Padişahın Kızlar Mektebi: Duhteran-ı Hümayun
Tarihçi-yazar Nermin Taylan: - "Saraya cariye olarak gelen sultanların ve sarayda doğup büyümüş padişah kızlarının bu derece teşekküllü vakıfları inşa ettirecek matematiğe ve yeri geldiğinde saltanat naibesi olarak devleti yönetebilecek derecede iyi bir s
İSTANBUL (AA) - EKREM KAFTAN - Tarih sahnesinden çekilmesinin üzerinden yaklaşık yüz yıl geçen Osmanlı Devleti'nin 6 asır boyunca yaptıkları, kurumları ve bugüne kalan mirası üzerinde tartışmalar aralıksız devam ediyor.
Tarihçi-yazar Nermin Taylan, Osmanlı Devleti'nin en önemli eğitim kurumunun Topkapı Sarayı içinde asırlarca faaliyetini sürdüren Enderun-ı Hümayun olduğunu belirterek, "Saraya cariye olarak gelen sultanların ve sarayda doğup büyümüş padişah kızlarının bu derece teşekküllü vakıfları inşa ettirecek matematiğe ve yeri geldiğinde saltanat naibesi olarak devleti yönetebilecek derecede iyi bir siyaset bilgisine vakıf olmaları, Enderun-ı Hümayun gibi kadınlar bölümü olan Duhteran-ı Hümayun'da aldıkları çok iyi eğitimden kaynaklanmaktadır" dedi.
AA muhabirine, en çok tartışılan konulardan olan Osmanlı sarayında cariyeler ve hanım sultanların gördüğü eğitim sistemi hakkında açıklamada bulunan Taylan, "Osmanlı Devleti sanattan bilime, medeniyetten kültüre, mimariden güzel sanatlara kadar günümüze pek çok hazine bırakmıştır. Hiç şüphesiz bu hazinelerin başında fakir-fukaranın, garip-gurabanın, açların, misafirlerin, yetimlerin, yersizlerin, yurtsuzların, evsizlerin sığınağı olan vakıflar gelmektedir. Fakat Türkiye geneline ve özellikle İstanbul’a baktığımızda günümüze ulaşan bu mimari hazinelerin; padişahlar, paşalar ve dahi sultanlar tarafından imar edildiğini görüyoruz. Özellikle hanım sultanlar tarafından yaptırılmış vakıfların tam teşekküllü olarak imar edilmeleri ve her yıl akarlarının muntazam sağlanması da ayrıca dikkat ve takdir edilmesi gereken bir durumdur" diye konuştu.
- “Sarayda terbiye olunmayan hiçbir yerde terbiye olmaz"
Dönemin Avrupa'sında kölelere okuma-yazma öğretmenin yasaklandığını ve kölesine okuma-yazma öğretenlerin çeşitli cezalara çarptırılıp bazen de öldürüldüğünü vurgulayan Taylan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Osmanlı sarayına gelen cariyeler kendi dillerini unutacak kadar Türk, kendi dinlerini değiştirecek kadar Müslüman oluyorlardı. Güzel konuşuyor, güzel yazıyor, mutlaka bir çalgı aleti çalıyor, aritmetik ve siyaset biliyor, adabımuaşerette yabancı elçilerin eşlerini kendilerine hayran bırakıyorlardı. 19'uncu yüzyılda 'sarayda terbiye olunmayan hiçbir yerde terbiye olmaz, saray bir ilim yuvasıdır' diye bir deyim halk arasında oldukça revaçta olmuştur."
Taylan, Osmanlı saray haremini resim sanatının baş köşesine oturtan oryantalistlerin yağlı boya tablolarında görülen “nü” resimlerin ve kendi ideolojilerini giydirerek yazdıkları hayal ürünü romanların, televizyon dizileriyle, gerçeğinden uzak, tarihi literatüre aykırı olduğu halde son yılların en çok konuşulan konuları arasında yer aldığını hatırlatarak, şunları söyledi:
"Harem ve cariyelik konusu ne yazık ki toplum tarafından hala doğru ve gerçek bir şekilde algılanmış değildir. Saraydaki cariyelerin eğitim gördüğü Duhteran-ı Hümayun ve Osmanlı tahtından geçenlere sevgilerini verip soylarını yürüten hanım sultanların harem yaşantıları ve aldıkları eğitim, birkaç ilmi çalışma dışında ne yazık ki hala tam olarak anlatılmış değildir. Oysa böylesine köklü bir medeniyetin mirasçıları olan bizler bu medeniyeti uygulama noktasında biçare kalmış, iyi eğitim almayı yalnız diploma almak olarak algılayıp kendi özümüze yabancılaşmışız."
- "Hürrem Sultan, Mekke, Medine ve Kudüs’e imarethaneler inşa ettiriyordu"
"Rus bir köle olarak hareme giren, orada aldığı eğitimdeki başarısı ile valide sultanın gözünü doldurarak padişaha eş olmaya layık görülen Hürrem Sultan nasıl oluyordu da milletlere kös dinleten, hükümdarlara taç giydiren dünyanın en büyük hükümdarlarından birini kendine bu denli mahkum edebiliyordu" sorusunu soran Taylan, cevabını da şöyle verdi:
"Doğmadığı toprakların kültürüne aidiyet noktasında külliyeler inşa ettirecek kadar merhametli olabilmesinin yanı sıra yaptırmış olduğu vakıf müesseselerinde, dönemin Avrupa'sında akıl hastaları 'içerisine şeytan girmiş' inancıyla diri diri yakılırken o, banisi olduğu külliyelere bimarhaneler inşa ettiriyor ve akıl hastalarını kuş sesi, su sesi ve musiki ile tedavi ettiriyordu. Bununla da yetinmeyen Hürrem Sultan, Müslüman olduktan sonra öğrendiği Kur'an-ı Kerim’e öylesine vakıf olabiliyordu ki Kur'an’da ismi geçen üç yere; Mekke, Medine ve Kudüs’e imarethaneler inşa ettiriyordu. Peki ya öldüğünde İstanbul’da üç bin kişinin aç kaldığı Kösem Sultan, İstanbul’un en büyük üçüncü külliyesini inşa ettiren Nurbanu Sultan, İstanbul’da ilk kız lisesini yaptıran Pertevniyal Valide Sultan ve yine İlk kaloriferli hastaneyi yaptıran Bezmialem Valide Sultan, hemen her gün önünden binlerce insanın geçtiği Yeni Cami'nin banisi Hatice Turhan Sultan gibi birçok padişah eşi, yaptırmış oldukları eğitim merkezleri ve hayratları ile insanlığa hizmet edebiliyorlardı. Günümüze kadar ulaşan bir medeniyetin temellerini atan sarayın sultanlarının yaşadığı harem nasıl bir yerdi ki içerisine gireni adeta ilim ve kültürle harmanlayarak asırları kendilerine hayran bırakan bireyler haline getiriyordu."
- Harem hayatı
Taylan, harem kelimesinin, "girilmesi yasak olan yer" anlamına geldiğinin altını çizerek, "Osmanlı Sarayı Harem dairesinde padişah ve ailesi yaşamakla beraber, harem işlerini yürüten görevliler ve harem mensupları yaşamaktaydılar. Harem işlerini yürütmek ve hanedan mensuplarına hizmet etmek için zaman zaman hareme köle pazarlarından cariyeler alındığı gibi fethedilen yerlerden elde edilen esirler de padişaha hediye edilmişlerdir. Bir şekilde Osmanlı Sarayı Harem dairesine alınan kızlar bir dizi dil, din, dikiş, nakış, çalgı, okuma, yazma, güzel konuşma, güzel yürüme gibi derslerden geçtikten sonra becerilerine göre görevlere verilirlerdi. Zamanla beceri ve zekalarına göre usta, kalfa, haznedar gibi mertebelere yükselirler ve mertebelerine göre maaş alırlardı. Padişaha hediye edilen cariyeler ise daha özenli bir ilgiye mazhar olur, mükemmel derecede bir eğitime tabi tutulurlardı. İleride padişah eşi, şehzade annesi ve valide sultan olacağı göz önüne alınarak içlerinden en iyileri seçilir, eğitimleri tamam olduktan sonra valide sultan tarafından layık görülürlerse padişaha sunulurlardı" şeklinde konuştu
Haremin hiyerarşik sistemini piramide benzeten Taylan, Harem halkını şöyle tanımladı:
"Haremde yaşayanlar bir piramide benzetilirse eğer, piramidin kaidesini cariyeler, zirve noktasını da valide sultan işgal eder. İkisi arasında kalfalar, ustalar, odalıklar, ikballer ve kadın efendiler yer alır. Harem halifenin evi idi. Herkes Kur’an-ı Kerim okumalı ve ibadetini yapmalıydı. Bundan dolayıdır ki hareme alınan cariyelerin çoğuna Kur'an öğretilirdi. Bunların yanı sıra nezaket ve görgü kuralları, dikiş dikme, dantel işleme, örgü örme, bazı cariyeler çalgı çalma ve oyun oynama gibi alanlarda eğitimden geçer ve terbiye edilirlerdi. Bu sebeple Harem, bir kültür okulu ve bir nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Enderun Mektebi yüksek devlet memurlarını yetiştiren bir okul ise Harem de güzel ve müsait cariyeler için böyle idi."
Taylan, "saraylı olmanın" iyi eğitimli manasına geldiğini aktararak, "İyi eğitimli kızlar padişahlarla, şehzadelerle, paşalarla veya Enderun mektebinden mezun olan devlet görevlileri ile evlendirilirdi. Dünyanın en iyi erkek mektebi olan Enderun-ı Hümayun'dan mezun bir kişi, ancak dünyanın en iyi kız mektebi olan Duhteran-ı Hümayun'dan biriyle evlenir ve ülkenin herhangi bir yerine devlet görevlisi olarak atanan eşi ile giderek, eşi devlet memurluğu görevini ifa ederken, kendisi de gittiği yerde aldığı eğitimi yerli halkın hanımlarına yayardı. Bu sebeple devletin idare merkezinin Yıldız Sarayı’nda olduğu dönemde denilmiştir ki; ilim ve adap, Yıldız Saray-ı Hümayunu’ndan Beşiktaş’a, Beşiktaş’tan Boğaziçi’ne, Boğaziçi’nden İstanbul’a ve İstanbul’dan da tüm Osmanlı ülkesine yayıldı" şeklinde konuştu.
- Saray hanımlarının aldığı dersler
Osmanlı Devleti'nde, genç kızların daha çocuk yaşta geldikleri Osmanlı sarayında çok iyi derecede bir eğitime tabi tutularak sosyal hayata ve aile hayatına hazırlandıklarını kaydeden Taylan, şöyle devam etti:
"Fakat günümüz Türkiyesinde yalnız branş dersleri veren okullar ve dahi İslam sanatları adı altında eğitim veren kurumlar bir dalda uzmanlaştırmakla beraber asla Duhteran-ı Hümayun'daki eğitimin yerini dolduramıyor; yemek yapmayı, dikiş dikmeyi, güzel konuşmayı, belagati, tarihini, ecdadını, kültür ve medeniyetini bilmeden yetişen genç kızlar, hem insani ilişkilerde hem de aile hayatında başarılı olamıyorlar."
Taylan, Duhteran-ı Hümayun'a alınan kızların gördükleri dersleri ise şöyle sıraladı:
Kur'an-ı Kerim, Ulum-i Diniye, Resaili Türkiye (Türk İslam Tarihi), Talim-i Sülüs (Hüsn-i Hat), Mektebi Edebiye (Adabımuaşeret)
Kavaid-i Türkiye, Hesab, Coğrafya, Edebiyat, Resim, Dikiş, Nakış, Yemek Yapma, Güzel Konuşma, Belagat (Diksiyon), Siyaset Bilimi, Arapça veya Farsça, Keman, Tambur, Kanun vs (en az bir tane müzik aleti), Sanat Tarihi ve Osmanlıca.