Muhalefet “Sokağa çıkarsak, iktidar taraftarları da sokağa çıkar, çatışma olur” dedikçe, programında, seçim bildirgesinde, yazılı belgelerindeki siyasi iddialarını bile kısık sesle savunur hale geldikçe iktidar üzerinden siyasal İslam güçlendi.
Yani, son günlerde İstanbul’da ve Ankara’da bilerek ve isteyerek yükseltilen “Hilafet” sloganları tesadüf değil!
Siyasal İslamın Cumhuriyet ve Atatürk’le 100 yıllık düşmanlık üzerinden hesaplaşması açıkça bilinse de 100 yıllık tartışmanın Ege Akersoy’un yumruğu üzerinden utangaç bir şekilde yapılmaya çalışması “laik, demokratik hukuk devletini” savunanlar açısından bu nedenle tam bir utanç kaynağı!
Bu yüzden muhalefetin “Aman kimseyi ürkütmeyelim” ürkekliği seçim yenilgileriyle bütünleştikçe ürkenler hızla “aman kimseyi ürkütmeyelim” diyen muhalefet oldu!
Tarikatlar ve Cemaatlerle ilgili tartışmalar dahil her şey gözlerimizin önünde oldu. Yani gizli saklı hiçbir şey yoktu!
Türkiye’de dinin devletin bütün kurumlarıyla iç içe geçtiğini, siyasetin emrinde olduğunu, bu yüzden Diyanet’in bütçesinin 8-9 bakanlıktan daha büyük olduğunu ve rolünün de sürekli artığını herkes biliyor!
Protokoldeki sırasının 51. sıradan 10. sıraya yükselttiğini de, Diyanet’in Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamı gibi yeniden inşa edildiğini de…
Yalnızca Diyanet’i değil, tarikatlar başta olmak üzere, onlarla bağlantılı bütün dernekleri, vakıfları, medya kuruluşlarını, şirketlerini de biliyoruz…
Bu gerçeği Diyanet’in kendi eliyle hazırlatıp 2019’da yayınladığı daha sonra toplattığı “Tarikatlar Raporu”ndan da biliyoruz: Üstelik il il, isim isim…
“30 tarikat silsilesi, 400 kol ve 2 milyon 600 bin mürid!”
Bu gerçeği devlet biliyor, yargı biliyor, devletin istihbarat teşkilatı biliyor, polis biliyor, ordu biliyor, tabi muhalefet partileri de biliyor…
Bilmeyen yok ama müdahale etmek bir yana güzelleme yapılıyor!
Çünkü siyaset için çok kullanışlı olan din deyince akan sular duruyor!
Bu yüzden 1923-1945 dönemi hariç, tarikatlar 1800’lerden bu yana Osmanlı dahil her dönem iktidarlar tarafından korunuyor, kollanıyor, büyümelerinin önü açılıyor!
Bütün siyasi liderler günlük konuşmalarında “kul hakkı, haram, helal” gibi dini kavramlarla konuşuyor. Camiye gitmek zorunluymuş gibi, seccadeyi eline alan camiye koşuyor…
Fettullah Gülen örneğinde yaşadığımız gibi iktidarlar tarafından “sahte” veya “sözde” ilan edilmedikleri sürece hepsi “dokunulmaz ve tartışılamaz” oluyor. Yetmiyor, şeriat ve hilafet istedikleri, demokrasiyi reddettikleri açıkça biliniyor olmaları onları “sivil toplum kuruluşu” yapmaktan alıkoymuyor!
Yani “yeni” Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in "sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla itiraz etseniz de onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz” demesi de “yeni” değil!
Sivil Toplum Örgütü olarak sunulan tarikatlarda, Şeyhlik ve halifelik düzeni var, işleyiş biat üzerinden yürüyor ama buna rağmen “demokrasinin en önemli parçası” olabiliyorlar!
Başlarının secdeye varmaları ve seçimlerde iktidarı desteklemeleri yeterli oluyor.
Ve tabi ki bir de sola karşı olmaları, CHP’ye tavır almaları yetiyor!
Bu yüzden dünkü iktidarlarda olduğu gibi bugün de AKP’nin iktidarının devamında doğrudan rolleri var. Bu yüzden kendilerini dokunulmaz görüyorlar!
Her şeyleri neredeyse araya karbon kağıdı konmuş gibi bir birine benziyor. İdeolojik-politik yaklaşımları, örgütlenme biçimleri, devletin kurumlarına yerleşmeleri, dini yorumları, hilafet ve şeriat istekleri de…
Fettullah Gülen “FETÖ” olalı “gözden düştü” ama Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa Cemaati ayakta yani yalnızca isimleri değişiyor. Bu yüzden FETÖ operasyonları bitmiyor. 15 Temmuz’dan 7 yıl sonra FETÖ ile irtibat ve iltisaklı olduğu gerekçesi ile 445 aktif emniyet mensubunun açığa alınması sürpriz olmuyor!
Bu gerçek bizi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin üstelik ikinci kez “AYM’nin Can Atalay’la ilgili aldığı ihlal kararının hukuki değeri olmadığını" karar vererek Anayasa Mahkemesi'nin kararını, dolayısıyla Anayasa’yı fiili olarak ortadan kaldırmasına kadar getirdi! Bu koşullarda yarın “laik, demokratik hukuk devleti” tarifinin de tartışmaya açılması sürpriz olmaz!
"İnanmışları ürkütmeyelim" kaygısıyla, eğitimde, sağlıkta, hukukta, genel olarak kamuda laiklikten uzaklaşmak, ülkemizi daha da kutuplaştırıyor, nefreti körüklüyor! AKP'yi güçlendiriyor. Din devleti hayali ile açıkça hesaplaşmadan, laikliği ısrarla savunarak hayata geçirmeden Türkiye normalleşemez!
Açık söylemek gerekir; Dinden demokrasi çıkmaz!
Adı ister İslam, ister Hristiyan, ister Budist olsun siyasi iktidar isteyen hiçbir dinden demokrasi çıkmaz! Daha doğarken birleştirici değil ayrıştırıcı olduğu için ilk üç halifenin öldürüldüğü Halifelik makamının yeniden getirilmesini istemek ilerlemeye değil gerilemeye tekabül eder!
100 yıl sonra tekrar başa döndük. “Devletin dini İslam” vurgusunun bir tek anayasaya girmediği kaldı! Buna engel olmak 14 Mayıs’ta “ben değişim istiyorum” diyen 25 milyon 500 bin seçmenin elinde!
Laiklik istemek, laikliği yüksek sesle savunmak, laiklikten yana taraf olmak inanç özgürlüğünü reddetmez, tam tersine inanç özgürlüğü için güvenli bir ortam yaratır! Şiddet olmadığı sürece kimin nasıl inandığı ya da inanmadığı, kimin nasıl giyindiği, nerede ibadet ettiği kimsenin sorunu değildir!
Türkiye laikliği yeniden ayakları üzerine dikip, dini devletin kurumsal yapısı dışına çıkarmadan ileriye değil, daha da geriye gider. Bu yüzden taraf olmak önemli!
3 Ocak 2024, İstanbul
Necdet Saraç
">
Muhalefet “Sokağa çıkarsak, iktidar taraftarları da sokağa çıkar, çatışma olur” dedikçe, programında, seçim bildirgesinde, yazılı belgelerindeki siyasi iddialarını bile kısık sesle savunur hale geldikçe iktidar üzerinden siyasal İslam güçlendi.
Yani, son günlerde İstanbul’da ve Ankara’da bilerek ve isteyerek yükseltilen “Hilafet” sloganları tesadüf değil!
Siyasal İslamın Cumhuriyet ve Atatürk’le 100 yıllık düşmanlık üzerinden hesaplaşması açıkça bilinse de 100 yıllık tartışmanın Ege Akersoy’un yumruğu üzerinden utangaç bir şekilde yapılmaya çalışması “laik, demokratik hukuk devletini” savunanlar açısından bu nedenle tam bir utanç kaynağı!
Bu yüzden muhalefetin “Aman kimseyi ürkütmeyelim” ürkekliği seçim yenilgileriyle bütünleştikçe ürkenler hızla “aman kimseyi ürkütmeyelim” diyen muhalefet oldu!
Tarikatlar ve Cemaatlerle ilgili tartışmalar dahil her şey gözlerimizin önünde oldu. Yani gizli saklı hiçbir şey yoktu!
Türkiye’de dinin devletin bütün kurumlarıyla iç içe geçtiğini, siyasetin emrinde olduğunu, bu yüzden Diyanet’in bütçesinin 8-9 bakanlıktan daha büyük olduğunu ve rolünün de sürekli artığını herkes biliyor!
Protokoldeki sırasının 51. sıradan 10. sıraya yükselttiğini de, Diyanet’in Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamı gibi yeniden inşa edildiğini de…
Yalnızca Diyanet’i değil, tarikatlar başta olmak üzere, onlarla bağlantılı bütün dernekleri, vakıfları, medya kuruluşlarını, şirketlerini de biliyoruz…
Bu gerçeği Diyanet’in kendi eliyle hazırlatıp 2019’da yayınladığı daha sonra toplattığı “Tarikatlar Raporu”ndan da biliyoruz: Üstelik il il, isim isim…
“30 tarikat silsilesi, 400 kol ve 2 milyon 600 bin mürid!”
Bu gerçeği devlet biliyor, yargı biliyor, devletin istihbarat teşkilatı biliyor, polis biliyor, ordu biliyor, tabi muhalefet partileri de biliyor…
Bilmeyen yok ama müdahale etmek bir yana güzelleme yapılıyor!
