Barajlar doluyor diye sevinirken profesörden uyarı geldi
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Olİstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, İstanbul'da kuraklık tehlikesinin devam ettiğini belirterek ''Her durumda su tasarrufu yapmamız gerekiyor. Barajları yüzde 100 doluluğa ulaştıramazsak yağışlı da geçse, kurak da geçse bu kadar nüfusun toplandığı büyük kentlerde suyu yetiştirmemiz mümkün değil'' dedi.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Demirören Haber Ajansı’na (DHA) iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki etkileri, hava olayları, barajlardaki doluluk, kuraklık, su tasarrufu, su hasadı gibi konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. Türkiye’de mevsimler arası geçişin kısaldığını, yazların daha uzun ve sıcak geçtiğini belirten Tolunay, “Türkiye’de yılların ortalamalarına baktığımızda sıcaklıklarda sürekli bir artışın olduğunu görüyoruz. 1990’lı yılların sonundan itibaren ortalamaların üzerinde bir sıcaklık seyri gördük ve zaman zaman rekorlar kırıldı. Bunlar iklim değişikliğinin bir göstergesi. Yağışlarda sürekli azalma yönünde bir eğilim görmüyoruz. Bazı yıllar daha kurak bazı yıllar yağışlı geçebiliyor.” dedi.
YAĞIŞLAR YÜZDE 50 AZALDI
Prof. Dr. Tolunay, yıl içerisinde de yağış miktarında sıklıkla değişikliklerin yaşandığını ve yağışların bütün yıla düzenli olarak dağılmadığını söyledi. Yaz aylarındaki yağışların azaldığını vurgulayan Tolunay, “2020’nin ilk 6 ayı ortalamaların üzerinde yağışlıydı ancak son 6 ay önceki yıllarla karşılaştırıldığında yağışlar yüzde 50 azaldı. Tek bir yılla iklim değişikliğinin yaşanıp yaşanmadığına karar veremezsiniz. Son 20-30 yılın verilerine baktığımızda yağışların mevsimlere dağılışının kötüleştiğini, daha çok kış yağışlarının arttığını, kar yağışlarının azaldığını ve aslında tarımsal ve kentsel kullanım açısından en gerekli olan yaz ve sonbahar aylarındaki yağışların ise azaldığını görüyoruz.” diye konuştu.
‘AŞIRI HAVA OLAYLARINDA CİDDİ ARTIŞ VAR’
Uzun kurak geçen dönemlerin ardından gerçekleşen şiddetli sağanak yağışların sellere neden olduğunu belirten Prof. Dr. Tolunay, Türkiye genelinde sel, kuraklık, fırtına, hortum gibi aşırı hava olaylarındaki artışın ciddi boyutlara ulaştığını belirterek. “1990’lı yıllarda ortalama 50-60 aşırı hava olayı meydana gelirken bu 2000’li yıllarda 200’lere, 2010’lu yıllarda 500-600’e çıktı. 2020 yılının verileri açıklanmadı ama 2019 yılı 935 aşırı hava olayıyla bugüne kadar en fazla afetin yaşandığı yıldı. Bütün bunlara baktığımızda ülkemizde giderek daha fazla ısınma, yağışlarda düzensizleşme ve bunlara bağlı olarak da afet sayılarında düzensizleşme görüyoruz ve bütün bunları da iklim değişikliğine bağlıyoruz” dedi.
“2020’de evsel kullanımlar arttı ama sanayi tesisleri, restoran gibi yerlerde de su kullanılmadı” diyen Tolunay, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) verilerine göre 2020 yılındaki su tüketiminde önceki yıla göre önemli bir artışın yaşanmadığını belirtti. Tolunay, “İlginç olan şu ki; 2020’nin son iki ayında önceki yılın aynı dönemine göre su tüketiminin azaldığını görüyoruz. Bunun da incelenmesi gerekir. Bunun nedeni insanların hijyen kurallarına dikkat etmeyişi mi yoksa su tasarrufu yapmaları mı ? diye konuştu.
