Uysal atın çiftesi pek olur.

  Zekeriyaköy" de havanın güzel olmasını fırsat bilip, daha önce hiç yapmadığım bir şeyi...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Zekeriyaköy" de havanın güzel olmasını fırsat bilip, daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapmak istiyorum. Ata binmeyi. Asıl amacım da, oğlumun ata binmesi. Hay istemez olaymışım. Güya, en uysal at benim bindiğim atmış. Çiftlikte, yanınıza seyisinizi veriyorlar, itiş kakış, biraz hoplayaraktan ata biniyorsunuz.

Seyis üçe kadar sayıyor, üç dedi mi, ata binmiş oluyorsunuz. Hadi bakalım, başlıyoruz, at çiftliğinin etrafında, tıkır tıkır yürümeye, seyis yanda gidiyor, at arada bir seyisin suratına hapşırıyor, siz de biraz , ata yağcılık yapıyor, canım, tatlım falan deyip, yelelerini okşuyorsunuz. Böylece, doğayla iç içe, yürüyüş başlıyor.

Herkesin atı koşuyor, benim ki koşmuyormuş. Nasıl yani diyorum, bu koşmaz yürüyen at diyorlar. İyi diyorum içimden, öyle ya, ilk defa biniyorum zaten, koşmasa da olur.

Çiftlikte, koyunlar, hamile atlar, kangallar bir sürü güzel çiftlik hayvanı var. Bayılıyorsunuz bakmaya, şöyle daha bir eyere yerleşiyor, atın karnına, ayaklarınızı daha bir sıkı doluyorsunuz. Derken ileride, balıklı göl varmış, oraya gidiyoruz, arada seyisle sohbet ediyoruz, şaşırıyor, bu zamana kadar ata binmediğime.

Bir kayak yapmaktan, bir de at binmekten korktum hep diyorum. O da at, korkuyu, heyecanı hemen anlar diyor. İnşallah , benimkini anlamaz deyip, içimden bir şarkı mırıldanıyorum. "Yine de şahlanıyor aman" diye….

Göl kenarında, atlar biraz soluklanıyor, ot yiyor, ben de iniyorum hemen üstünden, hatıra fotoğrafları çekiliyor. Sonra tekrar biniyoruz atlara, bu sefer geri dönüş yolu başlıyor, tüm bu mini tur, toplamda yarım saat sürüyor. En önde ben gidiyorum, arkamda bizimkiler. Kırda, otlayan , hamile atlara, benim at kişniyor, anlıyorum ki, bu erkeklerin hepsi böyle, kızları görünce laf atmadan geçmiyor, hayvanı da, insanı da bir demek. Benim seyis, ata kızıyor, önüne bak diye.

Derken, karşımızdan, çok lazımmış gibi, traktör geliyor. Atlar, sesten ürküyormuş, bizimkilerin atları, benimkinden daha büyük, biri çok sinirli, biri de sakin, benim ki de, en munis olanıymış.

Yola devam ediyoruz, benimkinin ayağı tökezliyor ve korkuyor, o korkunca, seyis panikliyor. At iyice huysuzlanıp, ayağa kalkınca, doğal olarak ben sırt üstü uçuyorum atın üstünden. Tam arka üstü yere düşüyorum ve başımı vuruyorum, Allah" tan kafamda, seyislerin deyimiyle " top" var. Hemen kalkıyorum ama başımda bayağı bir sarsılıyor. Yeniden toparlanıp biniyor ve turumu tamamlıyorum. Ama anlıyorum ki, at binmek bana göre değil, benim için en iyisi, faytona binmek.

">

Zekeriyaköy" de havanın güzel olmasını fırsat bilip, daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapmak istiyorum. Ata binmeyi. Asıl amacım da, oğlumun ata binmesi. Hay istemez olaymışım. Güya, en uysal at benim bindiğim atmış. Çiftlikte, yanınıza seyisinizi veriyorlar, itiş kakış, biraz hoplayaraktan ata biniyorsunuz.

Seyis üçe kadar sayıyor, üç dedi mi, ata binmiş oluyorsunuz. Hadi bakalım, başlıyoruz, at çiftliğinin etrafında, tıkır tıkır yürümeye, seyis yanda gidiyor, at arada bir seyisin suratına hapşırıyor, siz de biraz , ata yağcılık yapıyor, canım, tatlım falan deyip, yelelerini okşuyorsunuz. Böylece, doğayla iç içe, yürüyüş başlıyor.

Herkesin atı koşuyor, benim ki koşmuyormuş. Nasıl yani diyorum, bu koşmaz yürüyen at diyorlar. İyi diyorum içimden, öyle ya, ilk defa biniyorum zaten, koşmasa da olur.

Çiftlikte, koyunlar, hamile atlar, kangallar bir sürü güzel çiftlik hayvanı var. Bayılıyorsunuz bakmaya, şöyle daha bir eyere yerleşiyor, atın karnına, ayaklarınızı daha bir sıkı doluyorsunuz. Derken ileride, balıklı göl varmış, oraya gidiyoruz, arada seyisle sohbet ediyoruz, şaşırıyor, bu zamana kadar ata binmediğime.

Bir kayak yapmaktan, bir de at binmekten korktum hep diyorum. O da at, korkuyu, heyecanı hemen anlar diyor. İnşallah , benimkini anlamaz deyip, içimden bir şarkı mırıldanıyorum. "Yine de şahlanıyor aman" diye….

Göl kenarında, atlar biraz soluklanıyor, ot yiyor, ben de iniyorum hemen üstünden, hatıra fotoğrafları çekiliyor. Sonra tekrar biniyoruz atlara, bu sefer geri dönüş yolu başlıyor, tüm bu mini tur, toplamda yarım saat sürüyor. En önde ben gidiyorum, arkamda bizimkiler. Kırda, otlayan , hamile atlara, benim at kişniyor, anlıyorum ki, bu erkeklerin hepsi böyle, kızları görünce laf atmadan geçmiyor, hayvanı da, insanı da bir demek. Benim seyis, ata kızıyor, önüne bak diye.

Derken, karşımızdan, çok lazımmış gibi, traktör geliyor. Atlar, sesten ürküyormuş, bizimkilerin atları, benimkinden daha büyük, biri çok sinirli, biri de sakin, benim ki de, en munis olanıymış.

Yola devam ediyoruz, benimkinin ayağı tökezliyor ve korkuyor, o korkunca, seyis panikliyor. At iyice huysuzlanıp, ayağa kalkınca, doğal olarak ben sırt üstü uçuyorum atın üstünden. Tam arka üstü yere düşüyorum ve başımı vuruyorum, Allah" tan kafamda, seyislerin deyimiyle " top" var. Hemen kalkıyorum ama başımda bayağı bir sarsılıyor. Yeniden toparlanıp biniyor ve turumu tamamlıyorum. Ama anlıyorum ki, at binmek bana göre değil, benim için en iyisi, faytona binmek.

Tüm yazılarını göster