Esed rejiminin sonunu getiren 8 Aralık depreminin Türkiye açısından nihai değerlendirmesinde, Suriye dışındaki gelişmeler de hesaba katılmalıdır.
Bunların başında gelen Türkiye-Rusya ilişkileri, adım adım derin dondurucuya kadar geriler mi?
Şu anda pek öyle görünmüyor ama bu ihtimal gözden uzak tutulmamalı. Duruma iki ülkenin penceresinden ayrı ayrı bakalım.
Rusya açısından
Rusya’nın 1970’lerden beri Suriye’de sahip olduğu ağırlığı kaybetmesi, stratejik çıkarları ve prestiji açısından, çeyrek yüzyıllık Putin yönetiminin yaşadığı en büyük hüsran oldu.
2015’te Suriye iç savaşına müdahale kararı sonrasında Tartus deniz üssü ve Lazkiye hava üssüne (Hamimim) Rusya büyük yatırım yaptı. Su-37 ve Su-57 uçakları veya nükleer denizaltılar gibi en gelişmiş savaş platformlarına uygun altyapı kuruldu.
Çok sayıda savaş gemisinin katılımıyla 2018’de Akdeniz’de düzenlenen tatbikat, Rusya’nın uzak denizlerdeki en fiyakalı bayrak gösterme eylemi oldu. Ukrayna savaşından sonra Batı’yla açık denizlerde sürdürülecek rekabetin merkez üssü de herhalde Tartus olacaktı.
Rusya’dan Lazkiye’ye kurulan hava köprüsü ve askeri nakliye uçaklarının menzili, Moskova’nın lojistik destek hattının Afrika’ya kadar uzandığını gösteriyordu.
Suriye, Putin’le beraber yükselişe geçen Rusya’nın uluslararası sisteme yansıtmak istediği gücünün simgesiydi. Üslerin akıbeti henüz belli değil, ama en iyi ihtimalle dahi eski günlerin rahat imkanlarına dönüş çok zor.
8 Aralık’a giden süreç, Ankara-Moskova ilişkilerinde güven unsurunun dibe vurmasına neden olabilecek şekilde gelişti.
Esed 2015’te ülkenin sadece %20’sini kontrol ediyordu, Rusya’nın özellikle hava kuvvetleri sayesinde cihatçı selefi örgütler hızla geriletildi. Ocak 2017’de Washington’da Başkanlık görevine başlayan Trump cihatçılara askeri desteği kesince, Esed’in devrilmeyeceği belli oldu, o güne dek ABD’yle beraber hareket eden Ankara yalnız kaldı.
Ankara bir manevrayla Esed’in destekçisi Rusya ve İran’ın yanına geçti, ‘Astana süreci’ adı verilen üçlü işbirliği başladı. Amaç siyasi müzakerelerle savaşı bitirmek ve Şam yönetiminin egemenliğini sağlamaktı.
Cihatçı örgütlerle savaş yer yer devam ediyordu. 2017’de hepsi batıda dört çatışmasızlık bölgesi belirlendi. Suriye ordusu 2018-2019’de bunlardan üçünü geri aldı, cihatçılardan temizledi. Kalan bölge dış dünya bağlantısı sadece Hatay üzerinden mümkün olan İdlip idi.
İdlip’te TSK gözlem istasyonları kurdu ve 10-15 bin civarında asker konuşlandırdı. Ateş kes kararları özellikle Suriye ordusunun saldırıları nedeniyle uygulanamıyordu.
Esed yönetimi İdlip’i de geri almak için operasyonlar düzenliyordu, fakat ilerleme yavaştı. Moskova da İdlip’in teröristlerden temizlenmesini hedefini kabul ediyordu ama daha yavaş ve Ankara’yla mutabakat içinde gidilmesini tercih ediyordu.
Şubat 2020’de Rusya’nın da göz yumduğu bir hava saldırısında Esed ordusu 34 Türk askerini şehit edince, TSK Bahar Kalkanı harekatını başlattı. Ankara, çok sayıda savaş uçağı, tank ve 3000 civarı rejim unsurunun etkisiz hale getirildiğini açıkladı.
