Eski MİT’çi: ''Çözüm sadece Öcalan ve Kandil'le konuşmak değildir''
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone OlEski MİT'çilerden Cevat Öneş'ten çözüm sürecine dair çarpıcı bilgiler..
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, çözüm sürecinin sadece Abdullah Öcalan ve Kandil’le konuşmak olmadığını söylerken, bu görüşmelerin çözüm projesinin ana başlıklarından birisi olduğunu belirtti.
Öneş, Tahir Elçi’nin “PKK terör örgütü değildir” sözleri yüzünden linç edildiğini söylerken, “Bunların izahını yapmakta güçlük çekiyorum” dedi. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasını Türkiye’nin ayıbı olarak nitelerken “Türkiye’nin ciddi bir savaş tehdidi ile karşı karşıya olduğu böylesi bir atmosferde, akıl almaz durumlar bunlar” dedi.
Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un Cevat Öneş'le yaptığı söyleşi şöyle:
-Rusya, Türkiye’nin IŞİD’den petrol kaçakçılığı yaptığını iddia ediyor. Neredeyiz?
Çok önemli bir eşikteyiz. Türkiye’nin IŞİD’den petrol aldığı iddiası Putin tarafından psikolojik harp metotları çerçevesinde kullanılan bir olay. Fakat Türkiye sadece NATO sistemi içinde yer almak ve bu sistem içinde güvenilirliğini sağlayabileceği bir meseleyle karşı karşıya değil. Türkiye siyaseti, Suriye’ye yerleşen Rusya’nın küresel bir güç olduğu bilinciyle de onunla hamasetle değil reel siyasetin şartları doğrultusunda tekrar sağlıklı işbirliği kurmak mecburiyetinde.
-Rusya, “Gelecek hafta Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiğini gösteren bilgiler yayımlayacağız” dedi.
Türkiye’nin hükümet ve devlet olarak IŞİD’le işbirliği yapmayacağı kesin bir durum. Ancak Suriye’deki iç savaşın başladığı 2011’den bu yana Esad’ın şahsının liderlikten indirilmesine odaklanan politika, Türkiye sınırında ciddi güvenlik sorunlarının yaşanması, bölgenin her türlü kaçakçılığa imkân veren hale dönüşmesi, özellikle IŞİD’e militan temininde bir güzergâh olarak ortaya çıktığı algıları, tüm bunlar psikolojik harp malzemeleri için “elverişli” durumları ortaya çıkarmıştır.
-Bölgede çok devletli, çok taşeronlu ve bir o kadar istihbarat teşkilatlı bir “savaş” sürerken, özellikle neye “dikkat” diyorsunuz?
Şu tespiti yapmak lazım. Bölgemizde özellikle Suriye temelli resimde süper güçler, bölgesel güçler ve onların vekâlet savaşları içerisinde tüm dünya istihbarat teşkilatlarının bölgedeki çalışmalarını görebiliyoruz. Bu çalışmalar içinde Türkiye, Suriye ve Irak sınırıyla tüm bu yangın bölgesinden etkilenen öncelikli ülke.
Türkiye’nin siyasi ve askeri davranışları bu istihbarat çalışmalarını önemle etkileyecektir. Türkiye’nin içinde, sınırlarımız dışında ya da sınırlarımızla bağlantılı olan her alana yönelik istihbarat çalışmalarının etkin şekilde gelişeceğini ve yönlendirileceğini de görmemiz lazım. Gelişen olaylarda bu bağlantıların tespiti ve önlenmesi için etkin tedbirler almamız gerekir.
Bunu nasıl somutlarsınız?
İstihbarata karşı koyma faaliyetlerini ifade ediyorum. Bu konuda Türkiye istihbarat teşkilatına ve güvenlik kuruluşlarına önemli görevler düşüyor. Fakat tüm bu devasa bölgesel gelişmelerin ortasında Türkiye’nin sadece son haftasındaki kendi iç dinamiklerine baktığımızda kahredici gelişmeler görüyoruz. Duruşu, haberciliği, ulusuna bağlılığı, yurtseverliği tartışılmaz iki gazetecinin yaptıkları haberler nedeniyle yargılanmaları Türkiye’yi özellikle demokratik Batı ülkeleri ve kamuoyları nezdinde hangi konuma iter?
