3 Kasım seçimleri Türkiye’yi değişik bir kulvara soktu. Hava iyimser. Kısa dönemde 3 değişik yaklaşım kendini gösterdi. Birinci grup, medyada acele tarafından ‘yalakalık’ maskesini takanlar. Bu grup bir iki ekonomik göstergeyi örnek alıp aşırı optimist gözükenlerden oluşmakta. İkinci grup ise seçim sonuçlarını ‘laik-dinci’ çekişmesine sokup, Atatürk’e gerçek dışı atıflarda bulunan aşırı kötümserler. Üçüncü grup da ‘dur bakalım’ ne olacak diyerek henüz ortalıkta dolanan opportunist takım. Her üç grubun da kendine göre yorumu var. Kimisi ‘temsil krizinden’ , kimisi AK Parti’nin samimi olmadığından , kimisi ise Türkiye’nin bağırsak temizlediğinden söz ediyor. Ortada kakofonik bir durum var. İyimserler borsa-döviz denklemini örnek gösterirken, temizliğin başladığına inanlar baraja takılan liderlerin birer birer ayrıldığını söylemekte.
Yazarınız bütün görüşlerin her zamanki gibi yüzeysel analizlerden kaynaklandığı inancında. Sizlere ana hatları ile dünyadan bazı somut örnekler vererek bütün yorumların ayaklarının yere basmasını sağlamak istiyorum. Birinci örnek ABD’den. 280 milyonluk bir ülkede başkanlık seçimlerinde sadece 6000 oy fark ile Cumhuriyetçi Parti adayı W. Bush başkan oldu. Demokrat parti adayı A.Gore şimdi bir üniversitede hoca. Demokratlara oy veren yüzde 49.99’un oyu çöpe mi gitti ? Seçim sistemlerinin azizliğine hazırlıklı olmak gerek. Önemli olan seçim sisteminin ne kadar adil olduğu.
İkinci örnek ; dolar kurunun değişmesi dünya şartlarından kaynaklanmakta. Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) 6 Kasım’da sürpriz bir şekilde faizleri indirince tüm dünya dolar satmaya başladı. Doların uluslararası ağırlıklı ortalamaya dayanan endeksi 4 Kasım’dan 8 Kasım’a yüzde 5.2 değer kaybetti. Nedeni basit. Kısa vadeli dolar faizinin yüzde 1.25 puana düşmesine karşın İngiliz Sterlini ve Euro’ya verilen faizler hala yüzde 4 seviyelerini korumakta. Bunun sonucu olarak dolar satıp başka dövizlere geçmek karlı bir duruma geldi. Dünyada inişe geçen doların Türkiye’de 4 Kasım’da başlayan düşüşü tamamen bu nedenledir. Buna finansman dilinde “asset allocation” yani varlıkların dağıtımı/tahsisi denilir. Uzun süreden beri belirsizlik içinde olan Türk yatırımcısı dolardan dönerek parasını gidebileceği yegane kanallar olan Borsa ve Hazine kağıtlarına yöneltmiştir. Sonuç ortada. Dolardan bozulan para ile Borsa endeksi artmıştır. Hazine kağıtlarında artan talep faizleri düşürmüştür. Türk yatırımcısı finansal entrümanlar arasında bir harmanlama yaparak mali varlıklarının yeniden dağıtımını yapmıştır.
