2019 EKONOMİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Yerel Seçimler yaklaşınca Türkiye ekonomisi üzerine spekülatif yorumlar çoştu.
Nasıl olsa sosyal medyada yayın maliyeti sıfır.
Üstüne üstelik kehanetlerde bulunan sosyal medya esnafı ‘pardon yanlış tahminde bulundum’ beyanında bulunma nezaketini de göstermiyor.
Hatta birçok 'sosyal medya klaveşörü' anonimliğin eteklerinin altına saklanıyor.
Demokrasinin gereğidir; iktidar ve muhalefet görevini yerine getirecek.
Bu gerçeği şüphesiz kabul etmeliyiz.
Fakat belli bir grup var ki, iktidarı devirmek için sürekli ekonomik felaket tellallığı yapmakta ısrar ediyor.
Hatta bazıları isim vererek, şirketleri ve sahiplerini alenen beyan etmekten de geri durmuyor.
İnsan kendine sormadan edemiyor!
‘İçeride ne çok düşman varmış...'
Ben de dayanamadım ve 2019 ekonomisinin geri kalan kısmı için bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
SANAYİ BATMAZ SANAYİCİ BATAR
Türkiye gibi ülkelerde sanayicilik zordur.
Teknolojiye ayak uydurmak masrafıdır.
Yatırım, makina, enerji, kalifiye işçi masraflıdır.
Üstüne üstelik sanayi üretimi ölçülebilir ve elle tutulur olduğundan, devletin eli sanayicinin cebinde, gözü de ‘defterinde’ olur.
Türk lirasının geçmişte pahalı olması sanayiciyi döviz bazında borçlanmaya itmiştir.
Döviz fırlayınca bu borçları yüklenenler panik yapmıştır ve sonuç daha da yukarı tırmanan kur olarak ekonomiye yansımıştır.
Tabii ki bu döviz borçlanması aynı zamanda belli varlıklar da yaratmıştır.
İşin tabiatı icabı varlıklarla yükümlülüklerin dengede olması gerekir.
Şu anda bu noktada bir dengesilik var aşağıda bu konuya ‘deve’ örneğiyle değineceğim.
DEVLETTE DURUM
Sizi rakama boğmak istemiyorum! Ama... Dış borçta aslan payı özel sektöre aittir.
Devletin dış borcu makul düzeydedir ve çevrilebilinir boyuttadır.
Felaket tellallığı yapanlar dış borçların şişmesini sürekli gündeme getirirken (kasten) bu ayırımı yapmaktan imtina ediyorlar.
Aynı tellallar, son zamanlarda başka bir şehir efsanesini daha ortaya attılar: ‘IMF'den avans alındı ve seçim sonrası IMF’ ye gidilecek’
Bu tür dedikoduları yayanlar aslında IMF'nin nasıl çalıştığını bal gibi biliyor. Maksat domuzluk olsun...
Türkiye bugün IMF’ye gitse en az 6 ay Swarovski kristali kadar şeffaf ve net bir süreden geçer ve ancak ondan sonra paranın yüzünü görürdü.
Olayın başka bir pratik boyutu daha var.
CHP seçimlerde Washington’da yüzde 80 çeker.
IMF’yle böyle bir yazışma-çizişme olsa, Türkiye’nin eski IMF temsilcisi ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Böke, o belgeyi çoktan Meclis kürsüsünde sallıyor olurdu.
Haa... Bütün bunları yazarken devlette ekonomik olarak her şey günlük gülistanlık iddaasında mıyım. Kesinlikle hayır!
Bu kadar çok seçime giren ve her seçimin iktidar için ‘var olup olmama’ psikolojisi yaşanan memlekette, popülizm ister istemez egemen olur ve bugün Türkiye’de seçmen kendi aidiyet grubuna kaynak aktarılması beklentisindedir.
Yani oy fiyatı yukarı çekilmiştir.
Bu tür beklentiler ve iktidarla el ense çekmek sonunda bütçeye gelen yüklerle, bütçe nakit açığı vermeye başlamıştır ve bu uzun zamandır yaşanmamış bir olgudur.
Bugüne kadar dış dünyanın ve Türkiye’ye borç verenlerin dikkatle takip ettiği ve özen gösterilen mali disiplin bozulmuş durumdadır.
Merkez Bankası karının Hazine’ye erken avansı gibi vitrin ayarlarıyla durum şimdilik idare edilse de bu durum sürdürülemez bir hal alacaktır.
NE YAPILMASI GEREK?
Cevap basittir.
Devlet acilen yapısal reformları uygulamalı, bütçe disiplinine geri dönülmeli, başta Sağlık Sigortası olmak üzere sürdürülmesi mümkün olmayan bir çok hizmette gerçek fiyatlandırma yapmalıdır.
Biliyorum bunlar popüler olmayan önlemler ama bu önlemler şimdi alınmazsa ileride fatura çok daha ağır olacaktır.
DEVE BİN PARA DEVE BİR PARA
Arap tacirin dediği gibi, o gün bin para olan deve bugün bir paraya düşmüştür.
Neden?
Çünkü piyasa koşulları değişmiştir.
İzninizle burada iktisat teorisine biraz girmek zorundayım.
İşletmelerle ilgili 2 türlü iflas durumu vardır.
Bunlardan birincisine ‘İnsolvency’ yani nakit zorluğu diyoruz.
İkincisine de ‘bankruptcy’ yani iflas diyoruz.
Bir çok finans ve ekonomi hocası aradaki farkı anlamakta zorluk çeker.
Birinci durumda, gelir akışıyla gider akışı arasında zaman farkı vardır; fakat işletme varlık- yükümlülük dengesi açısından pozitiftir.
Yani zaman içinde zorlukları aşacak durumdadır.
Türkiye’de bu olgu hukuken konkordato yöntemiyle aşılmaya çalışılıyor; ama kimin iyi niyetli ya da kimin kötü niyetli olduğu belirsiz.
İkinci durum, yani yükümlülüklerin varlıkların çok üstünde olması içinden çıkılacak bir durum değildir ve acilen iflas masasına gitmek gerekir.
Döviz TL’ye karşı düşükken dolar üzerinden varlıklarını değerlendiren iş insanları bugün bu varlıkları nakite dönüştürmek için dolar bazında yüzde 10-15 gibi bir fedakarlığı uygun görmekteler.
Fakat piyasa gerçekleri bu varlıkların artık döviz bazında yüzde 30-40 daha düşük değerde olduğunu gösteriyor.
Bu 'kim daha önce göz kırpacak' oyunu bitmeden piyasalarda nakit sıkışıklığının giderilmesi mümkün gözükmüyor.
Alıcıların da satıcılarından deve hikayesini örnek almaları gerekmekte.
SON SÖZ
'Ekonomik gelişme 2019’un geri kalan 10 ayında nasıl seyreder?' diye soracak olursanız...
Bence U ya da V şeklinde bir ekonomik canlanma beklemek gerçekçi olmaz.
Muhtemelen 2019’un gerisi L harfi şeklinde devam edecek.
Ülkeler arasında kıran kırana iktisadi savaşların yaşandığı günümüz dünyasında, Türkiye dünyadaki ilk 20 ülke arasında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak yaşamına devam etmektedir ve bu büyük bir başarıdır.
Sıkıntılar var! Ne var ki omurga sağlamdır!
2020’de toparlanma süreci biter ve ekonomi tekrar yüzde 5 büyümeyle rayına oturur.İçiniz rahat olsun.
">
2019 EKONOMİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Yerel Seçimler yaklaşınca Türkiye ekonomisi üzerine spekülatif yorumlar çoştu.
Nasıl olsa sosyal medyada yayın maliyeti sıfır.
Üstüne üstelik kehanetlerde bulunan sosyal medya esnafı ‘pardon yanlış tahminde bulundum’ beyanında bulunma nezaketini de göstermiyor.
Hatta birçok 'sosyal medya klaveşörü' anonimliğin eteklerinin altına saklanıyor.
Demokrasinin gereğidir; iktidar ve muhalefet görevini yerine getirecek.
Bu gerçeği şüphesiz kabul etmeliyiz.
Fakat belli bir grup var ki, iktidarı devirmek için sürekli ekonomik felaket tellallığı yapmakta ısrar ediyor.
Hatta bazıları isim vererek, şirketleri ve sahiplerini alenen beyan etmekten de geri durmuyor.
İnsan kendine sormadan edemiyor!
‘İçeride ne çok düşman varmış...'
Ben de dayanamadım ve 2019 ekonomisinin geri kalan kısmı için bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
SANAYİ BATMAZ SANAYİCİ BATAR
Türkiye gibi ülkelerde sanayicilik zordur.
Teknolojiye ayak uydurmak masrafıdır.
Yatırım, makina, enerji, kalifiye işçi masraflıdır.
Üstüne üstelik sanayi üretimi ölçülebilir ve elle tutulur olduğundan, devletin eli sanayicinin cebinde, gözü de ‘defterinde’ olur.
Türk lirasının geçmişte pahalı olması sanayiciyi döviz bazında borçlanmaya itmiştir.
Döviz fırlayınca bu borçları yüklenenler panik yapmıştır ve sonuç daha da yukarı tırmanan kur olarak ekonomiye yansımıştır.
Tabii ki bu döviz borçlanması aynı zamanda belli varlıklar da yaratmıştır.
İşin tabiatı icabı varlıklarla yükümlülüklerin dengede olması gerekir.
Şu anda bu noktada bir dengesilik var aşağıda bu konuya ‘deve’ örneğiyle değineceğim.
DEVLETTE DURUM
Sizi rakama boğmak istemiyorum! Ama... Dış borçta aslan payı özel sektöre aittir.
Devletin dış borcu makul düzeydedir ve çevrilebilinir boyuttadır.
Felaket tellallığı yapanlar dış borçların şişmesini sürekli gündeme getirirken (kasten) bu ayırımı yapmaktan imtina ediyorlar.
