Akşener'den Bakan Nebati'ye zehir zemberek sözler: Bu ne utanmazlıktır

Akşener'den Bakan Nebati'ye zehir zemberek sözler: Bu ne utanmazlıktır
Güncelleme:

Partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda konuşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in hedefinde Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı. Akşener Erdoğan'a "senden hesap soracağım" diyerek seslendi. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin asgari ücretle ilgili sözlerine de tepki gösteren Akşener, ''Bu ne cürettir, bu ne utanmazlıktır. Hayırdır sayın bakan sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin'' dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, partisine katılan eski Devlet Bakanı Melda Bayer'e rozetini taktı.

Akşener, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin geçtiğimiz günlerde yaptığı "Asgari ücretliye de, memura da, emekliye de ne verilse haklarıdır. Dar gelirliye, fakir fukaraya vermek bereket getirir" açıklamasına tepki gösterdi. Akşener, "Bu ne cürettir, bu ne utanmazlıktır. Hayırdır sayın bakan sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin" ifadelerini kullandı.

Akşener'in konuşmasından satır başları şöyle:

"Biliyorsunuz Ak Parti iktidarı, sendikal örgütlenmeye, yüzde 2 barajı getirerek, üye kaybı yaşayan, yandaş sendikalarını, kurtarmaya çalışıyor. İktidar ise her zamanki hukuk tanımazlığıyla yüzde 1'den 2'ye çıkararak yeniden getiriyor. Bundan sonra da yeni sendikaların kurulmasının önüne geçilmiş olacak. Bugün, bu çatı altında bütün siyasetçilerin tümünü katarak söylüyorum, direne direne o barajları aşma iradesini en iyi anlayan benim.

Sendika üyesi olması yasaklanan 1.5 milyon kamu görevlimiz de 706 liralık ödemeden mahkum olacak. AK Parti'ye yakışır bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Milletimizin aleyhine olan her teklif gibi Cumhur İttifakı çoğunluğu ile Meclis'ten geçti.

Ucube bir sistemle koskoca Türk devletini bir kişiye amade edeceğini düşünenlerin sebep olduğu bu krizin sonuçlarını hayatımızın her alanında hissediyoruz. Cumhuriyetimizi beğenmeyenlerin, çocuklarımızı açlığa, gençlerimizi umutsuzluğa bıraktığı distopyaya mahkum ediliyoruz. Bu ülkede 6 yaşındaki çocuklar bir gün tecavüzün, bir gün açlığın, şiddetin ve işkencenin konusu olabiliyor. Bunu yaşatanlara yuh olsun, yazıklar olsun!

Nur Elif'e bunları reva görenler vicdansızları Allah'a havale ediyorum. 'Zaten anne-babası cezaevindeymiş, her şeyden iktidarı suçlamayın' diyecekler. Bu ülkede bir çocuk öldü hem de açlıktan. Daha önce de çocuklarını ısıtamadığı için kendisini öldüren bir anne vardı. Çocuklarımıza sahip çıkmak iktidarın görevi değilse kimin görevidir. Koskoca Türkiye'nin gücünü kullanan iktidar çocukları koruyamıyorsa, mesuliyet almaktan kaçıyorsa ortalıkta ülke yönetiyorum diye gezemez. Siz bostan korkuluğu musunuz? Sadece kendi zenginliğinizi sağlamak için mi oradasınız? O koltuklarda sarayda sefa sürüp, özel uçakla maça gitmek için mi oturuyorsunuz? Beni Nur Elif ilgilendiriyor, onun için senden hesap soracağım. Sen bu memlekette varlık içinde yaşarken, sefa sürerken yokluktan ölen çocuklarımız için senden hesap soracağım.

NEBATİ'YE TEPKİ
Türkiye, artık patolojik semptomlar gösteren, tehlikeli bir zihniyet tarafından yönetiliyor. Maalesef, empati, vicdan, sorumluluk bilinci gibi, insani kavramlarla bağını tamamen koparmış sosyopat bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu bir gerçek. Nitekim bu gerçeği, iktidar mensuplarının her hareketinde, her cümlesinde, her kelimesinde, endişe verici bir sıklıkla görüyoruz.

Beceriksizleriyle fakirleştirdikleri; asgari ücretlimizin, memurumuzun, emeklimizin maaşlarına, yapmak zorunda olukları, düzenlemede bile, bu gerçeğe şahit oluyoruz. Biliyorsunuz, son olarak, Türkiye'nin en yakıcı meselelerinden biri olan EYT'li kardeşlerimizin durumuna ilişkin sorulan bir soruya, “EYT mi?” diye cevap veren, Nebati Bakan, birbirinden ciddiyetsiz açıklamalarına geçtiğimiz günlerde bir yenisini daha ekledi.

