1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Bilim Ve Sanat Ödül Töreni

1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Bilim Ve Sanat Ödül Töreni

Cumhurbaşkanı Erdoğan: (1)- “(Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödülleri) Bu ödüllerin tıpkı Necip Fazıl ödülleri gibi Türkiye’nin kültür, sanat ve fikir hayatını esir alan tek tipçi anlayıştan kurtulması açısından son derece değerli, son derece önemli old

BURDUR (AA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödülleri'ne ilişkin, "Bu ödüllerin tıpkı Necip Fazıl ödülleri gibi Türkiye’nin kültür, sanat ve fikir hayatını esir alan tek tipçi anlayıştan kurtulması açısından son derece değerli, son derece önemli olduğuna inanıyorum. Bunlar bugüne kadar ihmal edilmiş, ihdasında aslında geç kalmış ödüllerdir" dedi.

Erdoğan, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Konferans ve Sergi Salonu'nda düzenlenen Fahri Doktora Payesi ve 1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödül Töreni’ne katıldı.

Törende yaptığı konuşmaya, kendisine verilen fahri doktora ünvanı dolayısıyla üniversite yönetimine teşekkürlerini ileterek başlayan Erdoğan, üniversitenin kuruluşunun 10. kuruluş yıl dönümünü kutladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, üniversitenin kuruluşundan bugüne geçen zamanda üniversitesinin takdir edilecek bir yere geldiğini gördüklerini ve önümüzdeki yıllarda başarı grafiğini artıracağına inandığını söyledi.

Bu yıl ilk kez verilecek olan Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödülleri’ni çok önemli gördüğünü vurgulayan Erdoğan, “Üniversitemizi kurarken belki birileri o zamanlar ‘her yerde üniversite açılıyor’ dendiği zaman ben farklı düşünüyordum. İnanmıştım ve Türkiye’de her ilimizde bir üniversite olmasının öğrenciyi buralara çekmek değil, tam aksine bilimi yavrularımızın, gençlerimizin ayağına götürme noktasında fiziksel imkanlarımızı oralara taşıma noktasında önemli olduğuna inanmıştım ve bunu da biz başardık ve başbakan olduğum bir dönemde bunun başarılmış olması da benim için ayrı bir mutluluk sebebidir” diye konuştu.

Erdoğan, Fen Bilimleri Ödülüne layık görülen Prof. Dr. Zekai Şen'i, Sosyal Bilimler Ödülüne layık görülen Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı'yı, Sanat Ödülüne layık görülen Mehmet Bozdağ'ı, Türkiye’nin Tanıtımına Katkı Ödülüne layık görülen Kenan Sofuoğlu'nu, Mehmet Akif Ersoy Özel Ödülüne layık görülen, "Akif’in izinde bir fikir işçisi, ilim talebesi olan gönül insanı" Mehmet Ertuğrul Düzdağ'ı tebrik etti. hocamızı tebrik ediyorum” dedi.

“Bu ödüllerin tıpkı Necip Fazıl ödülleri gibi Türkiye’nin kültür, sanat ve fikir hayatını esir alan tek tipçi anlayıştan kurtulması açısından son derece değerli, son derece önemli olduğuna inanıyorum” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bunlar bugüne kadar ihmal edilmiş, ihdasında aslında geç kalmış ödüllerdir. Yakın zamana kadar sadece ülkemizin sanat, edebiyat ve kültür hayatına katkısı çok daha sınırlı şahıslar adına ödüller veriliyordu. Mehmet Akif Ersoy gibi bir millet şairinin, istiklal şairimizin ve İstiklal Marşımızın müellifi adına ödül olmaması gerçekten büyük bir eksiklikti. Bu eksikliği giderdiğiniz için sizlere ayrıca teşekkür ediyorum. Bu ödüllerin tanınır olabilmesi ve itibarını artırma noktasında da bunun uluslararası alanda çok daha farklı seviyelere çıkaracağınıza inanıyorum. İnşallah biz de bu yönde atacağınız adımlarda sizlerin yanında olmaya sizi desteklemeye devam edeceğiz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Mart’ın İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümü olduğunu anımsatarak şöyle devam etti:

“İstiklalimizin sembolü, Kurtuluş Savaşımızın adeta manifestosu olan İstiklal Marşımız 95 yıl önce, 12 Mart 1921 tarihinde, Büyük Millet Meclisimizde büyük bir coşku ve heyecanla kabul edildi. İstiklal Marşımız vatan topraklarının her karışında işgale karşı mücadele verdiği bir dönemde yazılmıştır. Bu marş hem lafzı hem ruhu itibarıyla gerçek bir bağımsızlık beyannamesidir. Esasen İstiklal Marşı’nın hangi şartlar altında yazıldığı anlaşılmadan ruhu da manası da kavranamaz. Mehmet Akif’i bu millet için İstiklal Marşı yazabilecek tek şair kılan sır onun hayatında gizlidir.”