TÜRKİYE’DE SU TÜKETİMİNDE TARIM İLK SIRADA
Su tasarrufuna yönelik uygulanabilecek politikalara değinen Tolunay, kentlerin toplam su tüketiminin yüzde 10’unu, tarımın ise yüzde 71’ini kapsadığını belirtti. Su politikasının öncelikli olarak kentlerden çok, su tüketiminin fazla olduğu alanlarda uygulanması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tolunay, tarım ve sanayi alanında su tüketimi konusunda önlemlerin alınması gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Tolunay, kentlerde ise su kesintisi, suyu ücretlendirme gibi önlemlerden önce su kaybındaki en önemli faktör olan şebeke hattındaki kaçak probleminin çözülmesi gerektiğini belirterek, “İstanbul’da bir yılda tüketilen 1 milyar metreküp suyun yaklaşık yüzde 24’ü barajdan evimize gelene kadar toprağa sızıyor. Bu miktar Ömerli Barajı’nda bir yılda biriken suyun tamamı anlamına geliyor. Su havzalarında yapılaşmanın olmaması gerekiyor. Onları mutlaka korumamız gerekiyor. Çünkü yapılaştırdığınız an içme sularının kirlenmesine neden oluyorsunuz. İşin içine bir de sanayi girerse o içme suyu havzaları kirlenir.” dedi.
KENTLERİ ÇOK FAZLA BÜYÜTMEMEK GEREKİYOR
Nüfusun artışıyla birlikte ihtiyaç duyulan su miktarının da artacağını ifade eden Tolunay, “Kentleri çok fazla büyütmemek gerekiyor. Çünkü nüfusu belli bir yere toplarsanız ihtiyacınız olan su miktarı da artacaktır. Bir İstanbullu şebeke kayıp suyuyla birlikte günlük 190 litre su kullanıyor. Tükettiğiniz suyun farkında değilsiniz çünkü duş alırken 50-60 litre gidebiliyor, sifona bastığınızda gidiyor, bulaşık ve çamaşır yıkarken bu suyu tüketiyoruz. Nüfus arttıkça her bir kişiye 190 litre su temin etmeniz gerekiyor. Dolayısıyla nüfus arttıkça su ihtiyacı da artıyor ve kent büyüdükçe su kaynaklarınız genişlemiyor. Bunun için çok ciddi önlemlerin alınması gerekiyor.” diye konuştu.
‘SU KESİNTİSİ ÇOK DOĞRU BİR KARAR DEĞİL’
Su tasarrufu için kentlerde uygulanan su kesintilerinin su politikası için doğru bir yaklaşım olmayabileceği konusuna değinen Prof. Dr. Tolunay, “İnsanlar pandemi koşullarında hijyene dikkat etmek zorunda kaldıkları için su kesintilerine gidildiği zaman suyu depolamaya yönelebilirler. Bu da baraj seviyesinin hızla aşağıya düşmesine neden olabilir. Bunun yerine su tasarrufu kültürünün oturtulması gerekiyor” dedi.
‘İNSANLAR SUYU NERELERDE TÜKETTİĞİNİ BİLMİYOR’
Prof. Dr. Tolunay, insanların suyu evlerinin hangi alanlarında ne kadar tükettiğini bilmediğine dikkat çekerken, tüketimin çoğunun banyo ve mutfaklarda gerçekleştiğini belirterek, şöyle devam etti:
“Banyo ve mutfaklarda yapılan su tasarrufu daha etkili olacaktır. Örneğin duş alırken, elde çamaşır bulaşık yıkarken su ısınana kadar beklersiniz. Bu sırada 5-10 litre su kaybedebilirsiniz. O suyu bir kovada biriktirirseniz bulaşıklarınızı durulamada, banyo temizliğinde, tuvaletlerde kullanabilirsiniz. Tuvaletlerin rezervuarlarındaki kapasiteyi düşürebilirsiniz. Çamaşır yıkarken de makinaların tam dolu olmasına dikkat etmek gerekiyor. 3 parça eşya için makine çalıştırmamak gibi önlemler almak gerekiyor. Özellikle pandemide evde kaldığımız zamanlarda bir giydiğimizi bir daha giyelim. Bulaşığı elde değil makinada yıkayalım. Örneğin bulaşıkları makinaya koyarken bile sudan geçirerek koyuyoruz. Bunun yerine bir bezle silmek, fırçayla temizlemek ciddi su tasarrufu sağlıyor. Evde alınan bu önlemlerin etkisi tarımda alınacak önlemlere kıyasla çok daha az çünkü suyumuzun en önemli kısmını tarımda kullanıyoruz. Hava değişiklikleri de en fazla tarım alanlarını etkiliyor."
‘KURAKLIKLA BİRLİKTE TARIM ALANINDA ÜRÜN KAYIPLARI BEKLİYORUZ’
Tarım alanlarında yaşanan kuraklık nedeniyle köylülerin derelerden su çektiğini ve bunun sonucunda derelerin suyunun tamamen bitebildiğini belirten Tolunay, “Hiç düşünmüyoruz ama o derede de bir sürü canlı yaşıyor. Derelerin beslediği göllerde de su seviyeleri düşüyor bu su yaşamını etkileyebilir” dedi.