Çünkü siyaset için çok kullanışlı olan din deyince akan sular duruyor!
Bu yüzden 1923-1945 dönemi hariç, tarikatlar 1800’lerden bu yana Osmanlı dahil her dönem iktidarlar tarafından korunuyor, kollanıyor, büyümelerinin önü açılıyor!
Bütün siyasi liderler günlük konuşmalarında “kul hakkı, haram, helal” gibi dini kavramlarla konuşuyor. Camiye gitmek zorunluymuş gibi, seccadeyi eline alan camiye koşuyor…
Fettullah Gülen örneğinde yaşadığımız gibi iktidarlar tarafından “sahte” veya “sözde” ilan edilmedikleri sürece hepsi “dokunulmaz ve tartışılamaz” oluyor. Yetmiyor, şeriat ve hilafet istedikleri, demokrasiyi reddettikleri açıkça biliniyor olmaları onları “sivil toplum kuruluşu” yapmaktan alıkoymuyor!
Yani “yeni” Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in "sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla itiraz etseniz de onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz” demesi de “yeni” değil!
Sivil Toplum Örgütü olarak sunulan tarikatlarda, Şeyhlik ve halifelik düzeni var, işleyiş biat üzerinden yürüyor ama buna rağmen “demokrasinin en önemli parçası” olabiliyorlar!
Başlarının secdeye varmaları ve seçimlerde iktidarı desteklemeleri yeterli oluyor.
Ve tabi ki bir de sola karşı olmaları, CHP’ye tavır almaları yetiyor!
Bu yüzden dünkü iktidarlarda olduğu gibi bugün de AKP’nin iktidarının devamında doğrudan rolleri var. Bu yüzden kendilerini dokunulmaz görüyorlar!
Her şeyleri neredeyse araya karbon kağıdı konmuş gibi bir birine benziyor. İdeolojik-politik yaklaşımları, örgütlenme biçimleri, devletin kurumlarına yerleşmeleri, dini yorumları, hilafet ve şeriat istekleri de…
Fettullah Gülen “FETÖ” olalı “gözden düştü” ama Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa Cemaati ayakta yani yalnızca isimleri değişiyor. Bu yüzden FETÖ operasyonları bitmiyor. 15 Temmuz’dan 7 yıl sonra FETÖ ile irtibat ve iltisaklı olduğu gerekçesi ile 445 aktif emniyet mensubunun açığa alınması sürpriz olmuyor!
Bu gerçek bizi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin üstelik ikinci kez “AYM’nin Can Atalay’la ilgili aldığı ihlal kararının hukuki değeri olmadığını" karar vererek Anayasa Mahkemesi'nin kararını, dolayısıyla Anayasa’yı fiili olarak ortadan kaldırmasına kadar getirdi! Bu koşullarda yarın “laik, demokratik hukuk devleti” tarifinin de tartışmaya açılması sürpriz olmaz!
"İnanmışları ürkütmeyelim" kaygısıyla, eğitimde, sağlıkta, hukukta, genel olarak kamuda laiklikten uzaklaşmak, ülkemizi daha da kutuplaştırıyor, nefreti körüklüyor! AKP'yi güçlendiriyor. Din devleti hayali ile açıkça hesaplaşmadan, laikliği ısrarla savunarak hayata geçirmeden Türkiye normalleşemez!
Açık söylemek gerekir; Dinden demokrasi çıkmaz!
Adı ister İslam, ister Hristiyan, ister Budist olsun siyasi iktidar isteyen hiçbir dinden demokrasi çıkmaz! Daha doğarken birleştirici değil ayrıştırıcı olduğu için ilk üç halifenin öldürüldüğü Halifelik makamının yeniden getirilmesini istemek ilerlemeye değil gerilemeye tekabül eder!
100 yıl sonra tekrar başa döndük. “Devletin dini İslam” vurgusunun bir tek anayasaya girmediği kaldı! Buna engel olmak 14 Mayıs’ta “ben değişim istiyorum” diyen 25 milyon 500 bin seçmenin elinde!
Laiklik istemek, laikliği yüksek sesle savunmak, laiklikten yana taraf olmak inanç özgürlüğünü reddetmez, tam tersine inanç özgürlüğü için güvenli bir ortam yaratır! Şiddet olmadığı sürece kimin nasıl inandığı ya da inanmadığı, kimin nasıl giyindiği, nerede ibadet ettiği kimsenin sorunu değildir!
Türkiye laikliği yeniden ayakları üzerine dikip, dini devletin kurumsal yapısı dışına çıkarmadan ileriye değil, daha da geriye gider. Bu yüzden taraf olmak önemli!
3 Ocak 2024, İstanbul
Necdet Saraç