Aynı tellallar, son zamanlarda başka bir şehir efsanesini daha ortaya attılar: ‘IMF'den avans alındı ve seçim sonrası IMF’ ye gidilecek’
Bu tür dedikoduları yayanlar aslında IMF'nin nasıl çalıştığını bal gibi biliyor. Maksat domuzluk olsun...
Türkiye bugün IMF’ye gitse en az 6 ay Swarovski kristali kadar şeffaf ve net bir süreden geçer ve ancak ondan sonra paranın yüzünü görürdü.
Olayın başka bir pratik boyutu daha var.
CHP seçimlerde Washington’da yüzde 80 çeker.
IMF’yle böyle bir yazışma-çizişme olsa, Türkiye’nin eski IMF temsilcisi ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Böke, o belgeyi çoktan Meclis kürsüsünde sallıyor olurdu.
Haa... Bütün bunları yazarken devlette ekonomik olarak her şey günlük gülistanlık iddaasında mıyım. Kesinlikle hayır!
Bu kadar çok seçime giren ve her seçimin iktidar için ‘var olup olmama’ psikolojisi yaşanan memlekette, popülizm ister istemez egemen olur ve bugün Türkiye’de seçmen kendi aidiyet grubuna kaynak aktarılması beklentisindedir.
Yani oy fiyatı yukarı çekilmiştir.
Bu tür beklentiler ve iktidarla el ense çekmek sonunda bütçeye gelen yüklerle, bütçe nakit açığı vermeye başlamıştır ve bu uzun zamandır yaşanmamış bir olgudur.
Bugüne kadar dış dünyanın ve Türkiye’ye borç verenlerin dikkatle takip ettiği ve özen gösterilen mali disiplin bozulmuş durumdadır.
Merkez Bankası karının Hazine’ye erken avansı gibi vitrin ayarlarıyla durum şimdilik idare edilse de bu durum sürdürülemez bir hal alacaktır.
NE YAPILMASI GEREK?
Cevap basittir.
Devlet acilen yapısal reformları uygulamalı, bütçe disiplinine geri dönülmeli, başta Sağlık Sigortası olmak üzere sürdürülmesi mümkün olmayan bir çok hizmette gerçek fiyatlandırma yapmalıdır.
Biliyorum bunlar popüler olmayan önlemler ama bu önlemler şimdi alınmazsa ileride fatura çok daha ağır olacaktır.
DEVE BİN PARA DEVE BİR PARA
Arap tacirin dediği gibi, o gün bin para olan deve bugün bir paraya düşmüştür.
Neden?
Çünkü piyasa koşulları değişmiştir.
İzninizle burada iktisat teorisine biraz girmek zorundayım.
İşletmelerle ilgili 2 türlü iflas durumu vardır.
Bunlardan birincisine ‘İnsolvency’ yani nakit zorluğu diyoruz.
İkincisine de ‘bankruptcy’ yani iflas diyoruz.
Bir çok finans ve ekonomi hocası aradaki farkı anlamakta zorluk çeker.
Birinci durumda, gelir akışıyla gider akışı arasında zaman farkı vardır; fakat işletme varlık- yükümlülük dengesi açısından pozitiftir.
Yani zaman içinde zorlukları aşacak durumdadır.
Türkiye’de bu olgu hukuken konkordato yöntemiyle aşılmaya çalışılıyor; ama kimin iyi niyetli ya da kimin kötü niyetli olduğu belirsiz.
İkinci durum, yani yükümlülüklerin varlıkların çok üstünde olması içinden çıkılacak bir durum değildir ve acilen iflas masasına gitmek gerekir.
Döviz TL’ye karşı düşükken dolar üzerinden varlıklarını değerlendiren iş insanları bugün bu varlıkları nakite dönüştürmek için dolar bazında yüzde 10-15 gibi bir fedakarlığı uygun görmekteler.
Fakat piyasa gerçekleri bu varlıkların artık döviz bazında yüzde 30-40 daha düşük değerde olduğunu gösteriyor.
Bu 'kim daha önce göz kırpacak' oyunu bitmeden piyasalarda nakit sıkışıklığının giderilmesi mümkün gözükmüyor.
Alıcıların da satıcılarından deve hikayesini örnek almaları gerekmekte.
SON SÖZ
'Ekonomik gelişme 2019’un geri kalan 10 ayında nasıl seyreder?' diye soracak olursanız...
Bence U ya da V şeklinde bir ekonomik canlanma beklemek gerçekçi olmaz.
Muhtemelen 2019’un gerisi L harfi şeklinde devam edecek.
Ülkeler arasında kıran kırana iktisadi savaşların yaşandığı günümüz dünyasında, Türkiye dünyadaki ilk 20 ülke arasında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak yaşamına devam etmektedir ve bu büyük bir başarıdır.
Sıkıntılar var! Ne var ki omurga sağlamdır!
2020’de toparlanma süreci biter ve ekonomi tekrar yüzde 5 büyümeyle rayına oturur.İçiniz rahat olsun.