Halep'in kuzeyindeki birkaç küçük yerleşme merkezinin Esed rejiminin eline geçmesiyle, Türkiye'den Suriye'ye giden en önemli lojistik ve askeri destek yolu kesildi.
Bu gelişme, Esed rejiminin kalıcı olduğunu gösteren yeni ve güçlü bir işaret. Aslında eylül sonunda Rusya'nın müdahalesi ve yoğun askeri yığınağıyla bu sonuç belli olmuştu.
Rus liderlerinin defalarca açıkladığı gibi, Rusya'nın iki açık hedefi var: Esed rejimini güçlü bir şekilde ayakta tutmak ve Suriye'deki Cihatçı Selefileri tamamen bitirmek. İran, Irak ve Hizbullah'ın da desteğiyle Rusya'nın birinci hedefine ulaşması zor değil.
Gelişmeler, AKP'nin Suriye siyasetinin çöktüğünü gösteriyor. Suriye'de yapılan yanlışlar saymakla bitmez.
Ancak bütün yanlışların anası, gerekli önkoşullar mevcut olmadığı halde rejim değişikliği projesine başlanmasıydı. İçeride liderliği üstlenebilecek bir muhalefet hareketi yoktu ve ilgili devletler arasında asgari ölçüde bir görüş birliği bulunmuyordu.
Şu günlerde yapılan barış görüşmelerinin iyi gitmemesinin esas nedeni de, geçen beş yıla rağmen hâlâ muhalefeti temsil edebilecek bir liderliğin ve uluslararası görüş birliğinin ortaya çıkmış olmaması.
Sadece stratejik analizler değil, Ali Bulaç'ın defalarca işaret ettiği gibi İslam geleneği de, Suriye şartlarında temkinli bir yolun izlenmesi gerektiğine işaret ediyordu.
Esed'in iki oyunu
Ortadoğu'nun en gaddar ve acımasız diktatörlerinden Esed, Savaşın başında iki önemli taktiğe başvurdu. İlk olarak, Suriye zindanlarında kıvranan El Kaide bağlantılı Cihatçı Selefi kadroları serbest bıraktı.
Esed'in hesabı, iyi tanıdığı bu militanların muhalefetin liderliğini ele geçirmesiydi. Kendi rejimine alternatifin, kendisinden daha tehlikeli olduğunu dünyaya göstermek istiyordu.
Öylelikle halkı daha kolay yanında tutabilecek ve en önemlisi, uluslararası desteğin kendisine yönelmesinin yolu açılacaktı.
İkinci taktiği Suriye Kürtleriyle ilgiliydi. Temmuz 2012'de Kuzey Suriye'deki askerlerini aniden geri çekti.
İzleyen birkaç gün içinde PYD kuzeydeki üç bölgede (Afrin, Kobane, Cezire) yönetimi ele geçirdi ve o tarihi “19 Temmuz devrim günü” ilan etti. Esed'in hedefi, Suriye Kürtlerini Türkiye'nin başına dert sarmak ve öylelikle Türkiye'nin Suriye'deki etkinliğini olabildiğince kırmaktı.
Esed'in iki savaş taktiği de başarılı oldu. Bu sonucun ortaya çıkmasına en büyük katkıyı AKP iktidarı yaptı.
Esed hapishane kapılarını açıp Cihatçı Selefileri savaş alanına salarken, Ankara o militanlar için sınırını sonuna kadar açtı. Adı sık kullanılan ılımlı muhalefet kısa sürede ehemmiyetsizleşti ve Vehhabi ideolojiye bağlı Cihatçı Selefi örgütler muhalefetin ana unsuru haline geldi.
Öylece Suriye iç savaşı sadece bir ülkede iktidar mücadelesi olmaktan çıktı, Cihatçı Selefi hareketin küresel kaderini şekillendirecek merkezi arenaya dönüştü.
Bu yeni durumun nasıl Rusya'nın kararlılığını pekiştirdiği, Amerika'yı etkilediği, hatta Çin'i bile rahatsız ettiği görüldü.