Tahir Elçi gibi sevgi dolu ve barış çalışmalarında simge olan bir insan, silahların sonlandırılması konusunda çalışmaları bilinen bir şahsiyet, çok değerli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sosyolojik bir tespite dayanan tek bir cümlesi nedeniyle önce linç ediliyor, tehdit girişimleri ile karşılaşıyor ve Türkiye yargı sistemi bu şahsı mahkûm etmek üzere harekete geçiyor. Şahsen tüm bunların izahını yapmakta güçlük çekiyorum. Tahir Elçi’nin öldürülmesi de Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması da Türkiye’nin ayıbıdır. Türkiye’nin ayağına kim bu prangayı vuruyor? Türkiye’nin ciddi bir savaş tehdidi ile karşı karşıya olduğu böylesi bir atmosferde, akıl almaz durumlar bunlar.
-Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından en çok hangi soru yandı zihninizde?
Şehirlerdeki çatışmalar da göz önüne alınarak meselenin güvenlik boyutu daha da mı yükselecek? Öncelikle bu meseleyi düşündüm. Çünkü meselenin güvenlik tedbirleriyle çözülmesinin imkânsızlığını artık görmemiz lazım. Yaşanan otuz yılı aşkın güvenlik eksenli uygulamaların yarattığı acı sonuçları bugün daha somut şekilde değerlendirebiliyoruz.
-Türkiye’nin gündem bagajı böylesine doluyken, başlangıca dönerek soralım; Rus uçağının düşürülmesi?
Sayın Cumhurbaşkanı “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” ifadesinde bulundu. Gerçekçi ve samimi bir açıklama ancak bölgenin hareketliliği muhtemel provakasyonlar dikkate alındığında, şekli angajman kurallarının muhtemel sonuçlarının önceden hassasiyetle değerlendirilmesi gereken bir durumun varlığını ortaya çıkarmaktadır. Rusya uçağının düşürülmesi siyasi-stratejik-ekonomik ve psikolojik olarak Türkiye devletinin ve toplumunun çıkarlarını önemle etkilediği ve etkileyebileceği bir gerçeğimizdir.
-Düşürülmeden evvel uçağın Rusya’ya ait olduğu biliniyorsa?
Putin liderliğindeki Rusya’nın uçağının düşürülmesinin yaratacağı siyasal sonuçlar, tahmin edilemeyecek bir durum değildir. Rus uçağı angajman kuralları çerçevesinde, güvenlik tedbiri olarak, otomatik işleyen mekanizmalara göre düşürülmüş ise bu, Türkiye’nin NATO, Batı sistemi ve ABD ile olan ittifakları çerçevesinde güç kazanabileceği gibi bazı değerlendirmeleri ortaya çıkarabilir. Ancak özellikle Türkiye’nin jeopolitik, siyasi ve ekonomik konumu dikkate alındığında, Türkiye’yi yeni soğuk savaş durumunda araçsallaştıran bir ülke durumuna iteceği endişelerini yükseltecektir. Soğuk savaşın bitmesiyle Türkiye küresel dengelerin içinde rahatlayan bir konum kazanmıştı. Ancak yakın dönemde tekrar kendi iç güvenlik sorunlarıyla uğraşan bir ülke konumuna geldi. İçinde bulunduğumuz süreç, Rusya’nın askeri gücünü Ortadoğu’ya taşıdığı, Ortadoğu haritasının değişmesinin ihtimallerinin ortaya çıktığı bir konumda, Türkiye kendi Kürt meselesinin Ortadoğu sorunuyla bütünleşmesiyle karşı karşıya.
Bu riskli evrede acil olarak Türkiye’de yeni bir iklim yaratılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Barış sürecinin yeniden başlatılması, PKK’nın silahsızlandırılması her zamankinden çok daha önemlidir. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi sürecine devamlılık kazandırılması başarının temel şartlarındandır. Ya çağdaş ve demokratik bir anayasa yapacağız, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinin gereklerini benimseyeceğiz ya da Ortadoğu bataklığındaki karmaşa içine çekilen bir Türkiye’nin, zarar görerek kaybettiği gelişmelerle otoriterleşen bir Türkiye ile karşı karşıya kalacağız.
