Tuğçe ye katılıyorum.

Geçenlerde Tuğçe Tatari’ nin bir yazısını okudum, fırsat buldukça da köşe yazılarını okumaya...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Geçenlerde Tuğçe Tatari’ nin bir yazısını okudum, fırsat buldukça da köşe yazılarını okumaya gayret ediyorum. Farklı bir tarzı var, basmakalıp şuna dokunmayayım, bunun tavuğuna kışt demeyim, falancanın bir şeyine laf edersem, bu bana yol, su, elektrik olarak döner diye düşünmeden, kendince doğru gördüğü fikirleri, okurlarınla paylaşıyor. Ben tarzını da, yazılarını da beğeniyorum.

Geçenlerde, başka bir köşe yazarı, onun için, sarı çiyan demiş. Bir genel yayın yönetmeni de, ağırlıklı olarak, benim röportajımda, ortaya çıkan konuları kaleme aldı diye, bayağı bir ağır laflar etmişti, karşısındaki rakibinin her şeyden önce bir hanım olduğunu düşünmeden.

 Sarı kafa, ya da bizim buraya girmek için can atıyor gibi laflar sallamıştı. O da hepsine, gereken cevapları, gereken üsluplar da verdi. Takdir ediyorum.

Kimseden çıkarı olmayan, kral çıplak diyen yazarlara, tabii ki, zülfü yare dokunan ve yerini dolduramayan ama bir şekilde, işini rayına oturtan insanlardan saldırılar gelecektir. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye bir laf vardır. O laf bu gibi durumlar için uygundur.

Maalesef, bizim medya da, yalnız veya biraz güçsüz düşmeye görün, hemen hakkınızda geçmişte çektirdiğiniz videolardan tutun, ( Defne Samyeli’ nin olduğu gibi.)  yalan yanlış haberlere kadar pek çok olumsuz şey çıkar..

Ama yine de birileri, kendince doğru bulmadığı yanlışları  yüreklice söylemeye devam eder. Tıpkı, Tuğçe Tatari gibi.

Niye şimdi avukatlığına soyundun demeyin. Zaten benim avukatlığıma ihtiyacı yok. Ben birinin üzerine haksız yere çok gidildi mi, sinirleniyorum. Bu da benim karakterim, elimde değil.

İstiyorlar ki, herkes aynı tip yazsın, birilerine yağcılık etsin v.s.

Mecbur değil ki, kimse kimseyi beğenmeye.

Niye yani?  

Ayrıca, köşe yazarlığı biraz eleştiri makamıdır.

Demiyorum ki, gamlı baykuş gibi habire iç karartıcı konular, eleştiriler yazılsın.

Ama varsa edilecek bir iki laf, o da söylenir. Konuyu değiştirecek olursam,

Mesela ben bu aralar daha doğrusu 2010 çeyrek kala,

Böyle çok kıpırtılı bir heyecan duymuyorum. Çünkü daha önceki yılbaşlarımı çok güzel yerlerde geçirdim. En beğendiklerimi de yurt dışında yaşadım. Venedik’ te San Marco meydanında, Roger Moore ile aynı meydanda yılbaşına girdiğimi hatırlıyorum.

 Gondolların hafif hafif  salındığı bir yıldızlı İtalya gecesinde, İtalyanca 10 dan  geriye avaz avaz  sayıp, yılbaşına girildiği, havai fişeklerin atıldığı sokak karnavallarını yaşadığımdan.

 Daha bir sürü  böyle değişik yılbaşından  da sonra, artık her yılbaşında  aynı şeyleri kutlamak, yaşın ilerlemesiyle biraz rutine giriyor, heyecan biraz azalıyor.  O zaman da,  en çok sevdiklerimle diz dize olmayı seviyorum. Heyecandan ziyade, huzurlu bir mutluluk duyuyorum. Görüntümüz  aşağı yukarı aynı, ruhumuz çocuk da olsa, yaşamdan bir yıl daha eksiliyor. Realitede yaşlanıyoruz. Daha çok yaşamdan zevk almak, daha fazla keyif almak ve her şeyin farkında olmak istiyoruz.

