Hukukçulardan AYM'ye ''infaz yasası için'' adalet çağrısı

Hukukçulardan AYM'ye ''infaz yasası için'' adalet çağrısı
Güncelleme:

Koronavirüs salgını nedeniyle çıkarılan infaz kanununda, eşitliğin dikkate alınmadığını açıklayan 11 Anayasa hukukçusu Anayasa Mahkemesi'ne çağrıda bulundu. Hukukçular, “Anayasa Mahkemesi'nin bu yanlışlıkları düzelteceğine inanıyoruz” dedi.

TBMM’de geçen ay AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edilen ve belirli suçlarda ceza indiriminin yolunu açan İnfaz Yasası’nın 6 Mayıs tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde görüşülmesi öncesi, 11 Anayasa hukukçusu ortak açıklama yaptı.  Hukukçular, Anayasa Mahkemesi’ne “bu yanlışı düzeltme” çağrısında bulundu. 

CHP, infaz yasasını 5'te 3 çoğunlukla kabul edilmediği için Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı. AYM, CHP'nin iptali istemiyle açtığı davanın ilk incelemesini 6 Mayıs'ta yapacak. 

6 Mayıs öncesi, Emekli Anayasa Mahkemesi üyesi Ali Güzel, Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Ergun Özbudun, Dr. Kerem Altıparmak, Prof. Dr. Köksal Bayraktar, Prof. Dr. Oktay Uygun, Prof. Dr. Osman Can, Prof. Dr. Ozan Erözden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görev alan ilk Türk yargıç olan Dr. Rıza Türmen, Prof. Dr. Rona Aybay ve Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in imzasıyla yapılan ortak açıklamada, “Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz” denildi.

“SUÇLAR ARASINDA AYRIM YAPILDI”

Düşüncelerini ifade ettikleri için tutuklu bulunanların anımsatıldığı açıklamada, “Düzenlemenin gerekçesi Covid-19 salgını olarak gösterilmiş olduğu halde, suçlar arasında ayrım yapılarak yaşam hakkıyla doğrudan bağıntılı sağlık hakkı gözardı edilerek yaşam hakkının özünün ihlaline zemin hazırlanmıştır. Bir siyasal tercih ve bir atıfet olarak infaz kolaylığı ve özel af getirilmiş, ancak şiddet içerikli olup olmadığına dair bir ayrım yapılmaksızın, siyasal muhalefet mahiyetindeki eylemler istisna tutulmuştur” ifadeleri yer aldı.

Açıklamada, “Her şeye rağmen bir anayasal devlet olarak Türkiye’de Anayasa’nın eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı ilkelerinin bağlayıcı olduğunu, bu ilkelerin toplumsal barışın da harcı niteliğinde bulunduğunu hatırlatıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz. Siyasal çoğulculuğun, anayasal ilkelerin, hukuk ve adaletin ne ölçüde hayatî olduğunu, 100 yıllık tarihimizden çıkan dersleri hatırlatarak bir kez daha vurguluyoruz” denildi.

“Adalete çağrımızdır” başlıklı açıklamanın tam metni şu şekilde: 

“Salgın nedeniyle cezaevlerinin boşaltılması söylemiyle iktidar partileri tarafından gündeme sokulan af tartışmaları, TBMM’ye sunulan kanun teklifiyle somutlaşmış, iktidar partilerinin talep ve programları doğrultusunda kabul edilerek ‘torba kanun’ biçiminde yasalaşmış ve yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun gerek hazırlık gerekse yasalaşma safhasında muhalefetin, yargıç, savcı ve baroların, sivil toplum kuruluşlarının, uzman akademisyenlerin talep ve itirazları dikkate alınmamış, toplumun tüm bireylerinin özgürlük, güvenlik ve adaletin tesisi yönündeki meşru talep ve beklentileri karşılanmamış, kamu vicdanı yaralanmıştır. 

