Yıllar önce küçük bir kızken, yemek pişiren annemin yanında, oyuncaklarımla oynarken şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum. Neden bir Tanrı" yı anlatmak için dört tane farklı din var? Neden Tanrı çıkıp bu din kitaplarının hepsinde aynı şeyler yazılmasını sağlamıyor?
Kadıncağız, ne diyeceğini şaşırmıştı. Sadece, "diğer dinler, değiştirilmiş ama bizim dinimiz değiştirilmemiş ve en son inen din ve ayrıca bu konularda çok da derine inmeyeceksin, çünkü her şeye aklımız eremez ve eremediği yerde aklımızı oynatabiliriz ." Demişti. Tabii bu cevap benim için, ta en sonuna kadar, her şeyi araştırmalı ve kendin gerçekleri görmelisin anlamını taşıyordu. Öyle de yaptım ama çok yıllar sonra
Bu gün okuduğum haberde, Geo dergisinden Christian Schüle" nin yaptığı bir çalışmada, Tanrı inancının köklerini araştırdığını okudum ve konuya balıklama atladım. Enteresan sonuçlar çıkmış, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çeşitli, bilim adamları, pskiyatırlar, nükleer tıpçılar, psikologlar bu araştırmalara katılmış veee sonuç olarak inancın nedeni bulunmuş. Hayır tabii ki, böyle basit şekilde anlatmayacağım. Bu çok derin konuyu, kendi cümlelerim ve anlayabildiğim kadarıyla, sizlerle paylaşabileceğim.
İnsan baştan itibaren her şeyin iyi gideceğine, çevresinin istikrarının bozulmayacağına güvenmek zorunda. Çünkü ancak itimat duygusuyla, hayatta kalabilmesi için gerekli güvenceyi sağlar. İnanç, kadim güvendir; tüm dinlerde.
İnsanoğlu rastlantıyı devre dışı bırakmak, kendini hissetmek, daha yüksek bilinç düzeyine ulaşmak, kendini aşmak, bütünle yekvücut olmak, görülmek ve güvenmek istediğinden inanıyorsa, inanç varoluşsal bir iradenin ifadesi. Ve böylece varlık bilincinin olmazsa olmazı.
İnsan, varolduğunu bilmek için inanıyor. Neye, kime inandığına yönelik son soru birçok suali barındırıyor aslında. Kime güveniyor? Neyi seviyor? Kime umut bağlıyor?
İnsanoğlu tanrısını tasavvur edebildiği sürece, kültürlerin farklı farklı şekillerde tanımladıkları bir tanrının olmadığı bir dünya mümkün değil. Dolayısıyla insanoğlu var olduğu sürece imgeler, semboller, ritüeller, aşkınlığa duyulan özlem ve aşkınlık deneyimleri de olacaktır. Yüce, koruyucu bir güce iman edenler, daha o vakit kendilerini kutsal bir bölgede hissedeceklerdir.
Ayrıca, A.B.D " li psikolog David Larson" un inanç ve ruh sağlığı üzerine, 1978-1989 yılları arasında, iki psikiyatri dergisindeki, tüm araştırmaları değerlendirmesi sonucu , ulaştığı sonuca göre, vakaların % 84 ünde, inançlılığın sağlık üzerinde olumlu etkileri tespit edilmiş. Sadece, % 13 denekte ise olumlu ya da olumsuz tesire rastlanmamış. Çok düşük bir oran yani % 3 oranında insandaysa inanmak olumsuz etkilere yol açmış.
Pek çok uzman, dinlerin ve inanmanın, kültürel, toplumsal etkileri üzerinde dururken. 2004 yılında yapılan bir araştırmada. Tanrısallık geni adı verilen bir genin, insanın DNA" sında olduğu iddia edilmiş. Bu genin adı VMAT2 geni.
Yani insan, varoluşçu yaklaşımda, kendi varlığını, nereden gelip nereye gittiğini bilmediği için. Güven ihtiyacını ve dünya üzerindeki varlığını ispatlamak adına, zihninde din olgusunu yarattı. Bu ona, çaresizliğini unutmasında, yardımcı oldu. Ancak doğumunda, DNA" sına kayıtlı ve değiştiremeyeceği bir bilgi vardı. O da ""Tanrı İnancıydı
""
Benim bu araştırmayı yorumlamam özetle bu şekilde, yazının tamamını merak edenler varsa. Kaynağından daha detaylı araştırabilirler
">
Yıllar önce küçük bir kızken, yemek pişiren annemin yanında, oyuncaklarımla oynarken şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum. Neden bir Tanrı" yı anlatmak için dört tane farklı din var? Neden Tanrı çıkıp bu din kitaplarının hepsinde aynı şeyler yazılmasını sağlamıyor?
