Dün düşmandık, bugün canciğer
Uluslar arası politikalarda önemli olan ulusların çıkarlarıdır. Bu yüzden uzun vadede düşünmek ve geleceği ipotek altına almadan, gelecekteki gelişmeleri görebilmek gerekir.
Hep şikâyetimiz bu yöndeydi. Kısa vadede yapılan planlar veya uluslar arası güçlerin planlarına alet olmak ülkemiz için hep sıkıntı yaratmış ve dış politikamız hep tedirginlik, güvensizlik ve sıkıntılarla dolu idi.
Ne olduysa her şey 2009 yılında oldu. İçinde bulunduğumuz aylarda Türkiye 30 yılın en yoğun dış politika gündemini yaşıyor.
Türkiye uzun yıllardır özellikle komşularımızla sorunlar yaşıyordu. Hatta halk arasında yerleşmiş bir düşünceye göre çevremiz düşmanlarla çevrili idi.
Doğuya bakıyorduk, Ermenistan… Batıya bakıyoruz, Yunanistan…
Güneyde Suriye, Güney Doğuda Kuzey Irak ve dolayısıyla PKK tehlikesi…
İran’dan hep bir irtica ihracının tehlikesini hissettik boynumuzda. Hep gerginlik vardı.
Yunanistan ile uzun zaman önce başlayan yakınlaşma sıcaklığını koruyor. En azından Kardak krizi ve deniz ve hava koridoru sınırı gibi bir anda patlayan ve patlaması muhtemel sorunları düşünmezsek “dostluk” iyi gidiyor.
Bugün sınırların kaldırıldığı, vizesiz giriş-çıkışların yapıldığı, Mersin-Laskiye Deniz Otobüs seferleri gibi turizm ve ticareti geliştirecek faaliyetlerin yapıldığı Suriye ile savaşın eşiğine geldiğimizi unutmayalım.
O Suriye ki, başta Abdullah Öcalan ve PKK üst düzey yöneticileri yıllarca içinde barındıran, terörist eğitim kamplarının olduğu ve teröristlerin “bir gece vakti” sızdığı bir komşu ülke.
Şimdilerde bir anda her şey sütliman oldu. Askeri tatbikatlar yapacağımızı açıklıyoruz. Yıllardır müttefik olduğuna inandığımız Amerika ne diyor bilmiyorum ama Amerika için çok şey ifade eden İsrail buna tepkili!
Sadece Suriye değil. Ermenistan-Türkiye maçı ile başladığı sanılan oysa fitili Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama’nın 5 Nisandaki Türkiye ziyaretinde ateşlenen Ermenistan ile diyalog süreci de şimdilik iyi gidiyor.
Ermenistan’ın 1988 yılında başlattığı ve 1992 yılında tamamladığı Azerbaycan işgalinden sonra 1993 yılında Türkiye Ermenistan kapısını kapatma kararı almıştı. Ermenistan’ın dünya’ya açılan tek kapısı kapandığı için nefes borularında meydana gelen tıkanıklığı özellikle Amerika’daki etkin lobisini devreye sokarak açmaya çalıştı.
Nitekim ABD başkanı Obama TBMM’de yaptığı konuşmada Ermenistan’la sınır kapısını açmamız gerektiğini söylemişti. İki ülke İsviçre’de bir protokol imzaladı.
Ermeni sınırının açılması; Ermenistan’ın ekonomik gelişimi ve Türkiye üzerinden yurtdışına açılması bakımından önemli… Ama işgal ettiği toprakları boşaltması gibi temelden önemli bir “kırmızı çizgimiz” vardı yıllardır.
Bu işgal ile ilgili kırmızı çizgimizin ne olduğu veya ne olacağı 10 Ekim 2009 günü imzalanan protokol ile anlaşılmadı doğrusu. Peki, ne oldu da düne kadar düşman gördüğümüz ve savaşmayı göze aldığımız komşularımızla bir anda “sıfır sorun” noktasına geldik?
Kuşkusuz 1 Mayıs 2009 tarihinde açıklanan yeni kabine ve bu kabinede görev alan Ahmet Davutoğlu’nun etkinliği tartışmasız kabul görüyor. Fakat yine de akla ziyan sorular sormanın kimseye zararı olmaz.
Ermenistan sınırının Azerbaycan işgali bitirilmeden açılması verilmiş bir ödün müdür? Ermenistan 1915 olayları ile ilgili ısrarından ve Türkiye’deki bazı illeri kendi sınırlarında görmekten vazgeçecek midir?
Dış politikadaki değişen seyrin, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama’nın gerek başkanlık seçimi öncesi gerek Türkiye ziyaretinde yaptığı açıklamaları ile alakalı mıdır?
Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Ortadoğu Projesini rafa kaldırmasının Türkiye’nin dış politikasındaki reflekslerinde ne derece etkili? BOP yerine bölgede yeni bir plan uygulanıyor mu? Uygulanıyorsa bu plan nedir ve Türkiye bunun neresindedir?
Dünkü düşmanlarımızla bugün bir anda canciğer olmamızın kafalardaki soru işaretleri yaratması normal midir? Dünkü düşmanlarımız gelişen dünya koşullarında bizimle barışmaya mecbur kaldığı için mi bu noktadayız?
Aslında bu soruların soruluyor olması bile belki de bir alışkanlık ve güvensizliğin eseri.
Eğer Türkiye içerde siyasi birliğini sağlamış ve ekonomik bakımdan güçlü olabilseydi dış politikadaki bu tarz güvensizlikleri çoktan aşabilirdi.
Her şeye rağmen kendisini dışarıdan gelebilecek sorunlarla meşgul etmeyen bir Türkiye, enerjisini içerde daha rahat kullanarak istenen seviyeye gelebilir. Sonuç itibari ile kavga ve gerginlik ortamının yıllardır bize getirdiği hiçbir artı olmamıştır.
Bu ülkeyi Emperyalizmle savaşarak kuran büyük önder Mustafa Kemal Atatürk bile “Yurtta barış, dünya’da barış” demişse… O barışa neden el uzatılmasın. Ama barış için geleceğimiz de ipotek verilmesin ve bunu biz istediğimiz için yapalım. Kazanan biz olalım, kazanan barış olsun.