı olarak göreceğinden ve hiçbir partiyle doğrudan bir temas içerisinde olmayacağından bunu bir “ulusal görev” gibi değerlendirecektir. Yani Türkiye’de yeni bir sistem geliyor bir de işte parlementer sistemi savunanlar var. Ben parlementer sistemi savunan herkesin adayıyım diyecek. Muhtemelen propaganda yapılırken de böyle söylenecek. Zaten bunu muhalefet partileri dillendiriyorlar. Biz parlementer sisteme geri dönüşe davet ediyoruz diye ortaya çıkacaklar. Dolayısıyla üzerinde uzlaşılan şey partilerin birliği değil bir yönetim modeli olacak. Parlementer sistem ve onu savunanlar şeklinde. Referandumda da böyle oldu. Her partiden insan vardı o parlementer sistemi destekleyenler arasında. Öyle olunca bir partiye ait hissetmek ya da ona bir bağ hissetmek olgusu ortadan kalkacak. Referandumda hayır oyu veren insanlar arasında -siz PKK ile aynı safta mı yer alacaksınız şeklindeki ithamlara ragmen- kendini sağcı olarak tanımlayan seçmenlerden 10 puanlık bir kitle vardı. PKK’yla kendini bir arada hissetmedi. Niçin? Ben parlementer sistemi destekliyorum ve parlementer sistem lehine oy veriyorum. Parlementer sistemi destekleyenlerin kimler olduğuyla da ilgilenmiyorum dedi. Yine aynı konseptle bence o sorunu çözebilirler. Ben onun çok önemli bir sorun olduğunu düşünmüyorum ama orada partiler tabii başka hesaplar yapacak. Tabanlarını kontrol edecek, teşkilatlarını kontrol edecek, onların eğilimlerine bakacak, diğer partilerle diyaloglarının sonuçlarına bakacaklar.
“MANSUR YAVAŞ İNANILMAZ BİR DESTEK GÖRDÜ”
Peki bu CHP tabanında küskünlük yaratmaz mı?
Daha önce yaratmadı. CHP tabanı bence yanlış değerlendiriliyor. Şimdi normal şartlarda hiçbir partinin tabanına yaptırmayı başaramayacağı işleri CHP tabanı tolere etti. Yani Ankara’da Mansur Yavaş’a CHP tabanı oy verdi mesela. Ben yıllarca AK Parti’de çalıştım. AK Parti’de tabanın beğenmediği bir adayı belediye başkan adayı yaptığınızda ciddi bir şekilde reaksiyon alırsınız. Seçmen oy vermez ve hatta seçim kaybettiğiniz zamanlar olur. Seçimi kazanması muhtemel yerlerde mesela Manisa’da, Balıkesir’de, Zonguldak’ta, Ordu’da, Giresun’da normalde partinin oyu yüksek, ancak aday beğenilmemişse ya da başka bir aday daha çok beğenilmişse buralarda seçim kaybedilebiliyor. Ama CHP, CHP tabanıyla, CHP felsefesiyle bir bağı olmayan bir adayı getirerek Ankara’da aday yaptı. Ve çok yüksek bir oy aldı. Sadece Ankara’da yapmadı bunu. Üsküdar’da AK Parti ile çok ciddi rekabet etti. Muhafazakar olan ve müftülükten emekli bir adayla bunu sağladı. Şimdi CHP tabanı bu gibi stratejik oy davranışı söz konusu olduğunda inanılmaz performans gösteriyor. Rakibi yenebilmek ya da rakipten iktidar alabilmek söz konusu olduğunda, bütün diğer faktörleri unutup sadece bu amaca odaklanıp, sadece bu tercihte bulunabiliyor. Mesela AK Parti’nin kendi seçmenlerine bunu yaptırabilme gücü CHP’ninki kadar bile değil. Bunun farkını teslim etmek lazım. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçiminde de eğer herhangi bir adayın Tayyip Erdoğan’dan cumhurbaşkanlığını alma şansını gördüklerinde, CHP’liler o adaya oy verir. Yani bizim gelenekten mi geliyor, geçmişte bizim siyasi geleneğimizle bunlar arasında ne gibi sorunlar oldu ona bakmıyor. Mansur Yavaş’a oy çıkmaması gerekiyordu ama Mansur Yavaş inanılmaz bir destek gördü ve CHP firesiz bir şekilde oy verdi o seçimde.
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında aday olacağı ihtimalini düşünürsek Abdullah Gül’ün şansı ne kadardır?