Erdoğan ve Putin acilen Moskova’da toplandı, Mart 2020’de ateşkes ilan edildi. Bölgenin can damarları M4-M5 anayollarının her iki tarafında güvenlik koridorları oluşturuldu ve Şam’ın kontrol ettiği topraklar biraz daha genişledi.
Medyadaki yaygın yorumlara göre “Anlaşma Esed ve Rusya için kazanım, Türkiye ve İdlip’teki rejim karşıtı isyancılar için büyük kayıp oldu.”
Taraflar ateşkese bu kez uydu, ama İdlip meselesinin nasıl çözüleceği cevap bulamamış bir soru olarak kaldı.
Sonraki pek çok Erdoğan-Putin görüşmesinde, Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşının da etkisiyle, İdlip sorunu giderek gündemin alt sıralarına kaydı. Ancak 4 yıl 9 ay sonra, 8 Aralık 2024’de yaygın medya yorumlarının hiç doğru olmadığı ortaya çıktı.
Türkiye ve ABD bu süreçte beraber yer aldı, hatta Trump’ın açıklamasına göre Esed’i Türkiye devirdi.
Putin susuyor. Rusya’nın kelimeleri seçerek konuşan deneyimli Dışişleri Bakanı Lavrov kendini tutamadı, isim vermeden Türkiye’ye sert eleştiriler yöneltti, sonra o da sustu. Fanatik Rus milliyetçisi Aleksandr Dugin Türkiye’ye dönük tehdit dolu bir mesaj yayınladı, sonra sildi.
Moskova büyük olasılıkla Ankara bana kazık attı diye düşünüyor ama halen sıkı bir öfke kontrolü uyguluyor. Kremlin Rusya’nın çıkarlarına asgari ölçüde zarar verecek, uzun dönemde uygulanacak kapsamlı bir mukabil Türkiye paketi planlıyor olabilir. Özellikle Ukrayna savaşı bittikten sonra uygulama yoğunluğu artabilir, Türkiye-Rusya ilişkileri adım adım derin dondurucuya dahi girebilir.
Moskova’nın elinde kullanabileceği çok seçenek var. Hangisini ne zaman ne ölçüde kullanır, göreceğiz. O arada, İran’la eşgüdüm içinde, PKK’ya verilen destek katlanarak artabilir.
Putin muhtemelen renk vermeyecek, acele etmeyecek, sakin ve kontrollü gidecek.
Yıl sonu basın toplantısında Türkiye’yi Fırat’ın doğusunda askeri harekata teşvik eder üslupla konuştu: “Türkiye güvenliği için gerekeni yapıyor, Kürt oluşumları uzaklaştırmak için operasyon düzenleyebilir.” Halbuki ilişkilerin en sıcak olduğu günlerde bile tavrı böyle değildi.
Acaba Türkiye’nin başına büyük dertler açılacağını öngördüğü için mi böyle konuşuyor?
Diğer taraftan 8 Aralık gösterdi ki, Rusya’nın ciddi analiz ve istihbarat kusurları var.
İdlip’teki cihatçı liderler amaçlarının Esed rejimini devirmek olduğunu hiçbir zaman gizlemedi, sürekli bol demeç verdiler. Ukrayna’nın İdlip’e İHA ve SİHA temin ettiği Rus medyasında bile çıktı. Moskova herhalde, bu örgütler saldırı başlatamaz veya başlatsalar bile başarı şansları olmaz diye değerlendirdi. Suriye ordusunun perişan durumunu okuyamadılar.
Rus istihbaratı 27 Kasım öncesinde cihatçı örgütlerin askeri hareketlenmesini ve hazırlıklarını da tespit edemedi.
Türkiye açısından
Orta büyüklükteki devletler için en riskli davranışlardan biri, iki süper gücü birbirine karşı oynamaya çalışmaktır. Yanlışın bedeli ağır olabilir, arada kalıp ezilebilirsiniz.
Ankara uzun süredir Amerika ve Rusya arasında bu riskli oyunu oynuyor. Bunun başlıca nedeni stratejik derinlikten yoksun dış politika.
Stratejik derinlik son yıllarda çok konuşulan ama uygulamada az yer bulan bir kavram oldu. Sadece Amerika ve Rusya değil Avrupa ve Ortadoğu dahil hemen her coğrafyada.
