Dün gece Bush ABD meclisinde konuştu.Başkanın konuşması meclis üyeleri tarafından 75 defa ayakta alkışlanarak kesildi. Bir saatlik konuşmanın ilk yarım saati daha çok demokrat bir başkana yakışan cinstendi. Amerikalılar’ın günlük sorunlarına yönelik, vergi, sağlık, eğitim, kimsesiz çocuklar ve bakıma muhtaç yaşlılar gibi sosyal içerikli konulara ağırlık verdi. Bush’un özellikle AIDS sorunu için Afrika’ya para tahsis etmesi büyük puan topladı. Konuşmanın ikinci bölümüne gelince Bush tamamen şahinleşti. Kuzey Kore’den başlayıp, Al-Kaide’den devam edip Saddam’la bitirdiği konuşmasında, iki noktayı vurguladı. Birinci nokta, Saddam ‘sana son uyarı’ niteliğinde idi. İkinci nokta, ‘müttefikler ayak sürmeyin’ biz bu işi yalnız bitirecek güçteyiz, şeklinde idi.
Bush’un geleneksel yıllık konuşmasında Amerikan Cumhuriyeti’nin ‘hal ve gidişatı’nı açıklarken, bir ikilem içinde olduğu kesin. Amerikan ekonomisi hala tam sağlığına kavuşamadı. Bush 20 ay sonra yapılacak Başkanlık seçimlerine bu ekonomi ile giremez. Körfez savaşı galibi babasının başına gelenleri biliyor. Bu nedenle ekonomik sorunlara önem verdiğini açıklıyor. Öte yandan, Bush Irak konusunda çok erken bir şekilde savaş tam-tamları çalmanın cezasını ödüyor. Ortaya net ve kesin bir delil koyamadan Irak’a saldırmak zorunda kalacağını biliyor. Amerika’nın pek sempati toplamadığı bir ortamda dünya kamuoyunda fazlaca eleştirilebileceğini biliyor.
Atlantik’te Uçurum :
Amerikan Savunma Bakanı’nın Fransa ve Almaya’ya yaptığı sözlü taciz Avrupa’yı yerinden oynattı. Fransa ve Almanya’yı ‘Eski Avrupa’ olarak tanımlayan Rumsfeld zaten gergin olan ilişkileri iyice zora soktu. Avrupa’da medya ve önde gelen yazarlar, Amerika’yı yerden yere vuruyorlar. ‘Bush ve Cuntası’ , ‘çürümüş Amerikan sistemi’ gibi yakıştırmalar Avrupa medyasının, sık sık kullandığı deyimler haline geldi. Buna karşılık sağcı Amerikan basını (solcu Amerikan basını her zaman Avrupa’dan yanadır) Avrupa’yı aşağılamaya devam ediyor. Ateşli söylemlerin ve yazıların ardında yatan gerçek nedenler ise oldukça farklı. İki kıta arasındaki esas sorunlar jeo-politik ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanıyor.
AB yakında 10 trilyon dolarlık ekonomik büyüklükle ABD’yi geçecek. AB bu denli büyük ekonomik güçle doğal olarak yeni süper-güç olma arzusunda. Amerika AB’nin yeni süper-güç olmasına karşı değil. Amerika’nın istediği Avrupa’nın süper-güç olması için, militer ve diplomatik olarak da süper olabilmesi. Amerika Avrupa’nın şu anda askeri alanda uyguladığı ‘beleşçiliğe’ çok bozuluyor. (Meraklısına Not : Avrupa şu anda AB’de otlayan her inek için günde 2.5 dolar sübvansiyon verirken, Amerika’nın askeri Ar-Ge harcaması tüm AB’nin 5 misli )
Diplomatik alanda da AB oldukça etkisiz görünüyor. İspanya ile Fas arasında diplomatik sorun olan bir kaya parçası krizi bile Amerikan Dışişleri Bakanı’nın telefonu ile çözümleniyor. Bu gerçeklere rağmen Avrupa biraz da romantik bir yaklaşımla, uluslararası arenada layık oldukları statüye kavuşamadıklarından şikayetçi. Bu farklılıklar objektif olarak değerlendirilmeden , şimdilik sağcı Amerikan basını Fransızları ‘peynir yiyen teslimiyetci şebeklere’ benzetirken, Fransızlar da Amerikalıları ‘harami soyguncular’ olarak nitelemekte.
