Can Dündar'dan ilk mektup
Can Dündar, tutuklandığı gece yaşadıklarını mektupla anlattı
En son hatırladığım hâkimin bakışları. Sabit, kindar, üstten bakışları. Doktorun hastasına acıyan bakış. “Artık ne yersen ye” bakışlarıyla dinledi savunmamızı. “Artık ne dersen de... Hukukun bittiği yerdesin.” Mahkemedeydik oysa.. Sanırım 8 ila 10 saniye konuştu. “Tutuklanmanıza karar verdim.” Belki 3 saniye... Arkamdan birinin “Yazıklar olsun” diye seslendiğini hatırlıyorum. Sonra sivil polislerin mahkeme salonuna girdiğini... Benim, defterimi avukatıma verip eşimi görmek istediğimi... Ona sarılırken kulağına “Evlilik yıldönümümüz kutlu olsun” dediğimi, izleyicilerin salona girip elimi sıktığını, güç verdiğini... O anda önce Kılıçdaroğlu, ardından Demirtaş’la görüştüm. Belki 1’er dakika... Güçlü olmamı, yanımda olacaklarını söylediler. Konuşmamızı alkış sesleri böldü. “Özgür basın susturulamaz” sloganı eşliğinde özgür basının susturulduğu yere, Silivri’ye doğru yola çıktım.
Polisin sorusu
Kibar bir sivil polis, “Bir ihtiyacım olup olmadığını” sordu kapıda: “Adalet” dedim. O “tuvaleti” kastetmiş. “Gerek yok” dedim. Terörle Mücadele’den 6-7 sivil genç eşliğinde otoparka indim. Erdem’i de getirdiler. Hâlâ tatsız bir piyesin zorunlu oyuncuları gibiydik. “Açsınızdır” dedi sakallı, uzun saçlı polis... Açtık. Yanındakilerden birisini bisküvi almaya yolladı. Erdem’e sigara tuttu. Kibardı.
Temiz hava solumak gibi
Orada avukatlarımız Akın (Atalay) ve Bülent’i (Utku) görmek, aniden temiz hava solumak gibiydi. “Eskisinden daha sık görüşeceğiz” dedi Akın... Yanımdan Dilek’i aradı. “Eşyaları hazırla” dedi. Vedalaştık. Biri şoför koltuğunda 3 polisle yola çıktık. Hep gördüğüm şekilde arkada ortada değil, eli kelepçeli, başı bastırılıp arabaya sokulan değil, koluna girilen değil, gezmeye gider gibi.. Sıradan... Eyüp Hastanesi’ne gittik.
Yol her gün geçtiğim, gazetenin yolu... “Bitse” diye sabırsızlandığım yolu “bitmese” diye geçtim bu kez... Sabırla... “Hoş geldin sabır” diye mırıldandım içimden. Nicedir ihmal ettiğim bu kadim dostu selamlarken: “Artık bir süre birlikteyiz; telaş, dinlensin biraz...”
Doktorun şaşkınlığı
Hastane acil servisi yorgun, yılgın, solgun hastalarla dolu. Giriş kapısındaki küçük odada genç bir doktor, hayretle bakıyor yüzüme.... “Keşke cep telefonu olsaydı” diyor. Bu özel günden küçük bir fotoğraf karesi kalsaydı... Hatıra... “Darp var mı?” “Yok” “Tamam, tutmayalım sizi... Gidebilirsiniz”, yeniden yol. Yolda “Eğitimle ilgili bir yazınızı hatırlıyorum” sorusuyla açılan sohbet. Benim polislerle Reşit Galip’i, Atatürk’ün sofrasındaki ünlü çıkışını anlatışım, Rusya’yla savaş ihtimalini değerlendirişimiz... İhtiyaç molası Erdem’in “Polis dizisi ne kadar gerçekçi” sorusuyla ortamın yumuşaması. Ve orada... Parktan çıkan bir genç çiftin sevgi dolu bakışları... Bize yaklaşmaları... Polisin uzaklaştırma çabası içinde “Sizinleyiz, destekliyoruz” diye seslenmeleri... Gecenin ortasında yürek mühimmatı.