Stratejik derinlik veya uzun dönemli vizyon, politika pusulasına yön verecek ana hedefler olarak tanımlanabilir.
Somut olması için, Ankara’nın dış ilşkilerine yön vermesi gereken vizyona veya stratejik derinliğe kısaca bakalım.
Avrasya’da barış ve refah, Büyük Avrupa’nın oluşmasına bağlıdır. Büyük Avrupa mevcut AB ülkeleri, Balkanlar, Doğu Slavları (Ukrayna, Rusya, Belarus) ve Güney Kafkasya’yı kapsamalıdır. En zor ama olmazsa olmaz iki ülke Rusya ve Türkiye’dir. Çünkü, Avrupa kimliğinin oluşmasında anti-Rus ve anti-Türk iki güçlü unsurdur. Ama Rusları ve Türkleri dışarda tutarak Avrupa tarihini anlatmak mümkün değildir.
(Bu ifadeler epey açılıma muhtaç, ama konumuz bu olmadığı için girmiyoruz. Ayrıca bu vizyona katılmayanlar elbet olabilir, ama onlar da yaklaşık bu düzeyde bir formülasyon ortaya koymalı.)
Böyle bir vizyondan Türkiye için çıkacak bazı sonuçlar, NATO-AB yolunda kararlılıkla devam etmek ve Rusya’yla azami düzeyde işbirliğidir.
Uzun dönemli vizyona sahip olmanın avantajı yanlış yapma ihtimalinin azalması ve uygulamanın tutarlılık kazanmasıdır. Fevkalade önemli bir başka husus, muhataplar nezdinde öngörülebilirlik ve güven sağlanmasıdır.
Ankara’nın son 20 küsur yıldır konjonktürel gelişmelere bakarak ve kısa vadeli hesaplarla yürüttüğü dış politikada en çok eksik olan tam da bu hususlardır.
Amerika ve Rusya’yı kısa vadeli küçük hesaplarla birbirine karşı oynamak bir dizi yanlışa yol açtı.
Rusya’dan S-400’leri aldılar, Türkiye büyük zarara uğradı.
Hava sınırını saniyelerle ihlal eden Rus uçağı 2015’te düşürüldü, zamanın Başbakanı talimatı kendilerinin verdiğini açıkladı, sonra düzeltmek için çok ter dökmek zorunda kaldılar.
2008 NATO zirvesinde Ukrayna’nın üyeliği görüşülürken Fransa ve Almanya karşı çıktı; Amerika, İngiltere dahil dört ülke aralarında müzakere edip karar alırken Ankara seyirci kaldı. Halbuki Almanya ve Fransa gibi Türkiye’nin de tavır alması gerekirdi. Ukrayna bizi Fransa’dan daha az mı ilgilendiriyor? Ama Ankara’daki karar vericiler belli ki Ukrayna’nın NATO üyeliğinin ne anlama geldiğinin farkında değildi. Sonuçlar ortada.
Herhalde en vahimi Suriye krizinde izlenen çizgi oldu. Önce Amerika’nın yanında askeri yoldan rejim değişikliği çabası, sonra Rusya’yla beraber savaşı bitirme sürecine katılım, ardından tekrar Amerika’yla işbirliğine dönüş.
Artık iki büyük devleti birbirine karşı kullanma oyununun sonuna yaklaştık. Ankara’nın manevra alanı iyice daraldı, Rusya’yla yakın işbirliği herhalde artık çok zor.
Çoğunlukla sanıldığının aksine, bu durum Washington’la ilişkilerde Ankara’ya avantaj sağlamayabilir. Evet, Suriye’deki son gelişmeler hemen her bakımdan ABD’nin arzuladığı yönde oldu, haklı olarak çok memnunlar.
Ancak Washington’un dış politika seçkinleri bu işleri iyi bilir, endişe ederim ki Ankara’nın manevra alanının iyice daraldığını görecek ve akıllıca kullanacaklar. Üstelik tam da Ankara’nın Suriye’de baş oyuncu rolüne gırtlağına kadar gömüldüğü bir dönemde.
Dilerim ki, iki büyük devletle yürüttüğü riskli oyunda Ankara araya sıkışıp ağır hasarlar görmesin.
Bütün okuyucularımızın yeni yılını kutluyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.
