Yazımın başlığındaki soruyu başka sorularla açalım...
Taklit mi, orijinal mi?
İthal mi, yerli üretim mi?
Marjinal mi, merkezde mi?
Şimdi bizim Atatürk devrimimizi düşünülelim:
Yalnız "bizim" olan da değil, tüm mazlumlara ışık tutan Cumhuriyet kurumlarını hatırda tutalım;
Kadın-erkek eşitliği, sınıfsal kaynaşma, karma ekonomi temeli, kapitalizm ve emperyalizmin reddiyesi ve haksız savaşları "cinayet" olarak mahkum etmesiyle,
Ulusal, telif, özgün olduğu kadar, insancıl bir dünyaya çağrının merkezinde bir devrimdir, bizimkisi...
Bugün bu kuruluş felsefesi ve kurumsallığı üzerinde, Cumhuriyet toprağında demokrasi yeterince ilerlemediyse ve...
Ekonomimiz gitgide geriledi ise, bundaki kusur, vebal, başarısızlık ne derseniz deyiniz;
Türkiyemizi on yıllardır, hatta yarım asırdan fazladır yöneten zihniyetlere aittir...
Mandacılar, muhipler, meczuplar, mücahit kartı bastırıp müteahhit olarak karne devşirenler,
Dini de demokrasiyi de ithal sözcüklerle tahrif edenler, kozmopolit "konstantinopolis" sermayesi ile ülkemizin iktisadi varsıllıklarını üleşenler,
Ve onların siyasi çatıları yaşadığımız tablonun başlıca sorumlusudurlar...
Yüz yıl önce, hatta yüzyıllardır yaşamakta olduğumuz sorunların çaresi gerçekte kendi ellerimizdedir...
Fakat zihnimiz ile ellerimiz, ömür emeğimiz ile tarladaki hasatımız arasına girenler; medyasıyla, kimi bankası ve kamusuyla, gerçek bir karartma ve çarpıtma ortamı yaratmışlardır.
Nihayet;
Bu düzen sürsün, bu sömürü bitmesin diye, dertlerimizin çözümünü "derdimizi başımıza saran" yerlerde aramak adeta teşvik edilmiştir...
Oysa...
Mandacılıktan modernite doğmaz.
Müstemlekede medeniyet yaşamaz.
Unutma!
Emperyalizmi, köy enstitüleriyle, kadın-erkek eşitliğiyle, milli eğitim ve sanayileşmeyle yendik.
Yoksullukla ve cehaletle başa çıkmanın yolu da budur...
Ve...
Büyük uygarlığımız, asil dayanağımızdır.
Gelişme" tarihi kökler ve güncel yeteneklerine yaraşır şekilde topluma mal edilmelidir.
Tıpkı bizim Cumhuriyet Devrimimizle yaptığımız gibi..
Ve tabii çağdaşlık diye bir olgu vardır ve bu tek bir kişinin seçimi olsa bile garantiye alınmalıdır.
Hukuk da çağdaş terazisi ile burada belirtmektedir.
Güzelim gelenekler başkadır, gerici bir düzene övgü başka...
Disiplin başkadır despotizm başka...
Denge" ultra emperyalistlerin lugati ile yazılıp olunamaz.
O, esaslı bir emeğin tecellisiyle toplumun kültürel genlerinin diğer tecrübelerle temasıyla olgunlaşır : burada yargılama değil sanıldığının aksine nesnellik vardır...
Nihayet ulusaldan evrensele seslenme zamanı gelmiştir:
Yeni ve insancıl hakça bir dünya kurulmalıdır.
BM Ekonomik Sosyal Güvenlik Konseyi yeniden yapılandırılmalıdır.
Kesintisiz demokrasi - sömürüsüz toplumlara erişmek için, bölge ülkeri başta, küresel dayanışma da esastır.
Evet telif, özgün, ulusal temelimizden aldığımız güçle, ulusal gelişmenin önünü açabilir, küresel çapta sözümüzü de yükseltebiliriz...
Takliti, tevili, tekzibi yok bunun: kale gibi bir Cumhuriyet, kapı gibi bir uygarlık, aslan gibi bir gençlik ve arı gibi çalışkan bir halk var; burada; Anadolu’da...
">
Yazımın başlığındaki soruyu başka sorularla açalım...
Taklit mi, orijinal mi?
İthal mi, yerli üretim mi?
Marjinal mi, merkezde mi?
Şimdi bizim Atatürk devrimimizi düşünülelim:
Yalnız "bizim" olan da değil, tüm mazlumlara ışık tutan Cumhuriyet kurumlarını hatırda tutalım;
Kadın-erkek eşitliği, sınıfsal kaynaşma, karma ekonomi temeli, kapitalizm ve emperyalizmin reddiyesi ve haksız savaşları "cinayet" olarak mahkum etmesiyle,
Ulusal, telif, özgün olduğu kadar, insancıl bir dünyaya çağrının merkezinde bir devrimdir, bizimkisi...
Bugün bu kuruluş felsefesi ve kurumsallığı üzerinde, Cumhuriyet toprağında demokrasi yeterince ilerlemediyse ve...
Ekonomimiz gitgide geriledi ise, bundaki kusur, vebal, başarısızlık ne derseniz deyiniz;
Türkiyemizi on yıllardır, hatta yarım asırdan fazladır yöneten zihniyetlere aittir...
Mandacılar, muhipler, meczuplar, mücahit kartı bastırıp müteahhit olarak karne devşirenler,
Dini de demokrasiyi de ithal sözcüklerle tahrif edenler, kozmopolit "konstantinopolis" sermayesi ile ülkemizin iktisadi varsıllıklarını üleşenler,
Ve onların siyasi çatıları yaşadığımız tablonun başlıca sorumlusudurlar...
Yüz yıl önce, hatta yüzyıllardır yaşamakta olduğumuz sorunların çaresi gerçekte kendi ellerimizdedir...
Fakat zihnimiz ile ellerimiz, ömür emeğimiz ile tarladaki hasatımız arasına girenler; medyasıyla, kimi bankası ve kamusuyla, gerçek bir karartma ve çarpıtma ortamı yaratmışlardır.
Nihayet;
Bu düzen sürsün, bu sömürü bitmesin diye, dertlerimizin çözümünü "derdimizi başımıza saran" yerlerde aramak adeta teşvik edilmiştir...
Oysa...
Mandacılıktan modernite doğmaz.
Müstemlekede medeniyet yaşamaz.
Unutma!
Emperyalizmi, köy enstitüleriyle, kadın-erkek eşitliğiyle, milli eğitim ve sanayileşmeyle yendik.
Yoksullukla ve cehaletle başa çıkmanın yolu da budur...
Ve...
Büyük uygarlığımız, asil dayanağımızdır.
Gelişme" tarihi kökler ve güncel yeteneklerine yaraşır şekilde topluma mal edilmelidir.
Tıpkı bizim Cumhuriyet Devrimimizle yaptığımız gibi..
Ve tabii çağdaşlık diye bir olgu vardır ve bu tek bir kişinin seçimi olsa bile garantiye alınmalıdır.
Hukuk da çağdaş terazisi ile burada belirtmektedir.
Güzelim gelenekler başkadır, gerici bir düzene övgü başka...
Disiplin başkadır despotizm başka...
Denge" ultra emperyalistlerin lugati ile yazılıp olunamaz.
O, esaslı bir emeğin tecellisiyle toplumun kültürel genlerinin diğer tecrübelerle temasıyla olgunlaşır : burada yargılama değil sanıldığının aksine nesnellik vardır...
Nihayet ulusaldan evrensele seslenme zamanı gelmiştir:
Yeni ve insancıl hakça bir dünya kurulmalıdır.
BM Ekonomik Sosyal Güvenlik Konseyi yeniden yapılandırılmalıdır.
Kesintisiz demokrasi - sömürüsüz toplumlara erişmek için, bölge ülkeri başta, küresel dayanışma da esastır.
Evet telif, özgün, ulusal temelimizden aldığımız güçle, ulusal gelişmenin önünü açabilir, küresel çapta sözümüzü de yükseltebiliriz...
Takliti, tevili, tekzibi yok bunun: kale gibi bir Cumhuriyet, kapı gibi bir uygarlık, aslan gibi bir gençlik ve arı gibi çalışkan bir halk var; burada; Anadolu’da...