-AK Parti’li Galip Ensarioğlu’nun “Devletle Öcalan yeniden görüşüyor” sözünü HDP’liler yalanladı. Siz itibar ettiniz mi?
Bir bilgimiz yok ama devlet mutlaka görüşüyordur. Ancak şunu ifade edelim.Mesele artık sadece Öcalan meselesi değil. PKK’nın silahsızlandırılması kısa vadede sonuçlanmadığı, Kürt sorununun çözümü için gerekli demokratik adımlar atılmadığı takdirde, Türkiye içindeki bu hareketin bölgeselleşerek, Türkiye’den ayrılma düşüncesini yaratması ve böyle bir ortamda Kürt siyasetinde ayrılıkçı bir evrimin ortaya çıkması çok ciddi bir tehdittir. En büyük risk budur. Ve bu da Türkiye’deki iç savaşı körükleyen bir olaydır.
Çok önemli bir eşikteyiz, demiştik. Tüm mesele bu eşiği nasıl aşacağımızdır. O bakımdan Güneydoğu’daki özyönetim meselesi ve barikatlar üzerinde çok ciddi biçimde durulması gereken konulardır. Çünkü o barikatları kuranlar 90’lı yılların taş atan çocuklarının öfkeli gençler olarak büyümesidir. O barikatlar, Türkiye siyasi iktidarlarının zamanında adım atmadığı için çözemediği bir sorunun getirdiği sonuçlardır. O öfkeli YDG-H’li gençler dahi eğer diyalog kurmak isterseniz kazanabileceğiniz insanlardır.
Meseleye sosyolojik, siyasi ve tarihi dinamiklerle bakıp o öfkeli gençleri anlayarak adım atılması önemlidir. Ve anlayarak adım atıldığı zaman o barikatların, silahların ortadan kalkacağına inanıyorum. Türkiye siyaseti, PKK’nın talep ettiği limitler içinde değil evrensel değerlere endeksli demokratik bir yaklaşımla, meseleyi parlamentoya getirerek, demokratik güçlerle geniş işbirliği yaparak çözmek ve bu adımları atmak zorundadır. Türkiye siyasetinin başka alternatifi de yoktur.
Çözüm sadece Öcalan’la, Kandil’le konuşmak değildir. Öcalan ve Kandil’le konuşma kapsamlı çözüm projesinin ana başlıklarından biridir. Türkiye, PKK sorununu kendi demokratikleşme adımları ile çözerken, Suriye ve Irak Kürtleri meselesine de paralel şekilde ilkeli bir tutumla yaklaşmalıdır.
-Reçetenin ilk maddesine neyi koyuyorsunuz?
Yeni anayasanın inşası hayati, bu noktada zenginliğimiz olan tüm farklı kimliklerimizin, “bizim anayasamız” diyebileceği bir kurucu yasanın gerçekleştirilebilmesi toplumsal dinamiklerinde dayatmakta olduğu bir gerçekliktir.
Yeni bir kurucu yasa, tartışmaları güvensizliği psikolojik sorunları ortadan kaldıran “millet” kavramına şeffaflık-netlik kazandırılabilmesi, 1921 anayasanın ve TBMM’nin ruhunun, gurur duyduğumuz tarihimizle de daha güçlü bir bütünleşme yaratabileceğinden endişe etmemeliyiz. Sorunu anayasa dibacesinde çözerken, anayasa maddelerinde hiçbir etnik, inanç, farklı kimliklere yer verilmemesi, eşit anayasal vatandaşlık kavramının içinin nitelikli şekilde doldurulmasını da mümkün kılacaktır.
Kurucu yasanın, evrensel değerler ve hukukun üstünlüğü, insan hakları kriterleri ile şekillendirilebilmesinin şartları da, Türkiye’nin var olan potansiyeli içerisinde yeniden yaratılabilecektir.
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol