Lozan Barış Anlaşmasının 101.yıl dönümündeyiz.
Bu gurur hepimizin olmak gerekir.
Ne ki, geride bırkatığımız yıllarda kimileri Lozan'a da, Möntrö'ye de dudak bükmüşler, daha da ileri giderek Lozan'ı gizli ajanda içeren kaybedilmiş bir dava olarak nitelemişlerdir.
Bu boş kafalarla tarih değil, elbet ruh bilimi uğraşmalıdır.
Kurtuluşun zafer tacı olan Lozan; Balkan Savaşı hatta "Kırım" süreciyle başlayan ricatı durduran,
Hatay'ın Misakı Milli'ye katılımının önünü açan,
iktisadi haklarımızdan siyasal hükümranlığına,
eşit yurttaşlık temelinde anayasal devlet ihdasından uluslararasında saygınlığa..
Evet gerçek bir utkudur: Lozan ...
Şu gerçeği de unutmayalım, Lozan'dan yıllar sonra adına "toprak kazanımı" dersek tek olgu Kıbrıs harekatıdır.
"Kıbrıs'ın tamamını neden almadık?" diyen bir mecaperestlik elbette, Lozan'da, "Musul ve Kerkük zorla da olsa bizde kalmalıydı" der...
Tarih, toplum, tohum ve toprak rabıtası bağlamından koparılmaya çalışılır...
On iki adanın Lozan'dan yıllarca önce elimizden çıktığını bilmeyen bu cehalet, Lozan'ı aklınca istiskal etmek için elinden geleni yapar...
Dediğim gibi tüm bunlar zevzekliktir..
Tarih bilmezlik, ulus sevmezliktir...
Türkiye'yi emperyalist gözlüklerden okumaktır.
"Tercüme bilimdir". Levantenliktir, burjuva dili, mürteci zehiridir!
Onları kendi hallerine bırakalım. Lozan'ı bir kez daha analiz edelim...
Emperyalizme karşı tarihin ilk büyük zaferini elde eden Ulusumuzun göğsündeki şeref madalyasıdır Lozan!
“Fetih” kaldıracının kapitülasyon sarmalını hazırladığı, çağcıl gelişmelere yüz çevirmiş Osmanlı İmparatorluğu, Sevr Andlaşması ile (19 Ağustos 1920) tükenişini ilan ediyordu...
Bu acı da olsa gerçek değil midir?
Buna karşılık, öncü kadrosunun dağarcığında -geciktirilmiş- “aydınlanma” bilincinin de taşındığı Kuvay-ı Milliye hareketi,
“güçle, hakedişle ve eylemli” olarak bir ulusun bağımsızlığını Lozan’da (24 Temmuz 1923) belgeliyordu.
Sevr, bir tükenişin senedidir.
Lozan ise, Sevr’e giden sürecin tarihsel izlekteki yeni bir aşaması olmaktan öte, “biçilmiş” tarihi aşan bir devrimsel gelişmenin adı ve andıdır.
Bu iki olgu aynı toplumu ilgilendirse de birbirine taban tabana zıttır; tamamen asimetriktir.
Lozan devrim,
Sevr karşı-devrim...
Lozan ileri adım,
Sevr gerileme...
Lozan bağımsız ulus-devlet,
Sevr emperyalizme kukla olan konfederal idare demektir...
Sevr; kaygılı tebaanın kör itaatine dayalı bir monarşinin erki/gücü, birden çok hukuk-ticaret-siyasal katılım kurallarıyla üleştirmesi ve bu düzenin denetimini tümüyle yabancıya ihale etmesinin sonu(cu)dur.
Çivisi çıkmış bir ülkenin boğazlarına kadar Galata bankerlerine duçar oluşunun tablosudur.
Oysa, Lozan sürecinden Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yol: ulusal varlık bilincine dayalı, eşitliği özgürlüğün, özgürlüğü de ‘bütünlüğün’ temeli sayan ve tüm kurallarıyla halk egemenliğinin önünü açan bir çağdaş yapılanmanın yoludur.
Kuruluş böyledir…
Ancak, Kurtuluş Savaşımız öncesinde de Anadolu’da (Doğu’da Ermeni, Batı’da Rum devleti) düşleyenler) “yüzlerce yıllık kapanmamış hesapları”nı dayatmaya yeminliydirler...
(Halen de aynı kafadadırlar)
Belli ki o hesabın boşa çıkmışlığı bazılarını incitiyor...
Öylesi gerektiğinde: Musul konusunda olduğu gibi; “ne anlar o Kürtler plebisitten” diyenler, Batı Trakya’nın yaşam gerçeğinin halkoylamasına sunulmasından -belki de Hatay’ınkine benzer bir sonucun- falcılığını yaparak kaçınanlardır.
Şimdilerde de,
ırk, din, dil olgularını manipüle ederek, Türkiye’mizi emperyalizmin sömürü alanında tutsaklamak iştahı iyice kabarıyor…
Eğitim birliğinin zayıflatıldığı, teknoloji ile modernizmi ayrıştırmış anlayışın dal budak saldığı, ekonomik sorunlar üzerinden siyasi rantlar yaratıldığı, mülteci olgusunun sosyal yapımızı tahrip ettiği, dev gibi dış borç batağının girdabında olsak da;
Tarihten, topraktan, Türkiye'den büyük güç alıyorum, halkımızla gurur duyuyorum;
Yedi düvele ve yeni emperyalizme karşı duruş açısından ben iyimserim:
Dağarcığında ulusal-varlık bilinci bulunduğuna inandığım halkımızın bu tür "gelişmelere" ve çarpıtmalara direneceğine ve sap ile samanı ayıracağına inanıyorum...
Şu kadim ve ebedi gerçeğin altını çiziyorum:
Emperyalizme karşı ilk uyanan bu Ulus, günümüzün yeni-emperyal açılımlarına karşı da en son uyuyacak olandır...
">
Lozan Barış Anlaşmasının 101.yıl dönümündeyiz.
Bu gurur hepimizin olmak gerekir.
Ne ki, geride bırkatığımız yıllarda kimileri Lozan'a da, Möntrö'ye de dudak bükmüşler, daha da ileri giderek Lozan'ı gizli ajanda içeren kaybedilmiş bir dava olarak nitelemişlerdir.
Bu boş kafalarla tarih değil, elbet ruh bilimi uğraşmalıdır.
Kurtuluşun zafer tacı olan Lozan; Balkan Savaşı hatta "Kırım" süreciyle başlayan ricatı durduran,
Hatay'ın Misakı Milli'ye katılımının önünü açan,
iktisadi haklarımızdan siyasal hükümranlığına,
eşit yurttaşlık temelinde anayasal devlet ihdasından uluslararasında saygınlığa..
Evet gerçek bir utkudur: Lozan ...
Şu gerçeği de unutmayalım, Lozan'dan yıllar sonra adına "toprak kazanımı" dersek tek olgu Kıbrıs harekatıdır.
"Kıbrıs'ın tamamını neden almadık?" diyen bir mecaperestlik elbette, Lozan'da, "Musul ve Kerkük zorla da olsa bizde kalmalıydı" der...
Tarih, toplum, tohum ve toprak rabıtası bağlamından koparılmaya çalışılır...
On iki adanın Lozan'dan yıllarca önce elimizden çıktığını bilmeyen bu cehalet, Lozan'ı aklınca istiskal etmek için elinden geleni yapar...
Dediğim gibi tüm bunlar zevzekliktir..
Tarih bilmezlik, ulus sevmezliktir...
Türkiye'yi emperyalist gözlüklerden okumaktır.
"Tercüme bilimdir". Levantenliktir, burjuva dili, mürteci zehiridir!
Onları kendi hallerine bırakalım. Lozan'ı bir kez daha analiz edelim...
Emperyalizme karşı tarihin ilk büyük zaferini elde eden Ulusumuzun göğsündeki şeref madalyasıdır Lozan!
“Fetih” kaldıracının kapitülasyon sarmalını hazırladığı, çağcıl gelişmelere yüz çevirmiş Osmanlı İmparatorluğu, Sevr Andlaşması ile (19 Ağustos 1920) tükenişini ilan ediyordu...
Bu acı da olsa gerçek değil midir?
Buna karşılık, öncü kadrosunun dağarcığında -geciktirilmiş- “aydınlanma” bilincinin de taşındığı Kuvay-ı Milliye hareketi,
“güçle, hakedişle ve eylemli” olarak bir ulusun bağımsızlığını Lozan’da (24 Temmuz 1923) belgeliyordu.
Sevr, bir tükenişin senedidir.
Lozan ise, Sevr’e giden sürecin tarihsel izlekteki yeni bir aşaması olmaktan öte, “biçilmiş” tarihi aşan bir devrimsel gelişmenin adı ve andıdır.
Bu iki olgu aynı toplumu ilgilendirse de birbirine taban tabana zıttır; tamamen asimetriktir.
Lozan devrim,
Sevr karşı-devrim...
Lozan ileri adım,
Sevr gerileme...
Lozan bağımsız ulus-devlet,
Sevr emperyalizme kukla olan konfederal idare demektir...
Sevr; kaygılı tebaanın kör itaatine dayalı bir monarşinin erki/gücü, birden çok hukuk-ticaret-siyasal katılım kurallarıyla üleştirmesi ve bu düzenin denetimini tümüyle yabancıya ihale etmesinin sonu(cu)dur.
Çivisi çıkmış bir ülkenin boğazlarına kadar Galata bankerlerine duçar oluşunun tablosudur.
Oysa, Lozan sürecinden Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yol: ulusal varlık bilincine dayalı, eşitliği özgürlüğün, özgürlüğü de ‘bütünlüğün’ temeli sayan ve tüm kurallarıyla halk egemenliğinin önünü açan bir çağdaş yapılanmanın yoludur.
Kuruluş böyledir…
Ancak, Kurtuluş Savaşımız öncesinde de Anadolu’da (Doğu’da Ermeni, Batı’da Rum devleti) düşleyenler) “yüzlerce yıllık kapanmamış hesapları”nı dayatmaya yeminliydirler...
(Halen de aynı kafadadırlar)
Belli ki o hesabın boşa çıkmışlığı bazılarını incitiyor...
Öylesi gerektiğinde: Musul konusunda olduğu gibi; “ne anlar o Kürtler plebisitten” diyenler, Batı Trakya’nın yaşam gerçeğinin halkoylamasına sunulmasından -belki de Hatay’ınkine benzer bir sonucun- falcılığını yaparak kaçınanlardır.
Şimdilerde de,
ırk, din, dil olgularını manipüle ederek, Türkiye’mizi emperyalizmin sömürü alanında tutsaklamak iştahı iyice kabarıyor…
Eğitim birliğinin zayıflatıldığı, teknoloji ile modernizmi ayrıştırmış anlayışın dal budak saldığı, ekonomik sorunlar üzerinden siyasi rantlar yaratıldığı, mülteci olgusunun sosyal yapımızı tahrip ettiği, dev gibi dış borç batağının girdabında olsak da;
Tarihten, topraktan, Türkiye'den büyük güç alıyorum, halkımızla gurur duyuyorum;
Yedi düvele ve yeni emperyalizme karşı duruş açısından ben iyimserim:
Dağarcığında ulusal-varlık bilinci bulunduğuna inandığım halkımızın bu tür "gelişmelere" ve çarpıtmalara direneceğine ve sap ile samanı ayıracağına inanıyorum...
Şu kadim ve ebedi gerçeğin altını çiziyorum:
Emperyalizme karşı ilk uyanan bu Ulus, günümüzün yeni-emperyal açılımlarına karşı da en son uyuyacak olandır...