">Esed rejiminin sonunu getiren 8 Aralık depreminin Türkiye açısından nihai değerlendirmesinde, Suriye dışındaki gelişmeler de hesaba katılmalıdır.
Bunların başında gelen Türkiye-Rusya ilişkileri, adım adım derin dondurucuya kadar geriler mi?
Şu anda pek öyle görünmüyor ama bu ihtimal gözden uzak tutulmamalı. Duruma iki ülkenin penceresinden ayrı ayrı bakalım.
Rusya açısından
Rusya’nın 1970’lerden beri Suriye’de sahip olduğu ağırlığı kaybetmesi, stratejik çıkarları ve prestiji açısından, çeyrek yüzyıllık Putin yönetiminin yaşadığı en büyük hüsran oldu.
2015’te Suriye iç savaşına müdahale kararı sonrasında Tartus deniz üssü ve Lazkiye hava üssüne (Hamimim) Rusya büyük yatırım yaptı. Su-37 ve Su-57 uçakları veya nükleer denizaltılar gibi en gelişmiş savaş platformlarına uygun altyapı kuruldu.
Çok sayıda savaş gemisinin katılımıyla 2018’de Akdeniz’de düzenlenen tatbikat, Rusya’nın uzak denizlerdeki en fiyakalı bayrak gösterme eylemi oldu. Ukrayna savaşından sonra Batı’yla açık denizlerde sürdürülecek rekabetin merkez üssü de herhalde Tartus olacaktı.
Rusya’dan Lazkiye’ye kurulan hava köprüsü ve askeri nakliye uçaklarının menzili, Moskova’nın lojistik destek hattının Afrika’ya kadar uzandığını gösteriyordu.
Suriye, Putin’le beraber yükselişe geçen Rusya’nın uluslararası sisteme yansıtmak istediği gücünün simgesiydi. Üslerin akıbeti henüz belli değil, ama en iyi ihtimalle dahi eski günlerin rahat imkanlarına dönüş çok zor.
8 Aralık’a giden süreç, Ankara-Moskova ilişkilerinde güven unsurunun dibe vurmasına neden olabilecek şekilde gelişti.
Esed 2015’te ülkenin sadece %20’sini kontrol ediyordu, Rusya’nın özellikle hava kuvvetleri sayesinde cihatçı selefi örgütler hızla geriletildi. Ocak 2017’de Washington’da Başkanlık görevine başlayan Trump cihatçılara askeri desteği kesince, Esed’in devrilmeyeceği belli oldu, o güne dek ABD’yle beraber hareket eden Ankara yalnız kaldı.
Ankara bir manevrayla Esed’in destekçisi Rusya ve İran’ın yanına geçti, ‘Astana süreci’ adı verilen üçlü işbirliği başladı. Amaç siyasi müzakerelerle savaşı bitirmek ve Şam yönetiminin egemenliğini sağlamaktı.
Cihatçı örgütlerle savaş yer yer devam ediyordu. 2017’de hepsi batıda dört çatışmasızlık bölgesi belirlendi. Suriye ordusu 2018-2019’de bunlardan üçünü geri aldı, cihatçılardan temizledi. Kalan bölge dış dünya bağlantısı sadece Hatay üzerinden mümkün olan İdlip idi.
İdlip’te TSK gözlem istasyonları kurdu ve 10-15 bin civarında asker konuşlandırdı. Ateş kes kararları özellikle Suriye ordusunun saldırıları nedeniyle uygulanamıyordu.
Esed yönetimi İdlip’i de geri almak için operasyonlar düzenliyordu, fakat ilerleme yavaştı. Moskova da İdlip’in teröristlerden temizlenmesini hedefini kabul ediyordu ama daha yavaş ve Ankara’yla mutabakat içinde gidilmesini tercih ediyordu.
Şubat 2020’de Rusya’nın da göz yumduğu bir hava saldırısında Esed ordusu 34 Türk askerini şehit edince, TSK Bahar Kalkanı harekatını başlattı. Ankara, çok sayıda savaş uçağı, tank ve 3000 civarı rejim unsurunun etkisiz hale getirildiğini açıkladı.
Erdoğan ve Putin acilen Moskova’da toplandı, Mart 2020’de ateşkes ilan edildi. Bölgenin can damarları M4-M5 anayollarının her iki tarafında güvenlik koridorları oluşturuldu ve Şam’ın kontrol ettiği topraklar biraz daha genişledi.
Medyadaki yaygın yorumlara göre “Anlaşma Esed ve Rusya için kazanım, Türkiye ve İdlip’teki rejim karşıtı isyancılar için büyük kayıp oldu.”
Taraflar ateşkese bu kez uydu, ama İdlip meselesinin nasıl çözüleceği cevap bulamamış bir soru olarak kaldı.
Sonraki pek çok Erdoğan-Putin görüşmesinde, Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşının da etkisiyle, İdlip sorunu giderek gündemin alt sıralarına kaydı. Ancak 4 yıl 9 ay sonra, 8 Aralık 2024’de yaygın medya yorumlarının hiç doğru olmadığı ortaya çıktı.
Türkiye ve ABD bu süreçte beraber yer aldı, hatta Trump’ın açıklamasına göre Esed’i Türkiye devirdi.
Putin susuyor. Rusya’nın kelimeleri seçerek konuşan deneyimli Dışişleri Bakanı Lavrov kendini tutamadı, isim vermeden Türkiye’ye sert eleştiriler yöneltti, sonra o da sustu. Fanatik Rus milliyetçisi Aleksandr Dugin Türkiye’ye dönük tehdit dolu bir mesaj yayınladı, sonra sildi.
Moskova büyük olasılıkla Ankara bana kazık attı diye düşünüyor ama halen sıkı bir öfke kontrolü uyguluyor. Kremlin Rusya’nın çıkarlarına asgari ölçüde zarar verecek, uzun dönemde uygulanacak kapsamlı bir mukabil Türkiye paketi planlıyor olabilir. Özellikle Ukrayna savaşı bittikten sonra uygulama yoğunluğu artabilir, Türkiye-Rusya ilişkileri adım adım derin dondurucuya dahi girebilir.
Moskova’nın elinde kullanabileceği çok seçenek var. Hangisini ne zaman ne ölçüde kullanır, göreceğiz. O arada, İran’la eşgüdüm içinde, PKK’ya verilen destek katlanarak artabilir.
Putin muhtemelen renk vermeyecek, acele etmeyecek, sakin ve kontrollü gidecek.
Yıl sonu basın toplantısında Türkiye’yi Fırat’ın doğusunda askeri harekata teşvik eder üslupla konuştu: “Türkiye güvenliği için gerekeni yapıyor, Kürt oluşumları uzaklaştırmak için operasyon düzenleyebilir.” Halbuki ilişkilerin en sıcak olduğu günlerde bile tavrı böyle değildi.
Acaba Türkiye’nin başına büyük dertler açılacağını öngördüğü için mi böyle konuşuyor?
Diğer taraftan 8 Aralık gösterdi ki, Rusya’nın ciddi analiz ve istihbarat kusurları var.
İdlip’teki cihatçı liderler amaçlarının Esed rejimini devirmek olduğunu hiçbir zaman gizlemedi, sürekli bol demeç verdiler. Ukrayna’nın İdlip’e İHA ve SİHA temin ettiği Rus medyasında bile çıktı. Moskova herhalde, bu örgütler saldırı başlatamaz veya başlatsalar bile başarı şansları olmaz diye değerlendirdi. Suriye ordusunun perişan durumunu okuyamadılar.
Rus istihbaratı 27 Kasım öncesinde cihatçı örgütlerin askeri hareketlenmesini ve hazırlıklarını da tespit edemedi.
Türkiye açısından
Orta büyüklükteki devletler için en riskli davranışlardan biri, iki süper gücü birbirine karşı oynamaya çalışmaktır. Yanlışın bedeli ağır olabilir, arada kalıp ezilebilirsiniz.
Ankara uzun süredir Amerika ve Rusya arasında bu riskli oyunu oynuyor. Bunun başlıca nedeni stratejik derinlikten yoksun dış politika.
Stratejik derinlik son yıllarda çok konuşulan ama uygulamada az yer bulan bir kavram oldu. Sadece Amerika ve Rusya değil Avrupa ve Ortadoğu dahil hemen her coğrafyada.