İnfaz sisteminde mahkumların denetimli serbestlik veya şartlı tahliye imkânlarından yararlanmasının kolaylaştırılmasının yanında, geçici düzenlemelerle de özel af mahiyetinde düzenlemeleri barındıran bu yasada belirli bazı suçların yanında, muğlak terör örgütü üyeliği, yardım ve propaganda suçlamaları gerekçesiyle, gerçekte düşünce açıklamaları, kolektif özgürlük eylemleri veya basın faaliyetleri nedeniyle yargılanıp mahkûm edilen kişilerin başta ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı olmak üzere anayasal hakları yok sayılmıştır. 

Öte yandan, suçluluğu sabit olmayan tutukluların yasa kapsamı dışında bırakılmasıyla, gerekli adalet duyarlılığı gösterilmemiş, eşitlik kriteri bu açıdan da gözetilmemiştir. Yasa’nın geçici 9/5 maddesinde de yıl sonuna kadar yapılabilecek tahliyelerin tutukluları kapsamaması “eksiklik” ve eşitsizlik vurgusunu artırmaktadır. 

Çıkarılan yasa, infazda eşitliği gözetmemiştir. Aynı cezayı alan iki hükümlüden biri, suçunun türü nedeniyle İnfaz Yasası’ndaki koşullu salıverme ve denetimli serbestlikten yararlanıp tahliye olurken, başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekecektir ki, bu durum Anayasa’nın 10. Maddesindeki eşitlik ilkesine, 2. maddedeki hukuk devleti ilkesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesine aykırıdır. 

İktidar (meclis çoğunluğu) elbette infaz rejiminde değişiklikler yapabilir, suç ve cezalarla ilgili tasarruflarda bulunabilir, istisnai durumda meclisin 3/5 çoğunluğunun rızasıyla af da çıkarabilir. Ancak bunun sınırı, adil bir ölçünün göz ardı edilmemesi, eşitliğin bozulmaması ve temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmamasıdır. Çıkarılacak yasanın öngörülebilir ve anlaşılabilir olması, sadece bir grubun, dünya görüşünün yahut sınıfın çıkarını değil, tüm farklılığıyla değerli, eşit özgürlük sahibi ve egemenliğin kaynağı milletin tüm fertlerinin ortak iyiliğini ifade eden ‘kamu’ yararını gözetmesi gerekir. 

Bu kanun özel af mahiyetinde hükümler barındırmış olmasına rağmen, nitelikli çoğunluğa riayet edilmemiştir. Düzenlemenin gerekçesi koronavirüs salgını olarak gösterilmiş olduğu halde, suçlar arasında ayrım yapılarak yaşam hakkıyla doğrudan bağıntılı sağlık hakkı gözardı edilerek yaşam hakkının özünün ihlaline zemin hazırlanmıştır. Bir siyasal tercih ve bir atıfet olarak infaz kolaylığı ve özel af getirilmiş, ancak şiddet içerikli olup olmadığına dair bir ayrım yapılmaksızın, siyasal muhalefet mahiyetindeki eylemler istisna tutulmuştur. Bu şekilde kamu yararı gözetilmemiş, meşru sebep olmaksızın eşitliğe aykırı davranılmıştır. Devletin af yetkisinin hakkaniyetli ve toplumsal adalet duygusuna uygun olabilmesi için öncelikli olarak devlet tüzel kişiliğine karşı işlenen suçları af ve benzeri infaz kolaylığının kapsamına almak gerekirken, tersi yönde tutum alınmak suretiyle, atıfet ayrımcılığa, dışlanmaya ve siyasal muhalefetin kriminalize edilmesi imkânına dönüştürülmüştür. 

Bu yaklaşımın ülkemizdeki siyasal yarılmayı derinleştireceğine, şu günlerde en büyük ihtiyacımız olan toplumsal barışımıza zarar vereceğine inanıyoruz. Her şeye rağmen bir anayasal devlet olarak Türkiye’de Anayasa’nın eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı ilkelerinin bağlayıcı olduğunu, bu ilkelerin toplumsal barışın da harcı niteliğinde bulunduğunu hatırlatıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz. Siyasal çoğulculuğun, anayasal ilkelerin, hukuk ve adaletin ne ölçüde hayatî olduğunu, 100 yıllık tarihimizden çıkan dersleri hatırlatarak bir kez daha vurguluyoruz.”