Ben artık yalnızca, kendim için yaşamam gerektiğini öğrendim, yani beni eleştirecek, beğenecek ya da beğenmeyecek hiçbir şey benim için bu saatten sonra önemli değil, bütün mesele ben kendimden memnun muyum? Bedenime, ruhuma istediklerini verebiliyor muyum, mutlu muyum, huzurlu muyum? Çünkü bu saydıklarım yerindeyse, yaşam, anlam kazanıyor..

James Cameron’ un yönettiği ve benim kendime göre çıkarttığım Avatar filminden bir mesajla, tüm değerli okurlarımın yeni yılını kutlamak istiyorum. Filmde, Pandora gezegeninde yaşayan 5-6 metre boyunda mavi renkli bir ırk var. Bunlar, doğa ile o kadar uyumlu yaşıyorlar ve o kadar maddiyattan uzaktalar ki, bizim yerli dediğimiz,  ama insandan daha saygılı biçimde, doğayı yıpratmadan onun bir parçası olmayı başarmış varlıklar. Her şeyin bir enerji olduğunu biliyorlar ve bu enerjiyi herkes ortak kullanıyorlar.

 Çiçekte, hayvan da, o canlılar da aynı havayı soluyarak, yaşam enerjisini, içine alıyor, sonra da dışarı veriyor. Dolayısıyla, aynı hava tüm canlıların içinde dolaşıyor. Hepimiz aslında, biriz derken böyle bir mesaj çıkıyor, o yaşam enerjisi hepimiz için var ve hepimiz bunu paylaşıyoruz.

Yeni yılın, tüm insanlara ama önce güzel ülkeme ve insanlarına, aldığımız her nefeste huzur, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. Aslında paylaşamayacağımız hiçbir şey yok. Çünkü dünyadaki enerjiyi, hepimiz ortak kullanıyoruz. Alıyoruz ve veriyoruz. Güzel şeyler verelim ki, güzel şeyler de alabilelim diyorum…Amin..

Yaşam aşkınız, tutkunuz  hiç azalmasın, iyi seneler..  

 

">

Geçenlerde Tuğçe Tatari’ nin bir yazısını okudum, fırsat buldukça da köşe yazılarını okumaya gayret ediyorum. Farklı bir tarzı var, basmakalıp şuna dokunmayayım, bunun tavuğuna kışt demeyim, falancanın bir şeyine laf edersem, bu bana yol, su, elektrik olarak döner diye düşünmeden, kendince doğru gördüğü fikirleri, okurlarınla paylaşıyor. Ben tarzını da, yazılarını da beğeniyorum.

Geçenlerde, başka bir köşe yazarı, onun için, sarı çiyan demiş. Bir genel yayın yönetmeni de, ağırlıklı olarak, benim röportajımda, ortaya çıkan konuları kaleme aldı diye, bayağı bir ağır laflar etmişti, karşısındaki rakibinin her şeyden önce bir hanım olduğunu düşünmeden.

 Sarı kafa, ya da bizim buraya girmek için can atıyor gibi laflar sallamıştı. O da hepsine, gereken cevapları, gereken üsluplar da verdi. Takdir ediyorum.

Kimseden çıkarı olmayan, kral çıplak diyen yazarlara, tabii ki, zülfü yare dokunan ve yerini dolduramayan ama bir şekilde, işini rayına oturtan insanlardan saldırılar gelecektir. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye bir laf vardır. O laf bu gibi durumlar için uygundur.

Maalesef, bizim medya da, yalnız veya biraz güçsüz düşmeye görün, hemen hakkınızda geçmişte çektirdiğiniz videolardan tutun, ( Defne Samyeli’ nin olduğu gibi.)  yalan yanlış haberlere kadar pek çok olumsuz şey çıkar..

Ama yine de birileri, kendince doğru bulmadığı yanlışları  yüreklice söylemeye devam eder. Tıpkı, Tuğçe Tatari gibi.