Yıllar boyu Esed'in ağır baskısı altında yaşayan Suriyeli Kürtlerin meşru talepleri var. Aslında Türkiye'nin en kolay anlaşabileceği kesim, Vehhabi militan örgütler değil Suriye Kürtleri olmalıydı.
Ama tersi oldu ve Ankara, PYD'yi düşman ilan etti. Bu durum, Amerika'yla ilişkiler dahil pek çok konuda Türkiye'nin elini en çok zayıflatan sorunlardan biri oldu.
Esas anlaşmazlık nedeni, AKP'nin son aylarda iddia etmeye başladığı gibi, PYD'nin PKK bağlantısı değil.
AKP uzun süre PYD'ye, Esed'e karşı yürütülen rejim değişikliği savaşına katılması için baskı yaptı. Salih Müslim'le defalarca görüşüldü, ama anlaşma olmadı.
Başka bir yazıda ele aldığım bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim; ama anlaşma olsaydı, hiç kuşku yok ki AKP, şimdi PYD'yi düşman ilan etmeyecekti.
Artık Türkiye'den Suriye'ye akan lojistik destek için tek bir yol kaldı: Hatay Reyhanlı'daki Cilvegözü (Bab el-Hava) sınır kapısı. Suriye'de IŞİD dışı radikal muhalefet özellikle Halep şehri ve Edlip vilayetinde güçlü. Bu iki bölgeye Bab el-Hava üstünden destek ulaşabiliyor.
O nedenle çatışmalar şimdi muhtemelen üç alanda yoğunlaşacak: Bab el-Heva sınır kapısı, Halep ve Edlip vilayeti. Rusya'nın muazzam hava desteğini yanına alan rejim kuvvetlerinin, bu üç alanda başarı kazanmasının bir zaman meselesi olduğu söylenebilir.
Edlip ve kırsalını, 2015 baharında Nusra Cephesi ve Ahrar el-Şam gibi radikal örgütlerin liderlik yaptığı Fetih Ordusu ele geçirmişti. Bu bölgede hayli güçlüler.
Esed rejimi Bab el-Hava geçişini kapatırsa, on binden fazla militan yaklaşık 100x100 kilometrelik bir alan içinde çevrilmiş olacak. O bölge dört aydır şiddetli şekilde bombalanıyor.
El Kaide'ye bağlı Nusra Cephesi bünyesine yabancı cihatçı almıyordu. İlk kez, kendi cihadını farz-ı ayn, yani her bir Müslüman'ın yapması emredilen görev ilan etti ve Suriye dışından da olsa savaşçı aramaya başladı. Ancak çok fazla yeni savaşçı toplayamadı.
Muhalif militanlarının sivil halkın içine karışıp saklanabilmesi zor. Kuşatmayı aşanlar, doğuya doğru gidip IŞİD'e katılabilir veya batıda kalan Hatay kırsalından Türkiye'ye geçebilir.
Gelişmeler bu noktaya gelirse, Suriye'de radikal muhalefet olarak sadece IŞİD kalacaktır. Ağırlıklı olarak Fırat havzası boyunca yer tutmuş olan IŞİD'le mücadele, Irak'ı da kapsayan farklı bir yaklaşımın konusu.
Türkiye savaşa girerse...
Suriye'yi iyi tanıyan gazeteci Patrick Cockburn, mevcut gelişmeler sonunda AKP iktidarı için iki seçenek kaldığını yazdı: Ya başarısızlığı ve küçük düşmeyi (humiliation) kabul etmek ya da Amerika ve Rusya'ya rağmen Suriye'de savaşa girmek (The Independent, 31.1.2016).
Bu konuda içeride ve dışarıda çok spekülasyon yapılıyor. Mesela iktidara yakın bir yazara göre, konuşulması gereken Türkiye'nin Suriye'de savaşa girip girmeyeceği değil, ne zaman gireceği.
“Irak'ta düşülen hataya düşmek istemiyorum.” sözleri, Erdoğan'ın da öyle düşündüğünü gösteriyor.
Ama Türkiye'nin tek başına savaşa girmek gibi gerçekçi bir askeri seçeneği yok. Su-24 uçağının düşürülmesinden sonra Rusya, ileri teknoloji ürünü füze sistemlerini (S-400 gibi) ve uçaklarını (Su-34 ve Su-35 gibi) Suriye'de konuşlandırdı.