Kadıncağız, ne diyeceğini şaşırmıştı. Sadece, "diğer dinler, değiştirilmiş ama bizim dinimiz değiştirilmemiş ve en son inen din ve ayrıca bu konularda çok da derine inmeyeceksin, çünkü her şeye aklımız eremez ve eremediği yerde aklımızı oynatabiliriz ." Demişti. Tabii bu cevap benim için, ta en sonuna kadar, her şeyi araştırmalı ve kendin gerçekleri görmelisin anlamını taşıyordu. Öyle de yaptım ama çok yıllar sonra
Bu gün okuduğum haberde, Geo dergisinden Christian Schüle" nin yaptığı bir çalışmada, Tanrı inancının köklerini araştırdığını okudum ve konuya balıklama atladım. Enteresan sonuçlar çıkmış, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çeşitli, bilim adamları, pskiyatırlar, nükleer tıpçılar, psikologlar bu araştırmalara katılmış veee sonuç olarak inancın nedeni bulunmuş. Hayır tabii ki, böyle basit şekilde anlatmayacağım. Bu çok derin konuyu, kendi cümlelerim ve anlayabildiğim kadarıyla, sizlerle paylaşabileceğim.
İnsan baştan itibaren her şeyin iyi gideceğine, çevresinin istikrarının bozulmayacağına güvenmek zorunda. Çünkü ancak itimat duygusuyla, hayatta kalabilmesi için gerekli güvenceyi sağlar. İnanç, kadim güvendir; tüm dinlerde.
İnsanoğlu rastlantıyı devre dışı bırakmak, kendini hissetmek, daha yüksek bilinç düzeyine ulaşmak, kendini aşmak, bütünle yekvücut olmak, görülmek ve güvenmek istediğinden inanıyorsa, inanç varoluşsal bir iradenin ifadesi. Ve böylece varlık bilincinin olmazsa olmazı.
İnsan, varolduğunu bilmek için inanıyor. Neye, kime inandığına yönelik son soru birçok suali barındırıyor aslında. Kime güveniyor? Neyi seviyor? Kime umut bağlıyor?
İnsanoğlu tanrısını tasavvur edebildiği sürece, kültürlerin farklı farklı şekillerde tanımladıkları bir tanrının olmadığı bir dünya mümkün değil. Dolayısıyla insanoğlu var olduğu sürece imgeler, semboller, ritüeller, aşkınlığa duyulan özlem ve aşkınlık deneyimleri de olacaktır. Yüce, koruyucu bir güce iman edenler, daha o vakit kendilerini kutsal bir bölgede hissedeceklerdir.
Ayrıca, A.B.D " li psikolog David Larson" un inanç ve ruh sağlığı üzerine, 1978-1989 yılları arasında, iki psikiyatri dergisindeki, tüm araştırmaları değerlendirmesi sonucu , ulaştığı sonuca göre, vakaların % 84 ünde, inançlılığın sağlık üzerinde olumlu etkileri tespit edilmiş. Sadece, % 13 denekte ise olumlu ya da olumsuz tesire rastlanmamış. Çok düşük bir oran yani % 3 oranında insandaysa inanmak olumsuz etkilere yol açmış.
Pek çok uzman, dinlerin ve inanmanın, kültürel, toplumsal etkileri üzerinde dururken. 2004 yılında yapılan bir araştırmada. Tanrısallık geni adı verilen bir genin, insanın DNA" sında olduğu iddia edilmiş. Bu genin adı VMAT2 geni.
Yani insan, varoluşçu yaklaşımda, kendi varlığını, nereden gelip nereye gittiğini bilmediği için. Güven ihtiyacını ve dünya üzerindeki varlığını ispatlamak adına, zihninde din olgusunu yarattı. Bu ona, çaresizliğini unutmasında, yardımcı oldu. Ancak doğumunda, DNA" sına kayıtlı ve değiştiremeyeceği bir bilgi vardı. O da ""Tanrı İnancıydı
""
Benim bu araştırmayı yorumlamam özetle bu şekilde, yazının tamamını merak edenler varsa. Kaynağından daha detaylı araştırabilirler