Siyasi Şirketleşme :
Üçüncü örneğimiz ‘temizlik meselesi’ üzerine. Bu konuya biraz tarihsel perspektiften bakmakta yarar var. Basit bir şekilde bir hap yutup ya da bir seçim kazanıp bağırsakları temizlemek kolay değildir. CHP’nin hala 10. Yıl Marşı ile seçim propagandası yapması bazı kafalarda ‘plağın takıldığı’ yerin ilginçliğini göstermektedir. Türkiye gibi 79. yaşında henüz kimliğini bulamamış ‘genç irisi’ bir devletin temizlik yapması kolay değildir. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde tarım toplumundan sanayi toplumuna geçememiştir. 21. Yüzyılda teknoloji devrimini ıskalamak üzere olan bir yapıdadır. Çok partili dönemde yaşanan siyasi tarihe baktığımızda bir yanda ‘Kur’an-Ezan’ edebiyatı ile ‘ahpap-çavuş’ kapitalizmini ele ele yürütmüş bir merkez sağ, diğer yanda tanımlanması zor bir çağdaşlık savı ile, ideolojik hudutları merkez-sağ iktidarlarına reaksiyon olarak çizilmiş bir merkez-sol görmekteyiz. Sonuç olarak bugüne kadar kurulmuş ve iktidar olmuş bütün partiler kendi içinde “PARTİMİZ Limited Şirketi” yapısındadırlar. Merkez solda şirketleşmenin en iyi kurumsal örneğini veren CHP , Türkiye’nin en büyük bankası olan İŞ Bankası’nın büyük ortağıdır. Merkez sağda Genel Başkanlık’tan indirilmesi imkansız Yönetim Kurulu Başkanı gibi Parti Başkanları bulunmaktadır. Akraba, eş-dost, hemşeri kollamak sureti ile yürütülen çıkar ve ortaklık ilişkileri mevcuttur. Devlet ihaleleri ve rant yaratan yönetmeliklerle sağlanan sermaye birikimi söz konusudur. Kamuoyuna yansıtılan pembe siyasi manzarının mimarı büyük medya patronlarının girift ekonomik ilişkilerini ve çapsız kadrolara sahip bir adalet sistemini de şirketleşmiş partilere eklerseniz ortaya temizliği zor bir bulamaç çıkmaktadır.
Olsa olsa bir iki günah keçisi kurban edilerek kitlelerin gözü boyanır. Hamam binası ve taslar değişir ama tellaklar yine aynı kalır !!! Bu bağlamda ‘Genel Başkanlığı bırakıyorum’ söylemleri sadece tansiyon düşürücü demeçler olarak hamamın kubbesinde hoş bir seda olarak kalırlar.
Realite Check-Up :
Türkiye’yi yöneten büyüklerimizin İzmit depreminden bu yana kabul etmedikleri bir gerçek var. Türk ekonomisi 1999 yılından bu yana yaralıdır. Deprem sonrası yaşanan ekonomik krizler Türk ekonomisini kırılgan hale getirmiştir. Ekonomik krizlerin etkileri henüz geçmemiştir. Hatta bazı etkiler kalıcı olmaya namzettir. Türk ekonomisini önümüzdeki 5 yıl zor günler beklemektedir. Türkiye IMF’nin en iyi öğrencisi olarak iftahara geçse bile kendi kontrolünde olmayan dış etkenler nedeni ile yine sınıfta kalabilir. Önümüzdeki 5 yılı menfi olarak etkileyebilecek sayısız global etken bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Türkiye’nin mal sattığı ve borç aldığı zengin ülkelerin durumunun pek parlak olmayışıdır. Dünyadaki ekonomik şartlar Türkiye’nin hızlı büyümesini zorlaştırabilir. İkinci faktör dünyanın, özellikle Batı’nın ‘din savaşları’ psikolojisine girmesidir. Orta-Doğu ve Avrupa arasında sıkışmış bir Türkiye’nin bu olumsuz ortamdan zarar görmemesi mümkün değildir. İkinci faktörün uzantısı olarak bir üçüncü faktör, kendisini Dünya İmparatoru olarak ilan etmiş ABD’nin, Türkiye’nin sınırlarına yakın bölgelerde (Trans-Kafkaslar, Kuzey Irak, Kıbrıs, Filistin, Afganistan v.b.) Türkiye’nin iradesi dışında tasarruflara kalkışmasıdır . Her zaman kendi çıkarlarını önde tutması doğal olan ABD’nin politik ve askeri kararları Türkiye’de artçı sarsıntılar yaratabilir.
ABD medyasının 3 Kasım seçimlerine ve sonuçlarına şimdiye kadar rastlanmamış boyutta ilgi göstermesi bir tesadüf değildir. Bölgedeki Müslüman ülkelere karşı uyanan merak, Amerikan kamuoyunun ‘bir şeyler olacak’ psikolojisine şimdiden girmiş bulunmasının en güzel işaretidir.
Sonuç olarak Batı’dan AK Parti’ye gösterilen özel ilgi AK Parti’nin kendisinden değil, Batı’nın kafasında oluşturmaya çalıştığı model arayışlarından kaynaklanmaktadır.
Hem içerde hem dışarda beklentilerin çıtasının yükselmiş olması AK Parti’nin işini zorlaştırmış, manevra imkanını sınırlamıştır.
Bu konuları olaylar geliştikce yazmaya devam edeceğim.