Stratejik derinlik veya uzun dönemli vizyon, politika pusulasına yön verecek ana hedefler olarak tanımlanabilir.
Somut olması için, Ankara’nın dış ilşkilerine yön vermesi gereken vizyona veya stratejik derinliğe kısaca bakalım.
Avrasya’da barış ve refah, Büyük Avrupa’nın oluşmasına bağlıdır. Büyük Avrupa mevcut AB ülkeleri, Balkanlar, Doğu Slavları (Ukrayna, Rusya, Belarus) ve Güney Kafkasya’yı kapsamalıdır. En zor ama olmazsa olmaz iki ülke Rusya ve Türkiye’dir. Çünkü, Avrupa kimliğinin oluşmasında anti-Rus ve anti-Türk iki güçlü unsurdur. Ama Rusları ve Türkleri dışarda tutarak Avrupa tarihini anlatmak mümkün değildir.
(Bu ifadeler epey açılıma muhtaç, ama konumuz bu olmadığı için girmiyoruz. Ayrıca bu vizyona katılmayanlar elbet olabilir, ama onlar da yaklaşık bu düzeyde bir formülasyon ortaya koymalı.)
Böyle bir vizyondan Türkiye için çıkacak bazı sonuçlar, NATO-AB yolunda kararlılıkla devam etmek ve Rusya’yla azami düzeyde işbirliğidir.
Uzun dönemli vizyona sahip olmanın avantajı yanlış yapma ihtimalinin azalması ve uygulamanın tutarlılık kazanmasıdır. Fevkalade önemli bir başka husus, muhataplar nezdinde öngörülebilirlik ve güven sağlanmasıdır.
Ankara’nın son 20 küsur yıldır konjonktürel gelişmelere bakarak ve kısa vadeli hesaplarla yürüttüğü dış politikada en çok eksik olan tam da bu hususlardır.
Amerika ve Rusya’yı kısa vadeli küçük hesaplarla birbirine karşı oynamak bir dizi yanlışa yol açtı.
Rusya’dan S-400’leri aldılar, Türkiye büyük zarara uğradı.
Hava sınırını saniyelerle ihlal eden Rus uçağı 2015’te düşürüldü, zamanın Başbakanı talimatı kendilerinin verdiğini açıkladı, sonra düzeltmek için çok ter dökmek zorunda kaldılar.
2008 NATO zirvesinde Ukrayna’nın üyeliği görüşülürken Fransa ve Almanya karşı çıktı; Amerika, İngiltere dahil dört ülke aralarında müzakere edip karar alırken Ankara seyirci kaldı. Halbuki Almanya ve Fransa gibi Türkiye’nin de tavır alması gerekirdi. Ukrayna bizi Fransa’dan daha az mı ilgilendiriyor? Ama Ankara’daki karar vericiler belli ki Ukrayna’nın NATO üyeliğinin ne anlama geldiğinin farkında değildi. Sonuçlar ortada.
Herhalde en vahimi Suriye krizinde izlenen çizgi oldu. Önce Amerika’nın yanında askeri yoldan rejim değişikliği çabası, sonra Rusya’yla beraber savaşı bitirme sürecine katılım, ardından tekrar Amerika’yla işbirliğine dönüş.
Artık iki büyük devleti birbirine karşı kullanma oyununun sonuna yaklaştık. Ankara’nın manevra alanı iyice daraldı, Rusya’yla yakın işbirliği herhalde artık çok zor.
Çoğunlukla sanıldığının aksine, bu durum Washington’la ilişkilerde Ankara’ya avantaj sağlamayabilir. Evet, Suriye’deki son gelişmeler hemen her bakımdan ABD’nin arzuladığı yönde oldu, haklı olarak çok memnunlar.
Ancak Washington’un dış politika seçkinleri bu işleri iyi bilir, endişe ederim ki Ankara’nın manevra alanının iyice daraldığını görecek ve akıllıca kullanacaklar. Üstelik tam da Ankara’nın Suriye’de baş oyuncu rolüne gırtlağına kadar gömüldüğü bir dönemde.
Dilerim ki, iki büyük devletle yürüttüğü riskli oyunda Ankara araya sıkışıp ağır hasarlar görmesin.
Bütün okuyucularımızın yeni yılını kutluyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.