Mondros Mütarekesiyle başlayan İzmir ve İstanbul’un işgaliyle devam eden süreçte kurulan Büyük Millet Meclisi’nin iki farklı cephede birden mücadele ettiğini anımsatan Erdoğan, “Biri işgal kuvvetlerine karşıydı diğeri ise milli mücadeleyi engellemeye, milletin istiklal aşkını baltalamaya çalışanlara karşıydı. Meclis yokluklara, uzun yıllardır süren savaşların getirdiği yorgunluklara ve daha pek çok sıkıntıya rağmen milletimizi işgalcilere karşı örgütlemeye çalışıyordu. Diğer taraftan mandacıların işbirlikçilerin menfi propagandaları Meclis’in önündeki ayrı bir sorundu” ifadelerini kullandı.

İstanbul’da hareket alanı kısıtlanan Mehmet Akif’in böyle bir dönemde milletin kurtuluş mücadelesinde yerini almak için Anadolu’ya geçmeye karar verdiğini anlatan Erdoğan, şunları söyledi:

“İstanbul’da Akif’i en çok rahatsız eden husus belli çevrelerin İngiliz veya Amerikan mandasına umut bağlamaları, vatanının kurtuluşunu mandacılıkta aramalarıydı. Gazi Mustafa Kemal, hareketin manevi cephesini güçlendirmek için Mehmet Akif’i Ankara’ya davet ederken Sebil-ür Reşad dergisinin de Ankara’da yayımlanmasını istiyordu. Mehmet Akif’e Ankara’da Encümen-i İrşad ve Heyet-i Nasiha’da görev verilmişti. Kimi zaman heyetle kimi zaman da tek başına koltuğunun altında Sebilürreşad olduğu halde şehir şehir dolaşarak Sevr’i anlatmış, halkı milli mücadeleye katılmaya çağırmıştı.”

Mehmet Akif’in İstiklal Marşı için yarışmanın ilan edildiği günlerde Kastamonu’da “davasını millete anlatmakla meşgul” olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı için yarışma ve ödül düzenlenmesi fikrinden hoşlanmadığını ve yarışmada yer almak istemediğini anlattı.

Meclis’e gelen 700 şiirden hiçbirinin beğenilmemesi üzerine yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay ve Hamdullah Suphi Bey’in özel ricasıyla Mehmet Akif’in marşı yazmayı kabul ettiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu amaçla Taceddin Dergahı’na kapanan şair dünyadan ilişkisini keserek, sabırsızlıkla beklenen şiirini 10 gün içinde bitirir. Akif’le beraber dergahta kalan Konya Milletvekili Hafız Bekir Efendi o günleri şöyle anlatıyor, ‘üstad bir gece aniden uyanır, kağıt arar bulamayınca kalemiyle yattığı yer yatağının yanındaki duvara marşın ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım’ mısrası ile başlayan kıtasını yazar. Ben sabah namazına kalktığımda üstadı çakısıyla duvara yazıyı kazırken gördüm.’ Evet bu şekilde yazılan İstiklal Marşı, 12 Mart 1921’de her mısrası alkışlarla kesilerek, coşkuyla gözyaşları içinde kabul edilmiştir” dedi.

“O gün Akif’in yazdığı marşı, en ön sırada ayakta alkışlayarak dinleyenlerden biri de Gazi Mustafa Kemal’dir” ifadesini kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstiklal Marşı’nın kabulünden sonra Gazi, marşın önemini şu sözlerle anlatır, ‘İstiklal Marşı’nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beğendiğim yeri şu mısralardır, ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet. Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal.’ Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır’ der” şeklinde konuştu.

Mehmet Akif'in 500 liralık ödülü, yoksul kadınlara ve çocuklara iş öğreten Dar’ül Mesai’ye bağışladığını anlatan Erdoğan, Akif’in o günlerde soğuk Ankara ve kışına, ayazına karşı kendisini koruyacak bir paltosu bile olmadığını aktardı.

Ceketle gezen Akif’in, Meclis’e giderken yakın dostu Şefik Bey’in paltosunu ödünç aldığını anlatan Erdoğan, şunları söyledi:

“Bir gün kendisine, ‘Şu ödülü reddetmeyip de bir muşamba yahut palto alsaydınız daha iyi olmaz mıydı?’ diyen Şefik Bey ile çok enteresan, iki ay konuşmamıştır. Akif yaşayışıyla, duruşuyla, ortaya koyduğu mücadelesiyle İstiklal Şairi sıfatını ziyadesiyle hak etmiş bir insandır. Hayatını, ‘sözüm odun olsun veya sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek’ ilkesi üzerine bina etmiş bir ahlak abidesi olan Akif, İslam dünyasına veya diğer ülkelere bakarken, merkeze daima Türkiye’yi, İstanbul’u koymuştur. Ona göre umudun, kurtuluşun, dirilişin ruhunun kaynağı burasıdır, yani Anadolu’dur.”

(Sürecek)