Çıktı, hiç utanmadan, zerre sıkılmadan bu milletin gözünün içine baka baka; ‘Asgari ücretliye de, memura da, emekliye de, ne verilse haklarıdır. Dar gelirliye, fakir fukaraya vermek, bereket getirir’ dedi. Yanlış duymadınız. Aynen böyle dedi. Bu ne cürettir! Bu ne utanmazlıktır! Bu ne saygısızlıktır!

Hayırdır Sayın Bakan, sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin!

ÇOK SERT İMAMOĞLU TEPKİSİ
Hatırlayın, 31 Mart İstanbul seçimlerini, düzmece yalanlarla iptal ettiler. Sandıkların güvenliğinden kendileri sorumluyken, muhalefeti, hile yapmakla suçladılar. Üzerinden, 3 buçuk sene geçti. Tek bir kişi bile yargılanmadı. Kuyruklu yalanlarını destekleyecek, tek bir delil bile bulanamadı. Ama, siyasi tarihimize, bu kara lekeyi sürenler, utanmadılar. Milletimizden, bir özür bile dilemediler. Peki sonuçta ne oldu? Millet iradesi yok sayıp, demokrasiye indirmeye çalıştıkları, darbenin karşılığında, İstanbul’u bir kere değil, tam iki kere kaybettiler.

Belli ki, hâlâ daha akıllanmamışlar… Hâlâ daha, hezimeti hazmedememişler. Hâlâ daha, millet iradesini kabullenememişler. Hâlâ daha, demokrasiyi içselleştirememişler. Ve bu sefer de inan olsun, göreceksiniz Türkiye’yi kaybedecekler… Nitekim, geçtiğimiz çarşamba günü,  İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, Ekrem İmamoğlu hakkında verilen, hapis ve siyasi yasak kararıyla; Ak Parti iktidarının; millet iradesini bastırmaya çalışan, bir vesayet rejimi olduğu, bir kez daha, gözler önüne serildi. Yargıyı, demokrasiye karşı, bir sopa olarak kullanan,  28 Şubat zihniyetinin, günümüzdeki temsilcisi olduğu, bir kez daha açığa çıktı. Seçimle alamadıkları İstanbul’u, Hatta düzelteyim, seçimle alamayacakları İstanbul’u, yargı yoluyla almak için, yine bir rezilliğin, peşine düştüler. Kadınlara “sürtük” demenin, suç sayılmadığı bu ülkede, İçişleri Bakanı’nın “ahmak” sözünü iade etmek, suç sayıldı. Belediye Başkanı’na “ahmak” demek meşru; ama ahmak sözünü iade etmek, suç sayıldı. Aslında, haziran ayında görülen davada, yargı kararını vermişti.  Kararın açıklanmasına, iki gün kala, davanın hakimi değişti. Yani, seçimleri iptal ettikleri gibi, hakimi de iptal ettiler. Sonra da, bu saçmalığa ceza verecek bir hakim bulmak için, tüm Türkiye’yi taradılar.

Ve sonunda, Ak Parti teşkilatıyla, boy boy fotoğrafları olan bir hakimi, davanın başına atadılar. Sonuç? Sonuç ortada. Planlı ve programlı bir şekilde, siparişle çıkartılan, absürt bir ceza kararı… Bakın, altını çizerek söylüyorum: Bu karar, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim gündemidir.  Bu karar, millet iradesine yapılmış, vesayetçi bir müdahaledir. Bu karar, Türk demokrasisine vurulmuş bir darbedir!

Onların önünü kesmek için, her türlü rezilliği de yapıyorlar. İşte tam da bu nedenle, onlara uzanan elleri kırmak, değişime inanan herkesin, boynunun borcudur! Ben de, 14 Aralık’ta, bu borcun gereğini yapmak için, yola çıktım. İstanbullunun iradesine, vurulmaya çalışılan darbeye karşı, tıpkı 2019’daki gibi, Ekrem kardeşimizle, omuz omuza durmaya gittim. Bundan yirmi sene önce, yaşadığı haksızlık karşısında, nasıl Sayın Erdoğan’ın yanına koştuysam, bu sefer de, Ekrem kardeşimin yanına koştum. Bundan 20 sene önce, nasıl Emine Hanım’ın yanına koştuysam, bu defa da, Dilek kızımın yanına koştum. Linç edilmeye çalışıldığında, Nasıl Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanına koştuysam, bu defa da, Ekrem İmamoğlu’nun yanına koştum.

Şayet bu kafa, yarın da hedefine, Mansur Başkan’ı koyarsa; Bu sefer de, bir saniye düşünmeden, bir dakika gecikmeden, onun yanında dimdik dururuz. Bugün nasıl ki; “Saray sizinse, Saraçhane bizimdir!” dediysek; Gerekirse, 'Beştepe sizinse, Ankara bizimdir!' demeyi de çok iyi biliriz."