‘Binyıl zirvesi’ ve yüzyılların çığlığı …
Yeni yüzyılı kazanmak zorundayız.
Peki bunun ne kadar farkındayız?..
Bir zenginliğe on bir fakirlik varsa, açlığa aldırmadan silaha yatırım yapılıyorsa, yıkılan duvarlar kültürel barikatlara tuğla taşımışsa..
Bu tabloyu değiştirmeden, bunu “başaramayız”…
İlk konuşan da doğa oldu; depremle, selle, volkanla ve isyanla; kimyası, simyamızı bozdu.
Son konuşanın insan olmaması için Stiglitz gibi Nobelli ekonomistler feryat edegeliyorlar: “Savaşa, silaha para aktardıkça, kriz daha da yaman vuracak!”
Evet, artık ezberler bozulmalı, dünya yeniden kurulmalı!
Şimdiye dek, “kalkınma” Batı ile Doğu’yu, “büyüme” Kuzey ile Güney’i bölen hasattılar.
Artık, “insanı” merkeze koyan yeni bir “gelişme” anlayışına yönelmeliyiz.
“Binyıl Kalkınma Zirvesi” dolayısıyla BM Genel Kurulu’nda vurgulandığı gibi; o gelişme dengeli ve sürdürülebilir olmalı…
Servetin ekonomik kurallılık içinde birikmesi ve çevreye duyarlı üretimle, toplumsal/bölgesel katmanlar arasında hakkaniyete dayalı olarak bölüşülmesi…
“Gelişme” ekonomiyi dönüştürmeli ve onu aşarak insan hak ve özgürlüklerinin yarı-çapını genişleten denetlenebilir bir demokrasiye katkı sağlamalıdır.
O arada, insanlığa karşı suçların yanı sıra doğanın nükleer silahlarla yıkımı ya da serseri paranın pazarı kirletmesi de caydırılmalıdır.
Muhtemel olmasa da mümkün!
Peki buna izin verir mi, ağalar-beyler?.
Terör, göç, eşitsizlik, gettolaşma, yoksulluk havzası içinde korunaklı adacıklar, rastlantıyla karılan ve dağılan hayatlar.
Olan bitenin devamında çıkar görenlerle değiştirilmesinde yarar bulanların büyük mücadelesi işte bu!
Biriken umutlar çekilen çileleri aşacak mı?..
Yine de özlem bu ya...
Ulusal vaazlar, evrensel söz-verimlerle bağlanan yeni ve insanca bir yaşam;
Hilesiz ekmek, temiz su, güvenli aşı olarak konteynırlara yüklenmeli, daha da ötede, ezmeden yöneten sömürmeden üreten demokrasi burada ve her yerde yükselmeli.
Yüzyılların sessiz çığlığı budur.
">
‘Binyıl zirvesi’ ve yüzyılların çığlığı …
Yeni yüzyılı kazanmak zorundayız.
Peki bunun ne kadar farkındayız?..
Bir zenginliğe on bir fakirlik varsa, açlığa aldırmadan silaha yatırım yapılıyorsa, yıkılan duvarlar kültürel barikatlara tuğla taşımışsa..
Bu tabloyu değiştirmeden, bunu “başaramayız”…
İlk konuşan da doğa oldu; depremle, selle, volkanla ve isyanla; kimyası, simyamızı bozdu.
Son konuşanın insan olmaması için Stiglitz gibi Nobelli ekonomistler feryat edegeliyorlar: “Savaşa, silaha para aktardıkça, kriz daha da yaman vuracak!”
Evet, artık ezberler bozulmalı, dünya yeniden kurulmalı!
Şimdiye dek, “kalkınma” Batı ile Doğu’yu, “büyüme” Kuzey ile Güney’i bölen hasattılar.
Artık, “insanı” merkeze koyan yeni bir “gelişme” anlayışına yönelmeliyiz.
“Binyıl Kalkınma Zirvesi” dolayısıyla BM Genel Kurulu’nda vurgulandığı gibi; o gelişme dengeli ve sürdürülebilir olmalı…
Servetin ekonomik kurallılık içinde birikmesi ve çevreye duyarlı üretimle, toplumsal/bölgesel katmanlar arasında hakkaniyete dayalı olarak bölüşülmesi…
“Gelişme” ekonomiyi dönüştürmeli ve onu aşarak insan hak ve özgürlüklerinin yarı-çapını genişleten denetlenebilir bir demokrasiye katkı sağlamalıdır.
O arada, insanlığa karşı suçların yanı sıra doğanın nükleer silahlarla yıkımı ya da serseri paranın pazarı kirletmesi de caydırılmalıdır.
Muhtemel olmasa da mümkün!
Peki buna izin verir mi, ağalar-beyler?.
Terör, göç, eşitsizlik, gettolaşma, yoksulluk havzası içinde korunaklı adacıklar, rastlantıyla karılan ve dağılan hayatlar.
Olan bitenin devamında çıkar görenlerle değiştirilmesinde yarar bulanların büyük mücadelesi işte bu!
Biriken umutlar çekilen çileleri aşacak mı?..
Yine de özlem bu ya...
Ulusal vaazlar, evrensel söz-verimlerle bağlanan yeni ve insanca bir yaşam;
Hilesiz ekmek, temiz su, güvenli aşı olarak konteynırlara yüklenmeli, daha da ötede, ezmeden yöneten sömürmeden üreten demokrasi burada ve her yerde yükselmeli.
Yüzyılların sessiz çığlığı budur.