Sayın Erdoğan’la rekabet etme potansiyeli en yüksek olan Sayın Gül’dür. Onun dışındaki diğer seçeneklerin şansı Sayın Gül kadar büyük olmaz. Gül iyi bir alternatif. Ama tabii Gül’ün tek başına potansiyeli burada yeterli değil. Çok partili bir koalisyon üzerinde hareket edeceği için o partilerin tek tek tavırları, tutumları referandum sonuçlarını belirleyen önemli bir faktör haline gelecektir. Bu sebeple bence ilk önce partilerin birbiriyle nasıl bir diyalog geliştireceğini beklemek lazım. Ondan sonra adaylar üzerinde konuşmak lazım. Diyelim ki partiler arasında çok sancılı bir süreç yaşanıyor. Bu durumdaki seçim sonuçlarıyla uyum sağlandıktan sonraki seçim sonuçları tabii ki aynı olmaz. Hepsi birden ve gerçekten inanarak, büyük bir coşkuyla bir adayı desteklerlerse teşkilatlar ve parti tabanlarının reaksiyonları başka olur. Bence bu süreçte partilerin tutumları ve tavırları çok belirleyici olacak. Yani her partinin aynı coşkuyla tabanlarını sandığa çekmesi lazım. Kampanya boyunca bunu sürdürebilmesi lazım. Mesela bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti büyük bir motivasyonla kampanya yaparken; BDP, Selahattin Demirtaş büyük bir coşkuyla kampanya yaparken aynı motivasyonu CHP ve MHP tabanlarında gözlemleyememiştik. İkisi de aslında başka bir şansımız yok kerhen birini aday göstermemiz lazım. Birini de gösterdik.
Artık bundan sonra bizim sorumluluğumuz bitti şeklinde seçmenin de çok net bir şekilde hissedebileceği bir tutuma sahiptiler. O yüzden partilerin motivasyonu bence Cumhurbaşkanı seçiminin sonuçlarını çok etkileyecek. Aday kim olursa olsun büyük bir coşkuyla çabalandığında sonuç başka olur. Muhalefet partilerinin kendi aralarındaki iletişimi, bir sinerji yaratmak için samimi bir biçimde teşkilatların ve parti yönetimlerinin çabası, seçim sonuçları üzerinde bence çok etkili olacaktır.
“OCAK BAŞINDA YAPTIĞIMIZ ÇALIŞMAYA GÖRE…”
Özellikle 2019 öncesi kamuoyu araştırmacıları kararsız seçmenin oran olarak çok fazla olduğunu söylüyor. Siz bu işi sahada yapan birisi olarak bu konuda neler söyleyeceksiniz? Geçtiğimiz seçimlerde durum nasıldı?
Biz kararsız sayısını fazla görmedik işin doğrusu. Son 1 yıldır yaptığımız çalışmalarda kararsız kitlesinin olduğunu görüyoruz. Yaklaşık 20 puanlık bir toplam bize cevap vermiyor. Yani kararsız insanların oranı bu kadar. Şimdi bu 20 puan çok büyük diye değerlendirmeler yapılıyor. Bazıları gerçi %30larda gördü ama ben %18-20 aralığında görüyorum. Toplam cevap vermeyenler %20. Bunun %15’i zaten sandığa gitmeyecek. Ortalama bir seçimde bu sandığa gitmeme %85’ler civarında Türkiyede. Bunların çoğu apolitik insanlar.
Avrupa’da Amerika’da bu rakamlar %50’lere yaklaşıyor. Türkiye’de bence bu %85 bile çok yüksek bir rakam. Dolayısıyla 20’nin aslında 15’i sandığa gitmeyecek insanlar. Gerçek kararsızlar 5 puanda kalıyor. 5 puan da çok normal. Referandumdan bu tarafa insanlar partilerle ilişkilerini netleştirdiler ve artık hiç kararsız kitlesine rastlamıyoruz. Yok denecek kadar az bence. Bunun anlamı şu: kampanya dönemi geldiğinde partiler sadece o %3’ü %5’i etkilemek için kampanya yürütecekler çünkü şu an pozisyonlar çok net. Sandığa gideceklerin %95’inin kararlı olduğu bir seçimden bahsediyoruz.
En son yaptığınız araştırmalarda sonuçları nasıl görüyorsunuz? Ne olur?
Ocak başında yaptığımız çalışmaya göre Sayın Erdoğan 1. turda seçimi kazanıyor. Referandumdaki gibi bir oranla kazanıyor. Ama tabii henüz rekabet ortaya çıkmadığı için bunlar çok farazi ölçümlemeler.
Parlamento aritmetiğinde ne öngörüyorsunuz? Yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın alacağı oyu AK Parti alabiliyor mu?
Biraz altında kalıyor ama ittifakın toplam oyu çoğunluğu rahat bir biçimde alıyor.
AK Parti son seçimlerde aldığı %49 küsur oyu muhafaza edebiliyor mu?
Onun biraz altında. Çünkü İYİ Parti’ye kaptırdığı 3 puan var.
O zaman 55’lik bir bant mı bekliyorsunuz ittifak oylarında?
İki partinin toplamının %55’ler civarında olmasını bekliyoruz.