Kol Saati Takan Yeniçeri :
Atlantik’in iki yakasında filler tepişirken Davos toplantılarının ortaya çıkardığı bazı gerçeklere değinmeden edemeyeceğim. Birinci gerçek, Davos’un ruhundaki değişiklik. Dünya büyük sermayesi artık eskisi kadar kendinden ve dünyadan emin değil. İkincisi, Türkiye gibi ‘yükselen piyasalar’ adlı ülkelerin pek yükselecek hali kalmadı. Üçüncüsü, Davos zengin ülkelerin ‘günah çıkarma’ platformu haline geldi. Dünyadaki gelişmelerin Davos’a yansıması bu şekilde olurken, dünya dinamiklerini anlamaktan uzak AK parti iktidarı, traji- komik duruma düşmekte. Dünya’nın Bağdat’ı mercek aldığı bir ortamda Saddam’ı ziyarete giden Ticaret Bakanı’nın, ‘Genç Osman’ın Bağdat Seferi’ olarak tanımladığı seyahatinden sonra, ‘Davos Seferi’ olayların üstüne tam ‘tüy dikti’.
Özal döneminin Davos çıkartmaları, Türkiye’nin yüksekten uçtuğu bir döneme rast gelen hamlelerdi. Şimdi Özal’ı taklit ederek Davos’a ‘Alaturka Sefer’ düzenleyen AK Parti oligarşisinin, ‘anakronik’ hali, küçük bütçeli eski Türk filmlerini anımsatıyor. İstanbul’un fethini konu alan bir filmde, surlara saldıran yeniçeriler arasında kol saatini çıkarmayı unutan figüranlar misali.
29 Ocak 2003, Bergen, New Jersey
">
Dün gece Bush ABD meclisinde konuştu.Başkanın konuşması meclis üyeleri tarafından 75 defa ayakta alkışlanarak kesildi. Bir saatlik konuşmanın ilk yarım saati daha çok demokrat bir başkana yakışan cinstendi. Amerikalılar’ın günlük sorunlarına yönelik, vergi, sağlık, eğitim, kimsesiz çocuklar ve bakıma muhtaç yaşlılar gibi sosyal içerikli konulara ağırlık verdi. Bush’un özellikle AIDS sorunu için Afrika’ya para tahsis etmesi büyük puan topladı. Konuşmanın ikinci bölümüne gelince Bush tamamen şahinleşti. Kuzey Kore’den başlayıp, Al-Kaide’den devam edip Saddam’la bitirdiği konuşmasında, iki noktayı vurguladı. Birinci nokta, Saddam ‘sana son uyarı’ niteliğinde idi. İkinci nokta, ‘müttefikler ayak sürmeyin’ biz bu işi yalnız bitirecek güçteyiz, şeklinde idi.
Bush’un geleneksel yıllık konuşmasında Amerikan Cumhuriyeti’nin ‘hal ve gidişatı’nı açıklarken, bir ikilem içinde olduğu kesin. Amerikan ekonomisi hala tam sağlığına kavuşamadı. Bush 20 ay sonra yapılacak Başkanlık seçimlerine bu ekonomi ile giremez. Körfez savaşı galibi babasının başına gelenleri biliyor. Bu nedenle ekonomik sorunlara önem verdiğini açıklıyor. Öte yandan, Bush Irak konusunda çok erken bir şekilde savaş tam-tamları çalmanın cezasını ödüyor. Ortaya net ve kesin bir delil koyamadan Irak’a saldırmak zorunda kalacağını biliyor. Amerika’nın pek sempati toplamadığı bir ortamda dünya kamuoyunda fazlaca eleştirilebileceğini biliyor.