Silivri yolunda bisküvi
Ne garip bu gece Dilek ile evlilik yıldönümü yemeği hayal ederken Silivri yolunda bir arabanın arka koltuğunda bir sivil polisle bisküvi yiyorum. Besbelli hayatımda yeni bir sayfa açılıyor. Ne kadarını benim yazabileceğimi, ne kadarını koşulların belirleyeceğini bilemediğim bir sayfa... Annem ne haldedir acaba? Babam nasıldır acaba? Ege? Sevdiklerim? Dostlarım? “Keşke içten içe eğlendiğimi bilseler, üzülmeseler” diye geçiriyorum içimden.... Gazetenin en zorlu ekonomik dönemiydi; evin ağır taksitleri vardı... Bense telefonu fişten çekip yeni bir kitaba kapanmak istiyordum. Tam öyle oldu.
Yeni kitabın girişi
12 saatlik adliye macerasının ardından gece yarısına doğru Silivri kapısından geçerken kitabın girişini düşünüyordum. Birden flaşlar patladı. Gazeteci dostlar kapıdaydı. Paparazzi programında gördüğümüz bir sahneydi. “Silivri kapısında bir sivil polisle ‘yakalandık.” İnip onlara bu mücadelenin onları çok daha özgür koşullarda gazetecilik yapabilmesi için verildiğini anlatmak isterdim. Bu hukuksuz hoyratlık, bu kibirli zulüm sürerse yakında hiçbir haber yazıp basamayacaklarını... Hepten susturulacaklarını...
Selfie çeksem daha iyiydi
Uzun sürdü kaydımız. Onlar yazarken sarıya boyalı taş avluya bakıyorum. Toprağa bir süre basamayacağız. Gökyüzü, bir avuç kalacak. Ama yazamadıktan sonra dışarının içerden farkı yok. Parmak izi verdikten sonra tutuklu pozu verirken gülümsüyorum. Selfie çeksem daha iyi çıkardı. Görevliler uzun gece nöbetine rağmen nazik. Cüzdanıma el koyarken içindeki aile fotoğraflarını yolluyorlar arkamdan. Bir de sevdiğim kırmızı valizimi... Bir süre yoldaşım onlar olacak.
Yeni evim dubleks
Sayısız demir parmaklık açılıp kapanıyor, ıssız gecenin sükûnetini parçalayarak. Sonra biz kahverengi demir yapı önünde duruyoruz. Kapısında A-1-5 yazıyor. Son kez aranıyor üstüm. Yeni evime giriyorum. Dubleks... Giriş katı, 6’ya 8 adım genişlikte, mutfak salonda, tuvalet+ banyo da.... Bir plastik masa ve sandalye var. Florasanı yanıyor. Demir pencere salondan biraz büyükçe bir avluya açılıyor. Yeni bahçem burası. Gökyüzünde çelik teller... Ağır demir kapı “Allah kurtarsın” diye kapanıyor üstüme... Üst katta 3 yatak, 3 dolap var. Erdem yanda. İkimiz de yalnızız. Gecenin yorgunluğu basıyor. Yıldönümü için en afilli ceketimi ve düğmeleri saklı gömleğimi giymiştim. Onları çıkarıyorum özenle.... Ortamla kıyafetler yadırgayarak bakıyor birbirine.. Burası, dünyanın her yerinde baskıya, zulme, hukuksuzluğa karşı savaş verenlerin uğrak yeri... Yazarlığın, insanlığın ortak evi. Bunun bilinci ve huzuruyla giriyorum yatağa... Uzak alkışları ve hıçkırışları işitiyorum. Gece kısa... Sabah yakın... Sevgiyle kalın.