Memet Joe
3 Kasım seçimleri Türkiye’yi değişik bir kulvara soktu. Hava iyimser. Kısa dönemde 3 değişik yaklaşım kendini gösterdi. Birinci grup, medyada acele tarafından ‘yalakalık’ maskesini takanlar. Bu grup bir iki ekonomik göstergeyi örnek alıp aşırı optimist gözükenlerden oluşmakta. İkinci grup ise seçim sonuçlarını ‘laik-dinci’ çekişmesine sokup, Atatürk’e gerçek dışı atıflarda bulunan aşırı kötümserler. Üçüncü grup da ‘dur bakalım’ ne olacak diyerek henüz ortalıkta dolanan opportunist takım. Her üç grubun da kendine göre yorumu var. Kimisi ‘temsil krizinden’ , kimisi AK Parti’nin samimi olmadığından , kimisi ise Türkiye’nin bağırsak temizlediğinden söz ediyor. Ortada kakofonik bir durum var. İyimserler borsa-döviz denklemini örnek gösterirken, temizliğin başladığına inanlar baraja takılan liderlerin birer birer ayrıldığını söylemekte.
Yazarınız bütün görüşlerin her zamanki gibi yüzeysel analizlerden kaynaklandığı inancında. Sizlere ana hatları ile dünyadan bazı somut örnekler vererek bütün yorumların ayaklarının yere basmasını sağlamak istiyorum. Birinci örnek ABD’den. 280 milyonluk bir ülkede başkanlık seçimlerinde sadece 6000 oy fark ile Cumhuriyetçi Parti adayı W. Bush başkan oldu. Demokrat parti adayı A.Gore şimdi bir üniversitede hoca. Demokratlara oy veren yüzde 49.99’un oyu çöpe mi gitti ? Seçim sistemlerinin azizliğine hazırlıklı olmak gerek. Önemli olan seçim sisteminin ne kadar adil olduğu.
İkinci örnek ; dolar kurunun değişmesi dünya şartlarından kaynaklanmakta. Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) 6 Kasım’da sürpriz bir şekilde faizleri indirince tüm dünya dolar satmaya başladı. Doların uluslararası ağırlıklı ortalamaya dayanan endeksi 4 Kasım’dan 8 Kasım’a yüzde 5.2 değer kaybetti. Nedeni basit. Kısa vadeli dolar faizinin yüzde 1.25 puana düşmesine karşın İngiliz Sterlini ve Euro’ya verilen faizler hala yüzde 4 seviyelerini korumakta. Bunun sonucu olarak dolar satıp başka dövizlere geçmek karlı bir duruma geldi. Dünyada inişe geçen doların Türkiye’de 4 Kasım’da başlayan düşüşü tamamen bu nedenledir. Buna finansman dilinde “asset allocation” yani varlıkların dağıtımı/tahsisi denilir. Uzun süreden beri belirsizlik içinde olan Türk yatırımcısı dolardan dönerek parasını gidebileceği yegane kanallar olan Borsa ve Hazine kağıtlarına yöneltmiştir. Sonuç ortada. Dolardan bozulan para ile Borsa endeksi artmıştır. Hazine kağıtlarında artan talep faizleri düşürmüştür. Türk yatırımcısı finansal entrümanlar arasında bir harmanlama yaparak mali varlıklarının yeniden dağıtımını yapmıştır.
Siyasi Şirketleşme :
Üçüncü örneğimiz ‘temizlik meselesi’ üzerine. Bu konuya biraz tarihsel perspektiften bakmakta yarar var. Basit bir şekilde bir hap yutup ya da bir seçim kazanıp bağırsakları temizlemek kolay değildir. CHP’nin hala 10. Yıl Marşı ile seçim propagandası yapması bazı kafalarda ‘plağın takıldığı’ yerin ilginçliğini göstermektedir. Türkiye gibi 79. yaşında henüz kimliğini bulamamış ‘genç irisi’ bir devletin temizlik yapması kolay değildir. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde tarım toplumundan sanayi toplumuna geçememiştir. 21. Yüzyılda teknoloji devrimini ıskalamak üzere olan bir yapıdadır. Çok partili dönemde yaşanan siyasi tarihe baktığımızda bir yanda ‘Kur’an-Ezan’ edebiyatı ile ‘ahpap-çavuş’ kapitalizmini ele ele yürütmüş bir merkez sağ, diğer yanda tanımlanması zor bir çağdaşlık savı ile, ideolojik hudutları merkez-sağ iktidarlarına reaksiyon olarak çizilmiş bir merkez-sol görmekteyiz. Sonuç olarak bugüne kadar kurulmuş ve iktidar olmuş bütün partiler kendi içinde “PARTİMİZ Limited Şirketi” yapısındadırlar. Merkez solda şirketleşmenin en iyi kurumsal örneğini veren CHP , Türkiye’nin en büyük bankası olan İŞ Bankası’nın büyük ortağıdır. Merkez sağda Genel Başkanlık’tan indirilmesi imkansız Yönetim Kurulu Başkanı gibi Parti Başkanları bulunmaktadır. Akraba, eş-dost, hemşeri kollamak sureti ile yürütülen çıkar ve ortaklık ilişkileri mevcuttur. Devlet ihaleleri ve rant yaratan yönetmeliklerle sağlanan sermaye birikimi söz konusudur. Kamuoyuna yansıtılan pembe siyasi manzarının mimarı büyük medya patronlarının girift ekonomik ilişkilerini ve çapsız kadrolara sahip bir adalet sistemini de şirketleşmiş partilere eklerseniz ortaya temizliği zor bir bulamaç çıkmaktadır.
Olsa olsa bir iki günah keçisi kurban edilerek kitlelerin gözü boyanır. Hamam binası ve taslar değişir ama tellaklar yine aynı kalır !!! Bu bağlamda ‘Genel Başkanlığı bırakıyorum’ söylemleri sadece tansiyon düşürücü demeçler olarak hamamın kubbesinde hoş bir seda olarak kalırlar.
Realite Check-Up :
Türkiye’yi yöneten büyüklerimizin İzmit depreminden bu yana kabul etmedikleri bir gerçek var. Türk ekonomisi 1999 yılından bu yana yaralıdır. Deprem sonrası yaşanan ekonomik krizler Türk ekonomisini kırılgan hale getirmiştir. Ekonomik krizlerin etkileri henüz geçmemiştir. Hatta bazı etkiler kalıcı olmaya namzettir. Türk ekonomisini önümüzdeki 5 yıl zor günler beklemektedir. Türkiye IMF’nin en iyi öğrencisi olarak iftahara geçse bile kendi kontrolünde olmayan dış etkenler nedeni ile yine sınıfta kalabilir. Önümüzdeki 5 yılı menfi olarak etkileyebilecek sayısız global etken bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Türkiye’nin mal sattığı ve borç aldığı zengin ülkelerin durumunun pek parlak olmayışıdır. Dünyadaki ekonomik şartlar Türkiye’nin hızlı büyümesini zorlaştırabilir. İkinci faktör dünyanın, özellikle Batı’nın ‘din savaşları’ psikolojisine girmesidir. Orta-Doğu ve Avrupa arasında sıkışmış bir Türkiye’nin bu olumsuz ortamdan zarar görmemesi mümkün değildir. İkinci faktörün uzantısı olarak bir üçüncü faktör, kendisini Dünya İmparatoru olarak ilan etmiş ABD’nin, Türkiye’nin sınırlarına yakın bölgelerde (Trans-Kafkaslar, Kuzey Irak, Kıbrıs, Filistin, Afganistan v.b.) Türkiye’nin iradesi dışında tasarruflara kalkışmasıdır . Her zaman kendi çıkarlarını önde tutması doğal olan ABD’nin politik ve askeri kararları Türkiye’de artçı sarsıntılar yaratabilir.
ABD medyasının 3 Kasım seçimlerine ve sonuçlarına şimdiye kadar rastlanmamış boyutta ilgi göstermesi bir tesadüf değildir. Bölgedeki Müslüman ülkelere karşı uyanan merak, Amerikan kamuoyunun ‘bir şeyler olacak’ psikolojisine şimdiden girmiş bulunmasının en güzel işaretidir.
Sonuç olarak Batı’dan AK Parti’ye gösterilen özel ilgi AK Parti’nin kendisinden değil, Batı’nın kafasında oluşturmaya çalıştığı model arayışlarından kaynaklanmaktadır.
Hem içerde hem dışarda beklentilerin çıtasının yükselmiş olması AK Parti’nin işini zorlaştırmış, manevra imkanını sınırlamıştır.
Bu konuları olaylar geliştikce yazmaya devam edeceğim.
Memet Joe