Atlantik’te Uçurum :
Amerikan Savunma Bakanı’nın Fransa ve Almaya’ya yaptığı sözlü taciz Avrupa’yı yerinden oynattı. Fransa ve Almanya’yı ‘Eski Avrupa’ olarak tanımlayan Rumsfeld zaten gergin olan ilişkileri iyice zora soktu. Avrupa’da medya ve önde gelen yazarlar, Amerika’yı yerden yere vuruyorlar. ‘Bush ve Cuntası’ , ‘çürümüş Amerikan sistemi’ gibi yakıştırmalar Avrupa medyasının, sık sık kullandığı deyimler haline geldi. Buna karşılık sağcı Amerikan basını (solcu Amerikan basını her zaman Avrupa’dan yanadır) Avrupa’yı aşağılamaya devam ediyor. Ateşli söylemlerin ve yazıların ardında yatan gerçek nedenler ise oldukça farklı. İki kıta arasındaki esas sorunlar jeo-politik ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanıyor.
AB yakında 10 trilyon dolarlık ekonomik büyüklükle ABD’yi geçecek. AB bu denli büyük ekonomik güçle doğal olarak yeni süper-güç olma arzusunda. Amerika AB’nin yeni süper-güç olmasına karşı değil. Amerika’nın istediği Avrupa’nın süper-güç olması için, militer ve diplomatik olarak da süper olabilmesi. Amerika Avrupa’nın şu anda askeri alanda uyguladığı ‘beleşçiliğe’ çok bozuluyor. (Meraklısına Not : Avrupa şu anda AB’de otlayan her inek için günde 2.5 dolar sübvansiyon verirken, Amerika’nın askeri Ar-Ge harcaması tüm AB’nin 5 misli )
Diplomatik alanda da AB oldukça etkisiz görünüyor. İspanya ile Fas arasında diplomatik sorun olan bir kaya parçası krizi bile Amerikan Dışişleri Bakanı’nın telefonu ile çözümleniyor. Bu gerçeklere rağmen Avrupa biraz da romantik bir yaklaşımla, uluslararası arenada layık oldukları statüye kavuşamadıklarından şikayetçi. Bu farklılıklar objektif olarak değerlendirilmeden , şimdilik sağcı Amerikan basını Fransızları ‘peynir yiyen teslimiyetci şebeklere’ benzetirken, Fransızlar da Amerikalıları ‘harami soyguncular’ olarak nitelemekte.
Kol Saati Takan Yeniçeri :
Atlantik’in iki yakasında filler tepişirken Davos toplantılarının ortaya çıkardığı bazı gerçeklere değinmeden edemeyeceğim. Birinci gerçek, Davos’un ruhundaki değişiklik. Dünya büyük sermayesi artık eskisi kadar kendinden ve dünyadan emin değil. İkincisi, Türkiye gibi ‘yükselen piyasalar’ adlı ülkelerin pek yükselecek hali kalmadı. Üçüncüsü, Davos zengin ülkelerin ‘günah çıkarma’ platformu haline geldi. Dünyadaki gelişmelerin Davos’a yansıması bu şekilde olurken, dünya dinamiklerini anlamaktan uzak AK parti iktidarı, traji- komik duruma düşmekte. Dünya’nın Bağdat’ı mercek aldığı bir ortamda Saddam’ı ziyarete giden Ticaret Bakanı’nın, ‘Genç Osman’ın Bağdat Seferi’ olarak tanımladığı seyahatinden sonra, ‘Davos Seferi’ olayların üstüne tam ‘tüy dikti’.
Özal döneminin Davos çıkartmaları, Türkiye’nin yüksekten uçtuğu bir döneme rast gelen hamlelerdi. Şimdi Özal’ı taklit ederek Davos’a ‘Alaturka Sefer’ düzenleyen AK Parti oligarşisinin, ‘anakronik’ hali, küçük bütçeli eski Türk filmlerini anımsatıyor. İstanbul’un fethini konu alan bir filmde, surlara saldıran yeniçeriler arasında kol saatini çıkarmayı unutan figüranlar misali.
29 Ocak 2003, Bergen, New Jersey