YER ALTI SULARI BİZİM HAZİNEMİZ’
Kuraklıkla birlikte tarım alanlarında ürün kayıplarının beklendiğini ifade eden Prof. Dr. Tolunay, “Yağmur yağmazsa tohum çimlenmez ve o seneki ürünü kaybedebilirler. Köylüler mecbur kaldıklarında tarımsal sulama için yer altı sularını da kullanabiliyorlar. Yer altı sularını da planlı kullanmamız, hoyratça kullanmamamız gerekiyor çünkü gelecekte iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanabilecek kuraklıklarda o yer altı suları bizim kuraklıkları atlatmada en büyük değerimiz, hazinemiz olacak.” diye konuştu. Tarımda damla sulama gibi çeşitli sulama yöntemleriyle tarımda tasarrufun sağlanabileceğinin mümkün olduğunu vurgulayan Tolunay, yörenin iklim koşullarına göre uygun ürün yetiştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
SU HASADI
“Su hasadı’ diye bir kavramımız vardır bizim." diyen Prof. Dr. Tolunay, "Yağmur suyu hasadı da denir. Nedir bu ? Yağan yağmuru bir şekilde toplayıp, toprağa sızdırmaktır. İBB bu yönde bir karar aldı. Örneğin yağmur suyu giderlerinin altına bir depo yaparak bu depoda biriken suyu pek çok alanda kullanabilirsiniz. Dağlık alanlarda, meralarda ormanlarda ise küçük küçük göletler yaparak yağan yağmur suyunun oralarda birikmesini sağlayabiliriz. Bu uygulama aynı zamanda yerleşim yerlerine ulaşan yağış sularını da azaltarak selleri de engelleyecek. En önemli su hasadı yöntemi de doğal ekosistemi, ormanları, meraları korumak. Aşırı yoğun kullanımdan dolayı meralarımızın ot verimi düşük, toprak çıplaklaşmış.” dedi.
“Suyun yoğun tüketildiği özellikle yeraltı sularını kullanarak çalışan sanayii tesislerine o bölgelerde izin vermememiz gerekiyor” diyen Tolunay yer altı sularının gelecek yıllar için mutlaka rezerv olarak tutulması gerektiğini vurguladı ve yer altı suları için “Onlar altından bile değerlidir. Çünkü nüfusumuz artacak” dedi.
‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GEÇİCİ BİR SORUN DEĞİL’
İklim değişikliğinin geçici bir sorun olmadığına dikkat çeken Tolunay, “İklim değişikliği, ekolojik krizin şu anda içindeyiz, gelecekte yaşanacak bir olay değil. Paris İklim Anlaşması. 2030 yılına kadar sera gazı salınımlarını 30, hatta 25 milyar tonun altına düşürmemiz gerektiğini söyler. 2019 yılında ise dünya genelinde 59 milyar ton sera gazı salınımı yapmışız” dedi.
Prof. Dr. Tolunay, Türkiye’nin iklim geleceğiyle ilgili olarak da şunları söyledi:
“Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye genelinde 2040’lı yıllarda 2-3 derece, 2070’li yıllarda 3-4 derece, yüzyıl sonunda ise 4-5 derece daha sıcak olabilir. Yağışlar düzensizleşecek, özellikle yaz ve sonbahar yağışlarındaki azalmalar yüzde 50’leri bulabilir. İstanbul’un 3-4 derece daha sıcak olması demek, İstanbul’a hiç kar yağmaması anlamına gelebilir. Ağaçlar hiç yaprak dökmeyebilir. İklim değişikliğine karşı dünya olarak şimdi akıllansak bile bunun etkisini görmeniz belki de yüz yılı bulacak. Ekolojik kriz dediğimiz bir olay var. Ormanlarınıza sahip çıkmazsanız, tarım alanlarınıza sahip çıkmazsanız, bunları yapılaşmayla sanayileşmeyle kaybederseniz, meralarınızı korumazsanız bunun sonucunda daha çok selle karşılaşırız. Ormanı kaybederseniz sel olur, merayı kaybederseniz hayvancılık ölür, hayvanınızı otlatamazsınız. Tarım alanlarınızı kaybederseniz aç kalırsınız. Çünkü nüfusumuz artarken tarım alanlarımız genişlemiyor. Bütün bunları ekolojik kriz olarak nitelendiriyoruz. Bu durumdan doğadaki tüm canlılar etkileniyor, olaya bütüncül olarak bakmamız gerekiyor.”
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol