“İki Almanya”nın birleşmesi, Hong-Kong’un statüsü ve Çekler ile Slovakların barışçıl ayrılığı...
Dahası da var: İskoçya’da geçenlerde yapılan ve Birleşik Krallık içinde kalınmasıyla sonuçlanan halk oylaması... İspanya’da ertelenen referandum... İtalya’nın “Kuzeyi” ve Türkiye’nin “Güneydoğusu”!
Kore olgusu, Vietnam gerçeği... Yugoslavya... Afrika’da yeni “kurulan” devletler...
Dünya’nın sorunlu alanlarına “eski sömürge” denilerek müdahale edilmesi...
Ve tabii, Kıbrıs!
Bütün bunlar devletlerin ve uluslar arası toplumun pozisyon alışına ve basının yarattığı algıya göre, benzeyen ve ama daha çok benzemez yönleriyle beliren olgular, konular ve sorunlar...
“Küçülen”, “Kutuplaşan”, “Bölünen”, sonuçta demokrasi, özgürlük ve insan hakları ekseninde 21. yüzyıla ait taahhütlerinde çok ama çok geride kalan bir Dünya.
Dünya’yı “okumak”, dış bakışla zenginleştirilmiş bir ‘iç bakışı, diri ve güncel tutmak en başta da siyasetin görevi.
Ne ki siyaset, burada, orada, şurada; toplumun diğer dinamiklerinden de geri kalıyor.
“Geri kalınca” da, olanı izliyor, “ön alamıyor”, ön görüde bulunamıyor; kimi niyet okuyor, kimi sonuçlar üzerinden ezberini tekrarlıyor.
Yukarıda sıralanan her bir olguyu tek bir yazıda irdelemek!. İşte bu mümkün değil...
O nedenle bir “vaka-çalışması” olarak Berlin Duvarına bakacağız...
‘Duvarın yıkılışı, barış, özgürlük, demokrasi vasatında yeni yüzyıla en şenlikli hazırlıktı.
Duvar yıkıldı; ABD-Sovyet dehşet dengesi tek kutuplu dengesizliğin dehşetine konu oldu.
Davos’un karşısına Porto-Alegre geldi; silahlanma, çevre yıkımı ve insan kaçakçılığı daha saydam olgular olarak belirdi; net hasılat, bu! Peki duvar nasıl yıkılmıştı ve sonrasında neler olmuştu?
11 Kasım 1989’da Alman gençlerin Berlin duvarındaki dansından çok önce...
Kapalı ekonomi, Pazar ekonomisine, çok daha önce yenilmeye başlamıştı.
Kimilerine göre, olgunlaşan bir meyvenin dalından toprağa düşmesi gibiydi her şey...
Gerçekten Merkel Brandenburg Kapısı’nda hemen bir kutlama konuşması yapmıştı. Thatcher-Reagan ekolünden gelen ve neo-liberal politikalardan esinlenen çevreler bu gelişmeyi özgürlükler açısından çok ekonomik açıdan sevinçle karşıladılar.
Brandenburg Kapısı, serbest ticaret ve küreselleşme duvarını tahkim etmişti!
Oysa “duvarın” yıkılışı, yukarıda sayılan ve etnik ayrışma temelinde dünyanın başka yerlerine sirayet eden bölünmeyi de hızlandırmıştı. Dünya yoksulluk haritası ise yerli yerindeydi.
Keşke, ifade özgürlüğü, bireyin hakları, inanç özgürlüklerini etkin bir şekilde yaymak ve bağımsızlık ve hükümranlık hakları saklı tutularak bunları geliştirmek yönünde bir irade belirseydi.
Keşke, Helsinki sürecine, basın özgürlüklerine gerçek anlamda önem verilseydi.
Dünya’nın bu dinamiği “aşırı piyasacılığın kar hanesine yazıldı, Amerika’da ‘bile, her beş çocuktan birinin yoksul doğmasıyla sonuçlandı.
Orta Sınıfın serüveni, refah devleti, sosyal devlet anlayışları ve arayışlarından ricat edildi. Evet, duvarın yıkılışı bir müjdeydi. Ancak insanlığın sevinci yarım, hükümetlerin söz-verimleri akim kaldı.
11 Eylül’den sonra Batı, fiziki savaş alanını Irak, Afganistan, Libya üzerinde yoğunlaştırdı ve Arap baharı bağlamında psikolojik savaş deneyimini artırdı.
Mısır’da, Gazze’de, çok ciddi hak ihlalleri süre-gidiyor. Filistin’i “tanımak”, devletleşmiş halkların eşitliğini gerçekten ve samimi olarak hayata aktarmaya yetecek mi, bilinmiyor.
Ukrayna’da mafyacı ve terörist anlayışlar kışkırtılıyor. Azeri-Ermeni meselesinde hala taraflı davranılıyor...
Türkiye, AB ile ilişkilerinde ön-yargıyla karşılaşmaya devam ediyor... Kıbrıs Türkleri, -dünyadan bakılınca- adeta gettoda ve haksız bir ambargoyla karşı karşıya kalmaya devam ediyor...
Duvarlar elbette yıkılmalı! İnsan doğallaşmalı, toplum demokratikleşmeli, yönetim saydamlaşmalı, devletler-arası olduğu kadar birey-devlet ilişkisi de hakkaniyete dayanmalı. Fakat bu, yalnız güzel sözlerle ve dileklerle olacak bir iş değil. ‘Yeni bir dünya, eskisinin küllerinden çok eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinde eşitlik
ve kalite isteyen, o arada savaşa, silaha, sömürüye değil, barışa, adalete, kaynakların hakça dağılımına omuz veren bir dayanışmadan doğabilir. İşte bu, insan zihnindeki duvarların yıkılmasıyla olanaklı olacaktır. Zaman ve emek ister!
">
“İki Almanya”nın birleşmesi, Hong-Kong’un statüsü ve Çekler ile Slovakların barışçıl ayrılığı...
Dahası da var: İskoçya’da geçenlerde yapılan ve Birleşik Krallık içinde kalınmasıyla sonuçlanan halk oylaması... İspanya’da ertelenen referandum... İtalya’nın “Kuzeyi” ve Türkiye’nin “Güneydoğusu”!
Kore olgusu, Vietnam gerçeği... Yugoslavya... Afrika’da yeni “kurulan” devletler...
Dünya’nın sorunlu alanlarına “eski sömürge” denilerek müdahale edilmesi...
Ve tabii, Kıbrıs!
Bütün bunlar devletlerin ve uluslar arası toplumun pozisyon alışına ve basının yarattığı algıya göre, benzeyen ve ama daha çok benzemez yönleriyle beliren olgular, konular ve sorunlar...
“Küçülen”, “Kutuplaşan”, “Bölünen”, sonuçta demokrasi, özgürlük ve insan hakları ekseninde 21. yüzyıla ait taahhütlerinde çok ama çok geride kalan bir Dünya.
Dünya’yı “okumak”, dış bakışla zenginleştirilmiş bir ‘iç bakışı, diri ve güncel tutmak en başta da siyasetin görevi.
Ne ki siyaset, burada, orada, şurada; toplumun diğer dinamiklerinden de geri kalıyor.
“Geri kalınca” da, olanı izliyor, “ön alamıyor”, ön görüde bulunamıyor; kimi niyet okuyor, kimi sonuçlar üzerinden ezberini tekrarlıyor.
Yukarıda sıralanan her bir olguyu tek bir yazıda irdelemek!. İşte bu mümkün değil...
O nedenle bir “vaka-çalışması” olarak Berlin Duvarına bakacağız...
‘Duvarın yıkılışı, barış, özgürlük, demokrasi vasatında yeni yüzyıla en şenlikli hazırlıktı.
Duvar yıkıldı; ABD-Sovyet dehşet dengesi tek kutuplu dengesizliğin dehşetine konu oldu.
Davos’un karşısına Porto-Alegre geldi; silahlanma, çevre yıkımı ve insan kaçakçılığı daha saydam olgular olarak belirdi; net hasılat, bu! Peki duvar nasıl yıkılmıştı ve sonrasında neler olmuştu?
11 Kasım 1989’da Alman gençlerin Berlin duvarındaki dansından çok önce...
Kapalı ekonomi, Pazar ekonomisine, çok daha önce yenilmeye başlamıştı.
Kimilerine göre, olgunlaşan bir meyvenin dalından toprağa düşmesi gibiydi her şey...
Gerçekten Merkel Brandenburg Kapısı’nda hemen bir kutlama konuşması yapmıştı. Thatcher-Reagan ekolünden gelen ve neo-liberal politikalardan esinlenen çevreler bu gelişmeyi özgürlükler açısından çok ekonomik açıdan sevinçle karşıladılar.
Brandenburg Kapısı, serbest ticaret ve küreselleşme duvarını tahkim etmişti!
Oysa “duvarın” yıkılışı, yukarıda sayılan ve etnik ayrışma temelinde dünyanın başka yerlerine sirayet eden bölünmeyi de hızlandırmıştı. Dünya yoksulluk haritası ise yerli yerindeydi.
Keşke, ifade özgürlüğü, bireyin hakları, inanç özgürlüklerini etkin bir şekilde yaymak ve bağımsızlık ve hükümranlık hakları saklı tutularak bunları geliştirmek yönünde bir irade belirseydi.
Keşke, Helsinki sürecine, basın özgürlüklerine gerçek anlamda önem verilseydi.
Dünya’nın bu dinamiği “aşırı piyasacılığın kar hanesine yazıldı, Amerika’da ‘bile, her beş çocuktan birinin yoksul doğmasıyla sonuçlandı.
Orta Sınıfın serüveni, refah devleti, sosyal devlet anlayışları ve arayışlarından ricat edildi. Evet, duvarın yıkılışı bir müjdeydi. Ancak insanlığın sevinci yarım, hükümetlerin söz-verimleri akim kaldı.
11 Eylül’den sonra Batı, fiziki savaş alanını Irak, Afganistan, Libya üzerinde yoğunlaştırdı ve Arap baharı bağlamında psikolojik savaş deneyimini artırdı.
Mısır’da, Gazze’de, çok ciddi hak ihlalleri süre-gidiyor. Filistin’i “tanımak”, devletleşmiş halkların eşitliğini gerçekten ve samimi olarak hayata aktarmaya yetecek mi, bilinmiyor.
Ukrayna’da mafyacı ve terörist anlayışlar kışkırtılıyor. Azeri-Ermeni meselesinde hala taraflı davranılıyor...
Türkiye, AB ile ilişkilerinde ön-yargıyla karşılaşmaya devam ediyor... Kıbrıs Türkleri, -dünyadan bakılınca- adeta gettoda ve haksız bir ambargoyla karşı karşıya kalmaya devam ediyor...
Duvarlar elbette yıkılmalı! İnsan doğallaşmalı, toplum demokratikleşmeli, yönetim saydamlaşmalı, devletler-arası olduğu kadar birey-devlet ilişkisi de hakkaniyete dayanmalı. Fakat bu, yalnız güzel sözlerle ve dileklerle olacak bir iş değil. ‘Yeni bir dünya, eskisinin küllerinden çok eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinde eşitlik
ve kalite isteyen, o arada savaşa, silaha, sömürüye değil, barışa, adalete, kaynakların hakça dağılımına omuz veren bir dayanışmadan doğabilir. İşte bu, insan zihnindeki duvarların yıkılmasıyla olanaklı olacaktır. Zaman ve emek ister!