Niye şimdi avukatlığına soyundun demeyin. Zaten benim avukatlığıma ihtiyacı yok. Ben birinin üzerine haksız yere çok gidildi mi, sinirleniyorum. Bu da benim karakterim, elimde değil.

İstiyorlar ki, herkes aynı tip yazsın, birilerine yağcılık etsin v.s.

Mecbur değil ki, kimse kimseyi beğenmeye.

Niye yani?  

Ayrıca, köşe yazarlığı biraz eleştiri makamıdır.

Demiyorum ki, gamlı baykuş gibi habire iç karartıcı konular, eleştiriler yazılsın.

Ama varsa edilecek bir iki laf, o da söylenir. Konuyu değiştirecek olursam,

Mesela ben bu aralar daha doğrusu 2010 çeyrek kala,

Böyle çok kıpırtılı bir heyecan duymuyorum. Çünkü daha önceki yılbaşlarımı çok güzel yerlerde geçirdim. En beğendiklerimi de yurt dışında yaşadım. Venedik’ te San Marco meydanında, Roger Moore ile aynı meydanda yılbaşına girdiğimi hatırlıyorum.

 Gondolların hafif hafif  salındığı bir yıldızlı İtalya gecesinde, İtalyanca 10 dan  geriye avaz avaz  sayıp, yılbaşına girildiği, havai fişeklerin atıldığı sokak karnavallarını yaşadığımdan.

 Daha bir sürü  böyle değişik yılbaşından  da sonra, artık her yılbaşında  aynı şeyleri kutlamak, yaşın ilerlemesiyle biraz rutine giriyor, heyecan biraz azalıyor.  O zaman da,  en çok sevdiklerimle diz dize olmayı seviyorum. Heyecandan ziyade, huzurlu bir mutluluk duyuyorum. Görüntümüz  aşağı yukarı aynı, ruhumuz çocuk da olsa, yaşamdan bir yıl daha eksiliyor. Realitede yaşlanıyoruz. Daha çok yaşamdan zevk almak, daha fazla keyif almak ve her şeyin farkında olmak istiyoruz.

Ben artık yalnızca, kendim için yaşamam gerektiğini öğrendim, yani beni eleştirecek, beğenecek ya da beğenmeyecek hiçbir şey benim için bu saatten sonra önemli değil, bütün mesele ben kendimden memnun muyum? Bedenime, ruhuma istediklerini verebiliyor muyum, mutlu muyum, huzurlu muyum? Çünkü bu saydıklarım yerindeyse, yaşam, anlam kazanıyor..

James Cameron’ un yönettiği ve benim kendime göre çıkarttığım Avatar filminden bir mesajla, tüm değerli okurlarımın yeni yılını kutlamak istiyorum. Filmde, Pandora gezegeninde yaşayan 5-6 metre boyunda mavi renkli bir ırk var. Bunlar, doğa ile o kadar uyumlu yaşıyorlar ve o kadar maddiyattan uzaktalar ki, bizim yerli dediğimiz,  ama insandan daha saygılı biçimde, doğayı yıpratmadan onun bir parçası olmayı başarmış varlıklar. Her şeyin bir enerji olduğunu biliyorlar ve bu enerjiyi herkes ortak kullanıyorlar.

 Çiçekte, hayvan da, o canlılar da aynı havayı soluyarak, yaşam enerjisini, içine alıyor, sonra da dışarı veriyor. Dolayısıyla, aynı hava tüm canlıların içinde dolaşıyor. Hepimiz aslında, biriz derken böyle bir mesaj çıkıyor, o yaşam enerjisi hepimiz için var ve hepimiz bunu paylaşıyoruz.

Yeni yılın, tüm insanlara ama önce güzel ülkeme ve insanlarına, aldığımız her nefeste huzur, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. Aslında paylaşamayacağımız hiçbir şey yok. Çünkü dünyadaki enerjiyi, hepimiz ortak kullanıyoruz. Alıyoruz ve veriyoruz. Güzel şeyler verelim ki, güzel şeyler de alabilelim diyorum…Amin..

Yaşam aşkınız, tutkunuz  hiç azalmasın, iyi seneler..  

 

Tüm yazılarını göster