Bu dava ile ilgili yorum yapmayacağım çünkü sonucu ağır oldu diyeyim. Müebbet hapis cezası haksız yere adam öldürmedikten sonra bana çok ağır geliyor. İnsanı diri diri toprağa gömüp, çürümeye bırakmak gibi. Allah içeridekilere sabır ve dayanma gücü versin demekten ve yargı kararlarına ‘ saygı’ duymaktan başka elden bir şey gelmiyor.
Ama biz kendi inandığımız doğruları her zaman uygun lisanda yazmaya devam edeceğiz. Biz derken, Nihat Doğan lugatı gibi anlaşılmasın, benim gibi düşünen insanlar demek istiyorum.
Hayatımda hiçbir zaman çok para kazanmak için, inanmadığım hiçbir şeyin altına imzamı atmadım, atmam.
Bu nedenle pek çok imkan kaçırmış olabilirim, herkes gibi tabii umurumda bile değil. Her devrin gazetecisi, güçlünün yandaşı ya da üç beş kuruşluk dünya malımı saklayacağım diye, sömürülmesinde hiç katkı sağlayan biri olmadım.
Hep idealist ve sevgi penceresinden baktım yaşama. İnandığım işler yaptım, arkasında durabileceğim kararlar verdim. Belki yüksek maliyetli bir gazetenin genel yayın yönetmeni olamadım ama basın kartlı özgür ve bağımsız bir gazeteci olabildim.
Önce sol görüşlü olup, sonradan liberal ya da merkez sağ da yer almadım.
Bir ‘İzm’in’ peşinden koşmadım. İnancın yürekte, adalet terazisinin vicdan da olduğuna inandım. Beli kritik noktalarda yer almadığım için de olabilir ama sonrasını düşünerek, o yollara da imkanım olduğu halde girmedim.
Bizim kuşak yani 70 li yıllarda doğanlar, 80 ihtilalinde ilkokul 1. Sınıfta idi. Apolitizmin başladığı yıllarda, siyasetle hiç işimiz olmadı. Okula gittik, geldik, zaten siyasi bir dalgalanma ya da, siyasi bir kaos da yaşamadık. Biraz aklımız başına geldiğinde, Türkiye için, gerek yaşam tarzı, gerek eğitimi ve kültürü ile bulunmaz bir insan olan Özal dönemi idi. Ne maddi, ne manevi hiçbir sıkıntımız yoktu ülkece…
Sabahları okula gittiğimizde, andımız okunurdu. Hiç yüksünmedik okumaktan, Musevi arkadaşlarımız da vardı, doğu kökenli kardeşlerimiz de, ben Çerkes ve Rumeli bir annenin çocuğu olarak gurur duydum Andımızdan. Aidiyet hissettim vatanıma….
Kurtuluş Savaşı gazisi dedeme dair hatırladığım tek görüntü. Beni kucağına alıp, savaşta yaşadıklarını anlatması idi. Gümbür diye bombalar patlamış, bir nehrin kenarına düşmüş, ciğerine şarapnel parçası saplanmış anlatır dururdu aynı hikayeyi. Neden küçük bir kıza daha uygun daha eğlenceli hikayeler anlatmıyor diye düşünür, yine de can kulağı ile 3 yaşın getirdiği merak ile kocaman gözlerimi açıp onu dinlerdim.
Maksat dedeme yakın olmak, beni sevmesi idi, o günün penceresinde benim için savaş hikayeleri dinlemenin anlamı. Keşke şimdi hayatta olsaydı da yüksek sesle anlatsaydı herkese bir daha ve bir daha….
Babannem Askeri doktor olan büyük dedemizi anlatırdı. Yani kendi babasını, bu gün Gümüşsuyu’nda bulunan Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin Baş hekimi ve Osmanlı Paşası olması ile gurur duyardı her zaman. Apoletleri, tozlanmış ve rengi solmuş da olsa, püsküllerinin sallanması her zaman ilgimi çeker, omzuma takıp, ben de paşa oldum derdim.
Bizim için askerler kutsaldı, vatanı iç ve dış tehlikelere karşı korurlardı. Bir çocuk gözünde bu ‘Baba gibi’ bir histi. Hep saygı duyduk, hep güvendik, hep sevdik….
Ama dün bu her zaman saygı duyduğumuz, yıllarını bu günün şartlarında üç kuruş maaşlarla, Anadolu’nun pek çok ilini dolaşan, büyük çocuğunun, giysilerini, üç beş ufak değişiklikle, küçük kardeşe hazırlayan, son derece sade lojmanlarda, kendi dünyalarında yaşayıp giden, hiçbir ihale peşinde koşmayan, ticaret yapmayan, sadece ülkenin güvenliğini düşünerek yetişen Atatürk’ ün çocukları generallerimizin, müebbet hapisle cezalandırıldığını ve terör örgütü üyesi olduklarını öğrendik.
Bu durum bizim gibi sarsılmaz bağlarla Atatürk’ ü seven, onun ilkelerini benimseyen, dünya görüşüne inanan, çağdaş, aydınlık, ileri görüşlü, medeni, Cumhuriyet dönemi çocuklarını, hayallerimizi, inandığımız değerleri fena halde incitti ve yaraladı. İçimiz acıdı, tüm haksızlıklara, tüm diğer insanların incinmişliklerine, acılarına şahitlik yaptık.
Özetle; Bizim inancımızda ve vicdanımızda bu ülke için savaşan, canını veren, bizi yıllarca bu topraklarda huzur içinde yaşatan askerlerimizin, generallerimizin yeri hep aynı ve hep aynı kalacak. Nasıl ki bir altın, toprağa düştüğünde değerini kaybetmezse, bizim için de; Atatürk’ ün askerleri, hep çocukluğumuzdaki anlamında, yerinde, yüreğimizde, daima altın gibi değerli ve parlak kalacak….
">
Bu dava ile ilgili yorum yapmayacağım çünkü sonucu ağır oldu diyeyim. Müebbet hapis cezası haksız yere adam öldürmedikten sonra bana çok ağır geliyor. İnsanı diri diri toprağa gömüp, çürümeye bırakmak gibi. Allah içeridekilere sabır ve dayanma gücü versin demekten ve yargı kararlarına ‘ saygı’ duymaktan başka elden bir şey gelmiyor.
Ama biz kendi inandığımız doğruları her zaman uygun lisanda yazmaya devam edeceğiz. Biz derken, Nihat Doğan lugatı gibi anlaşılmasın, benim gibi düşünen insanlar demek istiyorum.
Hayatımda hiçbir zaman çok para kazanmak için, inanmadığım hiçbir şeyin altına imzamı atmadım, atmam.
Bu nedenle pek çok imkan kaçırmış olabilirim, herkes gibi tabii umurumda bile değil. Her devrin gazetecisi, güçlünün yandaşı ya da üç beş kuruşluk dünya malımı saklayacağım diye, sömürülmesinde hiç katkı sağlayan biri olmadım.
Hep idealist ve sevgi penceresinden baktım yaşama. İnandığım işler yaptım, arkasında durabileceğim kararlar verdim. Belki yüksek maliyetli bir gazetenin genel yayın yönetmeni olamadım ama basın kartlı özgür ve bağımsız bir gazeteci olabildim.
Önce sol görüşlü olup, sonradan liberal ya da merkez sağ da yer almadım.
Bir ‘İzm’in’ peşinden koşmadım. İnancın yürekte, adalet terazisinin vicdan da olduğuna inandım. Beli kritik noktalarda yer almadığım için de olabilir ama sonrasını düşünerek, o yollara da imkanım olduğu halde girmedim.