Suriye hava sahası şimdi Rusya'nın mutlak denetimi altında. Türkiye'nin o semalarda hiçbir nesne uçurma şansı yok.
Havayı kontrol eden, yeri kontrol eder.
Bu şartlarda kara birliklerini göndermek hayal bile edilmemeli. Geçtiğimiz yaz Rusya henüz bölgeye girmemişti ama, o koşullarda dahi AKP'nin Suriye'ye girme önerisine TSK destek vermedi (Hürriyet, 29.6.2015).
İkinci olarak, Suriye Kürtlerini hedef alan bir askeri harekât, Türkiye'nin tam anlamıyla patlamış ve yaygın bir iç savaşa sürüklenmesine yol açabilir. Bu, sonu bilinmez bir felaket senaryosudur.
Üçüncü bir seçenek var
Ancak AKP ve Türkiye'nin önünde üçüncü ve bir seçenek daha var: Suriye Kürtleriyle samimi ve kapsamlı bir işbirliğinin başlatılması.
Amerika ve Rusya'nın desteğine sahip Suriye Kürtleri şu anda avantajlı bir konumda bulunuyor. Ancak Suriye krizinin gelecekteki aşamalarının kendileri açısından hâlâ belirsizlikler taşıdığını herhalde görüyorlar.
Bugüne kadar kendi çıkarlarını en ön planda tutarak izledikleri başarılı siyaset, bu ferasete sahip olduklarını gösteriyor. Eğer AKP o doğrultuda bir adım atarsa, Suriye Kürtlerinden olumlu bir cevap geleceğine eminim.
Böyle bir gelişme aynı zamanda, şu günlerde içeride yaşadığımız çatışma ortamının yumuşamasına, Kürt sorununun çözümüne ve uluslararası ilişkilerimizin iyileşmesine de büyük katkı yapacaktır.
Son gelişmeler, Türkiye'nin hayati çıkarlarının gerektirdiği yeni bir pozisyona geçmesini şart kılıyor.
O gün bugündür.
">Halep'in kuzeyindeki birkaç küçük yerleşme merkezinin Esed rejiminin eline geçmesiyle, Türkiye'den Suriye'ye giden en önemli lojistik ve askeri destek yolu kesildi.
Bu gelişme, Esed rejiminin kalıcı olduğunu gösteren yeni ve güçlü bir işaret. Aslında eylül sonunda Rusya'nın müdahalesi ve yoğun askeri yığınağıyla bu sonuç belli olmuştu.
Rus liderlerinin defalarca açıkladığı gibi, Rusya'nın iki açık hedefi var: Esed rejimini güçlü bir şekilde ayakta tutmak ve Suriye'deki Cihatçı Selefileri tamamen bitirmek. İran, Irak ve Hizbullah'ın da desteğiyle Rusya'nın birinci hedefine ulaşması zor değil.
Gelişmeler, AKP'nin Suriye siyasetinin çöktüğünü gösteriyor. Suriye'de yapılan yanlışlar saymakla bitmez.
Ancak bütün yanlışların anası, gerekli önkoşullar mevcut olmadığı halde rejim değişikliği projesine başlanmasıydı. İçeride liderliği üstlenebilecek bir muhalefet hareketi yoktu ve ilgili devletler arasında asgari ölçüde bir görüş birliği bulunmuyordu.
Şu günlerde yapılan barış görüşmelerinin iyi gitmemesinin esas nedeni de, geçen beş yıla rağmen hâlâ muhalefeti temsil edebilecek bir liderliğin ve uluslararası görüş birliğinin ortaya çıkmış olmaması.
Sadece stratejik analizler değil, Ali Bulaç'ın defalarca işaret ettiği gibi İslam geleneği de, Suriye şartlarında temkinli bir yolun izlenmesi gerektiğine işaret ediyordu.
Esed'in iki oyunu
Ortadoğu'nun en gaddar ve acımasız diktatörlerinden Esed, Savaşın başında iki önemli taktiğe başvurdu. İlk olarak, Suriye zindanlarında kıvranan El Kaide bağlantılı Cihatçı Selefi kadroları serbest bıraktı.
Esed'in hesabı, iyi tanıdığı bu militanların muhalefetin liderliğini ele geçirmesiydi. Kendi rejimine alternatifin, kendisinden daha tehlikeli olduğunu dünyaya göstermek istiyordu.
Öylelikle halkı daha kolay yanında tutabilecek ve en önemlisi, uluslararası desteğin kendisine yönelmesinin yolu açılacaktı.
İkinci taktiği Suriye Kürtleriyle ilgiliydi. Temmuz 2012'de Kuzey Suriye'deki askerlerini aniden geri çekti.
İzleyen birkaç gün içinde PYD kuzeydeki üç bölgede (Afrin, Kobane, Cezire) yönetimi ele geçirdi ve o tarihi “19 Temmuz devrim günü” ilan etti. Esed'in hedefi, Suriye Kürtlerini Türkiye'nin başına dert sarmak ve öylelikle Türkiye'nin Suriye'deki etkinliğini olabildiğince kırmaktı.
Esed'in iki savaş taktiği de başarılı oldu. Bu sonucun ortaya çıkmasına en büyük katkıyı AKP iktidarı yaptı.
Esed hapishane kapılarını açıp Cihatçı Selefileri savaş alanına salarken, Ankara o militanlar için sınırını sonuna kadar açtı. Adı sık kullanılan ılımlı muhalefet kısa sürede ehemmiyetsizleşti ve Vehhabi ideolojiye bağlı Cihatçı Selefi örgütler muhalefetin ana unsuru haline geldi.
Öylece Suriye iç savaşı sadece bir ülkede iktidar mücadelesi olmaktan çıktı, Cihatçı Selefi hareketin küresel kaderini şekillendirecek merkezi arenaya dönüştü.
Bu yeni durumun nasıl Rusya'nın kararlılığını pekiştirdiği, Amerika'yı etkilediği, hatta Çin'i bile rahatsız ettiği görüldü.
Yıllar boyu Esed'in ağır baskısı altında yaşayan Suriyeli Kürtlerin meşru talepleri var. Aslında Türkiye'nin en kolay anlaşabileceği kesim, Vehhabi militan örgütler değil Suriye Kürtleri olmalıydı.
Ama tersi oldu ve Ankara, PYD'yi düşman ilan etti. Bu durum, Amerika'yla ilişkiler dahil pek çok konuda Türkiye'nin elini en çok zayıflatan sorunlardan biri oldu.
Esas anlaşmazlık nedeni, AKP'nin son aylarda iddia etmeye başladığı gibi, PYD'nin PKK bağlantısı değil.
AKP uzun süre PYD'ye, Esed'e karşı yürütülen rejim değişikliği savaşına katılması için baskı yaptı. Salih Müslim'le defalarca görüşüldü, ama anlaşma olmadı.
Başka bir yazıda ele aldığım bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim; ama anlaşma olsaydı, hiç kuşku yok ki AKP, şimdi PYD'yi düşman ilan etmeyecekti.
Artık Türkiye'den Suriye'ye akan lojistik destek için tek bir yol kaldı: Hatay Reyhanlı'daki Cilvegözü (Bab el-Hava) sınır kapısı. Suriye'de IŞİD dışı radikal muhalefet özellikle Halep şehri ve Edlip vilayetinde güçlü. Bu iki bölgeye Bab el-Hava üstünden destek ulaşabiliyor.
O nedenle çatışmalar şimdi muhtemelen üç alanda yoğunlaşacak: Bab el-Heva sınır kapısı, Halep ve Edlip vilayeti. Rusya'nın muazzam hava desteğini yanına alan rejim kuvvetlerinin, bu üç alanda başarı kazanmasının bir zaman meselesi olduğu söylenebilir.
Edlip ve kırsalını, 2015 baharında Nusra Cephesi ve Ahrar el-Şam gibi radikal örgütlerin liderlik yaptığı Fetih Ordusu ele geçirmişti. Bu bölgede hayli güçlüler.
Esed rejimi Bab el-Hava geçişini kapatırsa, on binden fazla militan yaklaşık 100x100 kilometrelik bir alan içinde çevrilmiş olacak. O bölge dört aydır şiddetli şekilde bombalanıyor.