Son bir şey daha sormak istiyorum. Yurt dışında özellikle Batıda dillendirilen ciddi bir iddia var. Biraz da FETÖ diasporasının yurt dışında konuşulması için ciddi emek sarfettiği bir konu. Öyle görünüyor ki, 2018’de gerçekleşecek muhtemel bir seçim OHAL gölgesinde gerçekleştirilecek. Bunun Türkiye’deki seçimlerin meşruiyetine gölge düşüreceği iddia ediliyor. OHAL gölgesinde gidilecek seçimin meşrutiyetini tartışmak doğru mudur?
Olması şart değil. Eğer Türkiye seçim sürecini AGİT’in ve diğer uluslararası gözlemcilerin denetimine açarsa, şeffaf bir seçim yapacak olursa, OHAL koşulları altında gayet adil bir seçim yapılabileceğini bütün dünya görmüş olur. Zaten bugüne kadar uluslararası gözlemcilerin bu anlamda bir tek referandumla ilgili bazı değerlendirmeleri olmuştu. Mühürsüz oylarla ilgili. Ama o hukuksal ve teknik tartışmaydı. Ben şunu öneriyorum: Sandık kurulunun vuracağı mühür kaldırılsın. Güvenlik tedbirleri zaten alınıyor. Alınmaya devam edilsin. Ama sandık kurulunun mühürüne bence hiç gerek yok. Biz o pusulanın gerçekten YSK’nın bastığı pusula olduğundan eminsek bunlar il seçim kurulu tarafından ya da ilçe seçim kurulları tarafından tutanakla teslim edilip sandık kurullarından tutanakla teslim alınıyorsa oradaki süreçlerde gerekli kontroller de yapılıyorsa o zaman sandık kurulunun mührüne gerek yok. Zaten Yüksek Seçim Kurulu da benim dediğim gerekçe ile onları geçerli oy kabul etti. Son yasal değişiklikte mühürsüz oyların da geçerli olacağına dair bir düzenleme oldu. Bence o düzenleme çok yanlıştı. Ben onun yanlış olduğunu düşünüyorum. Bence Sandık Kurulu mührünü tamamen kaldırmak gerekiyor. Türkiye’yi bu tartışmadan çıkartmak lazım. Sanki bütün dünyada böyle yapılıyormuş gibi. İngilterede pusula evinize geliyor. Sandık da yok mühür de yok yani. Evde siz tercihinizi yapıyorsunuz. Postayla geri gönderiyorsunuz oyunuzu. Ne sandığı ne kurulu ne mühürü? Kimse İngiltere’nin seçimlerinin şeffaflığını tartışmıyor. Bizde zaten YSK’nın filigranı var, il seçim kurulunun mührü var, verirken alırken tutanakla alıp veriyoruz. Bizim sandıklarımızda sorun var. Niye? Unutkan ya da bilgisiz bir Sandık Kurulu mühür vurmadı diye. Türkiye’nin bunları tartışabilmesi lazım. Fakat bir yere biz saplandık kaldık. Sandık Kurulu mühürü vursun mu vurmasın mı? Vursa ne olur vurmasa ne olur? Bu özgüvene sahip olabilmemiz lazım. Aksi takdirde kendimize haksızlık ediyoruz. Herkes her seçmen suçlu, oy hırsızı, bütün partiler potansiyel oy hırsızı, sandık görevlileri potansiyel oy hırsızı gibi değerlendiriliyor. Şimdi siyasete bakışımız böyle olunca sorun daha buradan başlıyor. Kendimiz, kendimize verdiğimiz oya ve seçim sistemine güvenmiyoruz. Peki niye insanlar evinden oy kullanıyor bu tartışma yaşanmıyor da biz sandığa gidiyoruz, bir sürü gözetim, denetim, nüfus cüzdanı, sandık müşahitleri, yetmiyor sandık görevlileri, sandık kurulları. Ben bu tartışmanın dışına çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten yanlış bir yerden tartışıyoruz.
İktidarın ve muhalefetin bu alanda da ittifaka gitmeleri gerekiyor sanırım.
Avrupalı bir seçmen evinden oy kullanıyor da biz niye kozmik odaya girer gibi sandığa gidiyoruz? Bence sorgulanması gereken esas bu. Oy vermeye mi gidiyoruz, kozmik odaya mı giriyoruz belli değil. Hakikaten nüfus cüzdanına, sandık kağıdına, orada kontrolden geçmeye, telefonunu bırakmaya varıncaya kadar incitici şeyler bunlar. Ben kendimi biraz rencide edilmiş hissediyorum oy vermeye gittiğimde.
Potansiyel bir suçlusunuz. Halbuki bir demokrasi bayramı olması lazım. Ben irademi çeşitli yöntemlerle dışa vurabilmeliyim ve bu yöntemlerin hepsi de meşru ve geçerli olabilmeli. Ama biz seçmenin ve partilerin elinden bu imkanı alıyoruz. Seçim günü herkes potansiyel hırsız, herkes demokrasi düşmanı, herkes oy hırsızı. Ben hakikaten toplum olarak siyasette herkesin birbirine haksızlık ettiğini düşünüyorum.
OdaTV
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol