Hıncal Uluç'tan kendi gazetesi, Sabah'a: Bu masalları nasıl uydurdunuz?
Medyanın duayen isimlerinden Hıncal Uluç, kendisinin de köşe yazarlığı yaptığı AK Parti hükümetine olan yakınlığıyla bilinen Sabah gazetesindeki köşesinde gazetesini eleştirdi.
Hıncal Uluç, hükümete yakınlığıyla bilinen Sabah gazetesindeki köşesinde gazetesini eleştirdi.
Sabah’ta, “İşte bu ülkede gazetecilik” başlıklı bir yazı kaleme alan Hıncal Uluç, Sabah’ın Günaydın ekinde yer alan bir haberin doğru olmadığını ifade etti. “Aşk yok dediler ama kaçtılar” başlıklı haberi hedef alan Uluç, haberde iddiaya konu olan Nehir Erdoğan ve Cem Aydın’ın arkadaşı olduğunu, konuyu kendilerine sorduğunda haberin yalan olduğunu öğrendiğini yazdı.
Haberde imzası olan Gökhan Gökduman’a “Bu masalı nasıl yazdın” diyen Uluç, “Gazeteciliği getirdiğimiz yer bu” ifadelerini kullandı.
Hıncal Uluç’un yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Sabah sabah gazetemi okuyorum. Daha doğrusu gazete bitti.. Günaydın'a bakıyorum. Birinci sayfadan anons edilmiş bir haber.. Üçüncü sayfada manşet..
‘Aşk yok dediler ama kaçtılar’
Birdekiler de dahil, beş de fotoğraf var..
‘Aşk yok’ deyip kaçanlar, Nehir Erdoğan ve Cem Aydın.. Nehir, sinema, televizyon oyuncusu ve sunucusu. Cem Aydın televizyon yöneticisi.. Bir ara ikisi bir arada NTV'de çalıştılar.
Nerden biliyorum?.
İkisi de arkadaşım ondan. Hele Nehir aile dostum..
Habere imzasını atan arkadaşım Gökhan Gökduman!.
Şimdi ben Gökhan'a soruyorum!.
‘Bu masalı nasıl yazdın, Gökhan?.’
Ağır itham değil mi?. Evet!. İtham ediyorum.. Çünkü yazdıkları masal.. Büyük bir olasılıkla bir ajanstan gelmiş fotoğraflara masal uydurmuş.
Çünkü orda olsaydı, o resimleri kendi çekseydi, benim, yani Hıncal Uluç'un da orda olduğunu görürdü. Daha fazlasını da görürdü. Nehir'in, Hıncal'ın masasından kalkıp, Cem'in masasına gittiğini.. Orda bir süre oturduktan sonra, Hıncal'ın masasına geri döndüğünü.. Ardından Cem'in de benim masama geldiğini, benimle sarmaş dolaş olduğunu.. Uzun uzun konuştuğumuzu..
Madem ordaydın, madem ‘Aşk yok dediler, kaçtılar’ masalını değil, gerçekleri yazıyordun, nasıl beni görmedin?. Nasıl bütün bunları görmedin?.
Bakın sevgili okurlar...
Orda bir aile buluşması vardı o gün..
Size bu sütunlarda Arnavutköy'de yeni açılan Jain adlı kafeyi anlatmış ve ‘Ertekin'le Ortaköy bitti. Şimdi artık yerim Arnavutköy.. ve bu tam Pariziyen Kafe’ demiştim. Jain yani..
Jain'e beni ilk götüren Nehir. Çünkü açanlar, kankası Sevil ve eşi Mustafa Sirmen. Evi Şaşkın'da olan Nehir, hele bu korona dönemlerinde, yasak saatlerini geçirdi mi, bu tarafta kalır. Ya Sevil'de, ya Zeynep'te.. Zeynep benim yeğenim. İkisi de Nehir'in kankası.. En az 20 yıllık arkadaşı..
O gün Nehir'le Zeynep karar vermişler. Bana da haber verdiler. Jain'de bir aile buluşması planlamışlar.
Aynen öyle.. Aile buluşması.. Nehir'in annesi Şükran Hanım da geliyor.. Benim bahçemde top oynamaya bayılan minicik yeğeni Atlas da.. Atlas o resimlerden birinde Nehir'in kucağında.. Ama annesi ve ben yokuz.. Hele beni özenle kesmişler kadrajdan, o masalı yazarken..
‘Haftanın birkaç günü ayni mekanda bir araya geldikleri öğrenilen ikili, flaşların patlamasıyla masaların üzerinden atlayarak birbirlerinden uzaklaştı’ diyor Gökhan, aynen..
Başından sonuna ben ordaydım.. Ne flaş patlaması Gökhan.. Bu nasıl yalan.. Güneş tepemizde, ortalık pırıl pırılken niye flaş patlasın ki?. Flaşlar hem de patlayacak da, ben gerzek Hıncal farkına bile varmayacağım, ‘Kimi çekiyorlar acaba’ diye düşünmeyeceğim öyle mi?. Benim masamda, benim konuğum Nehir, annesinin ve benim yanıma, masaların üzerinden atlayarak gelecek de, ben, 65 yıllık gazeteci Hıncal, ‘Ne oluyor yahu’ demeyeceğim, öyle mi?.
Evet.. Hiçbirinin farkına varmadım.
Çünkü ne flaşlar patladı, ne ikili, masaların üzerinden atlayarak benim masama geldiler.
Bu resimleri sen de çekmedin. Herhangi bir SABAH foto muhabiri de.. Öyle olsa, ikiniz de beni tanır, yaptığınız bu muhteşem atlatma haberi tamamlamak için Nehir'in güya kaçıp sığındığı masada oturan bana da ‘Hıncal Ağbi ne oluyor’ derdiniz.
Gazeteyi bırakıp Google'a girdim Gökhan.. Senin ajans başka nerelere servis yapmış, diye..
Hürriyet.com.tr.. HaberTurk.com.tr.. Takvim.com.tr.. Akşam. com.tr.. Milliyet.com.tr.. Yeniasir.com.tr...
Bir yığın da, saymaya gerek yok.. İlaveten, en başta sana servis yapan bir yığın, uçan, kaçan internet sitesi.. Hemen hepsinde ayni başlıklar, ayni resimler, hatta ayni yanlışlar.. Tek elden çıkma yani, SABAH, Hürriyet, Milliyet!.
Ayni ajanstan alıp altına imza atanlar yani..
Gazeteciliği getirdiğimiz yer bu..
Sen olsan Gökhan Gökduman, bu gazeteyi her sabah para verip alır mısın?.
Özel haberciliği, gazeteciliği unuttuk. Gerçekleri, sadece gerçekleri yazma sorumluluğumuzu unuttuk. Her gazeteye ayni fotoğraf ve ayni masallarla servis edilen haberlere imzamızı atıp, her ay başı maaş alıyoruz ve bu gazetenin okunmasını istiyoruz öyle mi?
Bindiğimiz dalı kesiyoruz Gökhan..
Haber kaynayan İstanbul'da ‘Özel’ ve ‘Güzel’ tek şey yapma hevesimiz olmadan, ajans haberlerine imza atan ve bu ajans bültenlerini o imzalarla tam sayfa yayınlayan editörlerle, günden güne eriyor, bitiyoruz.
Şu cumartesi günü, yazdığım şeye bakın..
Daha doğrusu, benim gazetemin, benim gazetemin ekinin bana yazdırdıklarına..
Bana ne Hürriyet, Milliyet, Akşam'dan..
Herkes kendi kapısının önünü süpürürse, medya tertemiz olur.
Süpürmezse..
Batar gideriz.. Benim yaşım 81.. Batsak ne olur ki, bana..
Ya sana Gökhan.. Ya sana.. Ya gençlere, bu mesleğin genç kuşaklarına ne olur, bir düşün hele..
Masal yazmayı bırak.. Haber yaz.. Meraklı haber yaz. Hem seni okusunlar, hem gazeteni..
Bunu yapmazsan, Jain'in önündeki sokağı süpürecek işe muhtaç olursun, yarın!.”