Bizim kuşak yani 70 li yıllarda doğanlar, 80 ihtilalinde ilkokul 1. Sınıfta idi. Apolitizmin başladığı yıllarda, siyasetle hiç işimiz olmadı. Okula gittik, geldik, zaten siyasi bir dalgalanma ya da, siyasi bir kaos da yaşamadık. Biraz aklımız başına geldiğinde, Türkiye için, gerek yaşam tarzı, gerek eğitimi ve kültürü ile bulunmaz bir insan olan Özal dönemi idi. Ne maddi, ne manevi hiçbir sıkıntımız yoktu ülkece…
Sabahları okula gittiğimizde, andımız okunurdu. Hiç yüksünmedik okumaktan, Musevi arkadaşlarımız da vardı, doğu kökenli kardeşlerimiz de, ben Çerkes ve Rumeli bir annenin çocuğu olarak gurur duydum Andımızdan. Aidiyet hissettim vatanıma….
Kurtuluş Savaşı gazisi dedeme dair hatırladığım tek görüntü. Beni kucağına alıp, savaşta yaşadıklarını anlatması idi. Gümbür diye bombalar patlamış, bir nehrin kenarına düşmüş, ciğerine şarapnel parçası saplanmış anlatır dururdu aynı hikayeyi. Neden küçük bir kıza daha uygun daha eğlenceli hikayeler anlatmıyor diye düşünür, yine de can kulağı ile 3 yaşın getirdiği merak ile kocaman gözlerimi açıp onu dinlerdim.
Maksat dedeme yakın olmak, beni sevmesi idi, o günün penceresinde benim için savaş hikayeleri dinlemenin anlamı. Keşke şimdi hayatta olsaydı da yüksek sesle anlatsaydı herkese bir daha ve bir daha….
Babannem Askeri doktor olan büyük dedemizi anlatırdı. Yani kendi babasını, bu gün Gümüşsuyu’nda bulunan Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin Baş hekimi ve Osmanlı Paşası olması ile gurur duyardı her zaman. Apoletleri, tozlanmış ve rengi solmuş da olsa, püsküllerinin sallanması her zaman ilgimi çeker, omzuma takıp, ben de paşa oldum derdim.
Bizim için askerler kutsaldı, vatanı iç ve dış tehlikelere karşı korurlardı. Bir çocuk gözünde bu ‘Baba gibi’ bir histi. Hep saygı duyduk, hep güvendik, hep sevdik….
Ama dün bu her zaman saygı duyduğumuz, yıllarını bu günün şartlarında üç kuruş maaşlarla, Anadolu’nun pek çok ilini dolaşan, büyük çocuğunun, giysilerini, üç beş ufak değişiklikle, küçük kardeşe hazırlayan, son derece sade lojmanlarda, kendi dünyalarında yaşayıp giden, hiçbir ihale peşinde koşmayan, ticaret yapmayan, sadece ülkenin güvenliğini düşünerek yetişen Atatürk’ ün çocukları generallerimizin, müebbet hapisle cezalandırıldığını ve terör örgütü üyesi olduklarını öğrendik.
Bu durum bizim gibi sarsılmaz bağlarla Atatürk’ ü seven, onun ilkelerini benimseyen, dünya görüşüne inanan, çağdaş, aydınlık, ileri görüşlü, medeni, Cumhuriyet dönemi çocuklarını, hayallerimizi, inandığımız değerleri fena halde incitti ve yaraladı. İçimiz acıdı, tüm haksızlıklara, tüm diğer insanların incinmişliklerine, acılarına şahitlik yaptık.
Özetle; Bizim inancımızda ve vicdanımızda bu ülke için savaşan, canını veren, bizi yıllarca bu topraklarda huzur içinde yaşatan askerlerimizin, generallerimizin yeri hep aynı ve hep aynı kalacak. Nasıl ki bir altın, toprağa düştüğünde değerini kaybetmezse, bizim için de; Atatürk’ ün askerleri, hep çocukluğumuzdaki anlamında, yerinde, yüreğimizde, daima altın gibi değerli ve parlak kalacak….