El Kaide'ye bağlı Nusra Cephesi bünyesine yabancı cihatçı almıyordu. İlk kez, kendi cihadını farz-ı ayn, yani her bir Müslüman'ın yapması emredilen görev ilan etti ve Suriye dışından da olsa savaşçı aramaya başladı. Ancak çok fazla yeni savaşçı toplayamadı.
Muhalif militanlarının sivil halkın içine karışıp saklanabilmesi zor. Kuşatmayı aşanlar, doğuya doğru gidip IŞİD'e katılabilir veya batıda kalan Hatay kırsalından Türkiye'ye geçebilir.
Gelişmeler bu noktaya gelirse, Suriye'de radikal muhalefet olarak sadece IŞİD kalacaktır. Ağırlıklı olarak Fırat havzası boyunca yer tutmuş olan IŞİD'le mücadele, Irak'ı da kapsayan farklı bir yaklaşımın konusu.
Türkiye savaşa girerse...
Suriye'yi iyi tanıyan gazeteci Patrick Cockburn, mevcut gelişmeler sonunda AKP iktidarı için iki seçenek kaldığını yazdı: Ya başarısızlığı ve küçük düşmeyi (humiliation) kabul etmek ya da Amerika ve Rusya'ya rağmen Suriye'de savaşa girmek (The Independent, 31.1.2016).
Bu konuda içeride ve dışarıda çok spekülasyon yapılıyor. Mesela iktidara yakın bir yazara göre, konuşulması gereken Türkiye'nin Suriye'de savaşa girip girmeyeceği değil, ne zaman gireceği.
“Irak'ta düşülen hataya düşmek istemiyorum.” sözleri, Erdoğan'ın da öyle düşündüğünü gösteriyor.
Ama Türkiye'nin tek başına savaşa girmek gibi gerçekçi bir askeri seçeneği yok. Su-24 uçağının düşürülmesinden sonra Rusya, ileri teknoloji ürünü füze sistemlerini (S-400 gibi) ve uçaklarını (Su-34 ve Su-35 gibi) Suriye'de konuşlandırdı.
Suriye hava sahası şimdi Rusya'nın mutlak denetimi altında. Türkiye'nin o semalarda hiçbir nesne uçurma şansı yok.
Havayı kontrol eden, yeri kontrol eder.
Bu şartlarda kara birliklerini göndermek hayal bile edilmemeli. Geçtiğimiz yaz Rusya henüz bölgeye girmemişti ama, o koşullarda dahi AKP'nin Suriye'ye girme önerisine TSK destek vermedi (Hürriyet, 29.6.2015).
İkinci olarak, Suriye Kürtlerini hedef alan bir askeri harekât, Türkiye'nin tam anlamıyla patlamış ve yaygın bir iç savaşa sürüklenmesine yol açabilir. Bu, sonu bilinmez bir felaket senaryosudur.
Üçüncü bir seçenek var
Ancak AKP ve Türkiye'nin önünde üçüncü ve bir seçenek daha var: Suriye Kürtleriyle samimi ve kapsamlı bir işbirliğinin başlatılması.
Amerika ve Rusya'nın desteğine sahip Suriye Kürtleri şu anda avantajlı bir konumda bulunuyor. Ancak Suriye krizinin gelecekteki aşamalarının kendileri açısından hâlâ belirsizlikler taşıdığını herhalde görüyorlar.
Bugüne kadar kendi çıkarlarını en ön planda tutarak izledikleri başarılı siyaset, bu ferasete sahip olduklarını gösteriyor. Eğer AKP o doğrultuda bir adım atarsa, Suriye Kürtlerinden olumlu bir cevap geleceğine eminim.
Böyle bir gelişme aynı zamanda, şu günlerde içeride yaşadığımız çatışma ortamının yumuşamasına, Kürt sorununun çözümüne ve uluslararası ilişkilerimizin iyileşmesine de büyük katkı yapacaktır.
Son gelişmeler, Türkiye'nin hayati çıkarlarının gerektirdiği yeni bir pozisyona geçmesini şart kılıyor.
O gün bugündür.