Korkunç iddia: Kanser tedavisi halktan saklanıyor !
Haftada 4 ameliyat yapan beyin cerrahı Doç. Dr. Arif Ösün'ün kanser ilacı davayı kazanmasına rağmen ödenmiyor.
Beyin cerrahı Doç. Dr. Arif Ösün... Kendisi Türkiye'deki kanser hastalarından sadece biri. Kanser ilacını SGK'dan alabilmek için hukuksal yollara başvurdu ve kazandı. Ancak SGK hâlâ ücreti karşılamıyor. Ösün, "Osmangazi Köprüsü'nün maliyeti Türkiye’deki bütün kanser hastalarının tedavisini finanse eder" diyor.
Gazete Duvar'dan Nuray Pehlivan'ın haberine göre Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi’nde beyin cerrahı olarak çalışan Doç. Dr. Arif Ösün, bundan 3 yıl önce akciğer kanserinin bir türü olan ‘akciğer adeno karsinom’ hastalığına yakalandı. Bu süreçte ‘Keytruda’ adlı ilacı kullanmaya başlayan Ösün, Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) başvurarak ilaç bedellerinin ödenmesini istedi. Sağlık Bakanlığı’nın onayına rağmen SGK tarafından çeşitli gerekçelerle ilaç bedelleri ödenmeyince mahkemeye başvurdu. Ancak SGK mahkeme kararına rağmen 23 bin liralık kanser ilacını ödemedi. Kanser hastası Ösün, şimdi bir taraftan hastalıkla, diğer taraftan hukuki süreçle boğuşuyor. Öte yandan ilacın SGK tarafından karşılanması için bir de imza kampanyası yürütülüyor.
Yaşadığı süreci anlatan Ösün, tedavi maliyetinin çok yüksek olduğu ve SGK tarafından karşılanmadığı için hastalardan saklandığını söyleyerek, “Çoğu kanser hastası bu ilaçların adını bile öğrenemeden, böyle bir tedavinin mümkün olduğunu bile göremeden ölüp gidiyor. Bunların hepsi saklanıyor. Halbuki o bir tane Osmangazi Köprüsü’nün maliyeti Türkiye’deki bütün kanser hastalarının tedavisini finanse eder” diyor.
‘İLACA KENDİ FİNANS KAYNAKLARIMLA BAŞLADIM’
“3 yıldır kanser hastasıyım, 1,5 yıldan beri de ilaç kullanıyorum” diyen Ösün, yaşadığı süreci şöyle anlattı: “Adeno karsinom, akciğer kanserinin bir cinsi ve aslında en çok görülen türü. Kullandığım Keytruda adındaki bu ilaç küçük hücreli olmayan kanserlerde işe yarıyor. Tabii bu ilacı kullanmanın birtakım tıbbi koşulları var. Tedaviye başlanmadan önce hastaya ilgili genetik çalışmalar yapılması lazım. PDL 1 geninin yükselmiş olması, yüzde elli oranından fazla pozitif olması gerekli. Sağlık Bakanlığı’nın onayını almak için bu kriterlerden geçmeniz gerekiyor. Benim hastalığım ortaya çıktığında da PDL 1’e bakıldı ve çok yüksek olduğu görüldü. Böylece ilaca kendi finans kaynaklarımla başladım. Çok ciddi bir iyileşme görüldüğü için Sağlık Bakanlığı da bu ilacı kullanabileceğime dair onay verdi.”
Gerekli bütün işlemleri tamamladıktan sonra SGK’ya gittiğini ifade eden Ösün, Sağlık Bakanlığı’nın onayına rağmen SGK’dan ‘Bakanlığın kararı bizi bağlamaz, biz ödemeyiz’ şeklinde yanıt alınca mahkemeye başvurmuş: “Mahkemeden ‘Sağlık Bakanlığı onayı var. Hastanın da bu ilaca ihtiyacı var, ödeyeceksiniz’ diye karar çıktı. Bu kez mahkeme kararını götürdüğümüzde ise SGK dedi ki; ‘biz bu durumu hukuk servisimize soracağız’. Birkaç ay da böyle beklettiler. Sağlık Bakanlığı müsteşarı televizyonda çok net bir şekilde iyileştiğini ispatlayan kanser hastalarının ilaçları geri ödeniyor diye beyanat verdi. Ama SGK, Sağlık Bakanlığı ‘bizi bağlamaz’ dediği için yapılabilecek hiçbir şey yok. İnsanlar ancak kendi başlarına geldiği zaman öğreniyorlar sistemin ne kadar sağlıksız olduğunu. Sağlık hizmeti vermek yazılan aspirini gidip eczaneden alabilmek değildir. Asıl problem ciddi hastalıkla karşılaşıldığında ne yaptığınızdır.”
‘BENİM ECZACI OLMADIĞIMI İSPATLAMAMI İSTİYORLAR!’
Mahkeme kararından sonra iki faturası kesinti yapılarak geri ödenen Ösün’ün üçüncü faturasında SGK yeniden ödememe kararı aldığı için son iki dozdur ilacını alamıyor. Dr. Ösün, şöyle devam ediyor: “Hukuk servisi, eczanelerden iskonto yapma hakkına sahip olduğunu iddia ederek 23 bin 800 lira olan faturayı 16 bin lira olarak ödeme kararı çıkardı. Biz yine itiraz ettik. Çünkü her şeyden evvel ben eczane değilim. Bunu ancak eczanelerden isteyebilirler. Kaldı ki iskonto demek kardan feragat etmek demektir. Ben kendime ilaç kullanarak onlardan bir kâr elde etmiyorum. Dolayısıyla benden iskonto isteme hakları da yok. SGK’nın elinde kesinti yapılamayacağına dair mahkeme kararları var zaten. Düşünün benim eczacı olmadığımı ve bu işten kâr etmediğimi ispatlamamı istiyorlar!
Ben eczacı olmadığımı, sadece ilaç kullandığımı ispatlamaya çalışıyorum şu anda. Mahkeme kararı bu ilaç bedeli ödenecek diye çıktığı için SGK buna kesinti yapma hakkına da sahip değil. Mahkeme kararı olmasına rağmen çeşitli bahanelerle ilaç parasını ödemiyorlar. En son heyet raporunda bu kürde iki kutu ilaç kullanılmıştır diye yazmasına rağmen kaç kutu ilaç kullanıldığını bilemeyeceğimiz için para ödeyemeyiz dediler. Şimdiye kadar ödediğim para 17 çarpı 23 bin 850 TL. Her 3 haftada bir bu parayı ödüyorum.”
‘İKİ DOZDUR İLACIMI ALAMIYORUM’
Ankara ve İstanbul’da SGK’nın ilaç paralarını kesintisiz olarak ödediğini belirten Ösün, bu durumu İzmir’deki SGK’nın keyfi bir uygulaması olarak yorumluyor: “35 yıllık beyin cerrahıyım ve bu hastanede 6 bin liraya çalışıyorum. Haftada en az 3 ya da 4 ameliyat yapıyorum. Bunun karşılığında para almıyorum. Ama ben bedava hizmet sunarken kendi tedavim için para temin edemiyor ve tedavimi olamıyorum. Son 2 dozdur ilacımı alamıyorum. Bu insanların böyle bir hastalığın bilincinde olmaması utanç verici bir durum. İşin en kötü kısmı komisyonun başında iki tane doktor olması. ‘Ankara’ya görüş soracağız’ diyorlar. Ankara’ya görüş sormaları en az 45 gün. Mektupla sorup, mektupla bilgilendirilecek, sonra bana yine mektupla bildirecekler! Kanserin ciddiyetinin farkında değiller ve doktorum diye oturuyorlar orada… Onların tıp fakültesi bitirip bitirmediğinden bile emin değilim ben. Ya öğrendiklerinin hepsini unuttular ya da Hipokrat yemini diye bir kavramdan haberleri yok demek ki! Şimdi hastalığın lezyonları nüksedecek. Savcılık soruşturmasından sonra onlara ayrıca kişisel tazminat davası da açacağım. Bu kadar aymazlık, bu kadar görevi suiistimal; olacak şey değil!”
‘ETKİN TEDAVİYİ ALIRSANIZ YILLARCA YAŞARSINIZ’
“Bu tür ilaç sorunu yaşayan hastalara önerileriniz neler, ne yapmaları lazım” diye sorduğumuzda, “Yapabilecekleri hiçbir şey yok” diyor Ösün, “Ölüyorlar. Bunlar hep saklanıyor. Türkiye’deki kanser hastalarının durumu içler acısı. Kanser olmayanlar yaşayacak. Ama kanser olup da parası olanlar yaşamaya devam edecek. Eğer ben bu ilacı kullanmamış olsaydım… Düşünün, metastatik akciğer kanserinin ortalama yaşam süresi 6 aydır. Benim ise bu hastalıkta üçüncü yılım. Yani etkin tedaviyi alırsanız yıllarca yaşarsınız. Ama yapmazsanız çok hızlı bir şekilde ölürsünüz.”
Ösün, kanser hastaları için bilinenden çok daha farklı tedavi yöntemlerinin bulunduğunu ama Türkiye’de maliyetlerinden ötürü uygulanmadığını ya da hastaların bu alternatiflere dair bilgilendirilmediğini söylüyor. Ösün, hastaların ilaç tedavisine başlayabilmesi için gerekli ön tanı çalışmalarının Türkiye’de yapılmadığını, kendi imkânları ile İsrail ve Amerika’daki birtakım testler neticesinde bu tedaviye ulaşabildiğini belirterek şöyle devam etti: “Kanser hastaları için çok sayıda ilaç var. Benim kullandığım ilaç için kriterler bunlar. Mutasyona uğrayabilecek bir sürü gen var. Mutant gen bulunduğu takdirde ona yönelik, ona özel ilaçlar da var. Ama bunların hepsi pahalı ilaçlar. Modern tedavilerin hepsi çok pahalı. Bende PDL 1 pozitif olduğu için ben bu ilacı kullanıyorum, başka bir gende mutasyon varsa onun ilacı farklıdır. Ben bu gen çalışmasını İsrail üzerinden, Amerika’da yaptırdım. Param olmasaydı böyle bir şey imkansızdı. Cerrahpaşa Hastanesi’nde bir hoca sadece tek bir gene bakmaya başladı. Amerika’da 22 bin tane gene bakıyorlar. Hangi ilacın kullanılacağı kararına bile gelebilmek için en az 100 bin lira para harcamanız lazım. Devlet bunlarda kuruş ödemiyor! İşin bu kısmında zaten devletten bir beklentiniz olamaz.”
‘HASTAYA BUNLARI SÖYLEYEMEM ÇÜNKÜ SUÇ İŞLEMİŞ OLURUM’
Ösün, “size gelen kanserli hastalara gen araştırmalarıyla ilgili bilgileri aktarıyor musunuz” sorumuza ise şöyle yanıt veriyor: “Gelen hastaya bunları söyleyemem çünkü suç işlemiş olurum. Örneğin akciğer kanseri omurgasına metastaz yapmış bir hasta geliyor. Ben ona diyorum ki ameliyat olman lazım, omurgandaki metastazı temizleriz, sonra onkolojiye gidersin. Yani bu kadar kestirme söylüyorum. Ona diyemiyorum ki, ‘Sende aslında şu gen araştırmalarının yapılması lazım. Senin genlerinin kontrol edilmesinden sonra ilaçla tedavi olabilirsin’. Söyleyemem çünkü suç… Yapabileceğim hiçbir şey yok. Kelin ilacı yok misali…
Ancak herhangi bir ücret almadan ameliyatlarını yapabiliyorum. Yara iyileştikten sonra üniversitelerin onkoloji kliniğine başvurmalarını öneriyorum. Oralarda radyoterapi, kemoterapi gibi klasik tedavileri yapılıyor. Ama iş akıllı ilaç ve hedefe yönelik tedavilere geldiğinde, yani modern tedaviye geldiğinde tıkanıyor.
Dediğim gibi, bu gen çalışmalarını kendi olanaklarımla yaptırdım. Enzim ve genetik çalışmaları yapıldı. Bir genetik çalışmanın maliyeti 7 bin 500 dolar. Bütün bunları kendi cebimden ödedim. Şimdi ben buradaki bir hastaya. ‘Bak genetik çalışmalar var ama filan yerde şu kadara yapılıyor’ dersem hastayı parayla bir taraflara yönlendirdiğim için suçlu duruma düşerim. Bunu bir hastaya öneremem. Geri kalan kısmını tarif edemem, tanımlayamam, çünkü devlet ödemiyor bunu. O yüzden gelen hastaları mecburen onkolojiye gönderiyorum.”
‘ÇOĞU HASTA BU İLAÇLARIN ADINI BİLE ÖĞRENEMEDEN ÖLÜP GİDİYOR’
Çoğu kanser hastasının bu tip tedavi imkanlarından haberi bile olmadan hastalığa yenik düştüğünü söylüyor Ösün: “Düşünün 3 yıl önce evre 4 tanısı aldım. 11 yerde metastazım vardı benim. Şu anda vücudumun hiçbir yerinde metastaz yok. Çoğu hasta bu ilaçların adını bile öğrenemeden, böyle bir imkanın olduğunu bile bilmeden ölüp gidiyor. Bunların hepsi saklanıyor. O bir tane Osmangazi Köprüsü’nün maliyeti Türkiye’deki bütün kanser hastalarının tedavisini finanse eder. Yani bir ülkenin bunu finanse edemiyor olması maddi imkansızlıktan değil! Türkiye’nin bunu finanse etme gücü var. Mesele işin ciddiyetinde olmayan insanların bazı makamlara getirilmesidir. Ben İzmir SGK’daki insanlara bakınca acıdım hallerine, üzüldüm. Anlattıklarımı anlamadılar. Ben farkındaydım konuşurken, boş gözlerle beni seyrettiler. Bu yaptıklarının insan hayatına mal olduğunun farkında bile değiller. Onların bir mektup yazması onlara çok normal geliyor, ama o mektubun oraya gidip gelmesi arasında geçen süre buradaki insanın tedavi şansını kaybetmesine neden oluyor. İşte farkında olmadıkları nokta bu. Bir doktorun bunu fark edememesi çok acı. Belki de başlarına geldiğinde fark edecekler.”