En kötü seçim bile, seçim yapmamaktan, durağan olmaktan iyidir.
Çünkü yaşam dinamik ve devinim içersinde bir enerjidir. Ya seçim yapıp, ileri gideceğiz, ya yanlış yapıp, geri gideceğiz.
Ama seçim yapmazsak, yaşamın bizi sürüklediği yere gideceğiz. Hem de hiçbir sorumluluğumuz olmadan. Oysa insan, yola devam etmek istiyorsa, doğrularıyla da, yanlışlarıyla da , yaşamının sorumluluğunu almak zorunda.
Geçenlerde, ismini vermek istemediğim bir partiden, babası milletvekili olan arkadaşımla, İstinye Park’ ta , oturuyoruz.
Biraz eskilerden, beraber çalıştığımız televizyon kanalından, eski arkadaşlardan, biraz şundan, biraz bundan sohbet ediyoruz.
Eski genel yayın yönetmenimizde, karşı masalardan birinde oturuyor. Gidip, gitmemek arasında bocalıyoruz. Ve hemen onla ilgili, iyi ya da kötü anılarımızı hatırlıyoruz. Sonra acıktığımızı hissedip, menüye dönüyoruz.
Arkadaşım diyor ki; ‘Sen seç yemekleri, ( Ramazandan önce tabii) ben böyle sosyetik menülerden anlamam.’
Hoşuma gidiyor, her türlü imkanı olmasına rağmen, hala mütevazı yaşamını sürdürüyor. İşte benim arkadaşım da böyle olur diyorum.
Sonra sohbet memleket meselelerine geliyor; ‘Bu kadar zaman, babanla birlikte sen de siyasetin içindesin, böyle dan, dan aklına geleni söyleyen dürüst bir insansın, taze kansın, gençsin, neden sen de siyasete girmiyorsun?’ diye soruyorum.
‘Ebru’ diyor; ‘siyasette önemli olan çok konuşmak değil, az konuşmaktır, susmaktır.’
‘ Sen her kameraya konuşan, her konuda halka açık olan bir siyasetçi gördün mü?’
‘ Benim gibi ateşli insanlar, siyasete uygun değil. Adı üstünde, ‘ siyaset’ yapacaksın.’
‘Ama sen meraklısın bu konulara, seni kadın kollarına alalım’
‘Aman sakın ha’ diye cevap veriyorum.
‘Sen benim bu halimle siyasetçi olduğumu nasıl düşünürsün, ben ağzıma geleni ölçmeden, tartmadan söyleyen duygusal biriyim.’
‘ Kulislerde konuşulanları köşemde yazdığımı düşünsene, muhtemelen 9 köyden kovulurum. Zaten bu dik başlılığım yüzünden, kimsenin adamı olamadım, ben yalnız kovboyum, ama kadın olanından!’
Sonra gülüyoruz ve yemeğimize devam ediyoruz….
Eve döndükten sonra düşünüyorum , Amerikan filmlerinde izleriz, duygusal konuşmalar yapan devlet başkanlarını.
Doğal olmak ve gerçekten inanarak insanlarla bir şeyler paylaşmak ne büyük mutluluktur.
İnandığın fikrin sonuna kadar arkasında durmak, susmamak, her zaman gerçekleri kendine düstur edinmek. Ne büyük güçtür aslında..
Benim lider adayım böyle biri olurdu her halde, konuşma metinlerini, kendisi hazırlayan, arada espriler yapan, ona inanan insanlarla, her şeyi açıkça paylaşan, susmayan ve onlar için bir şeyler yapan, siyaset yapmış olmak için değil, inandığı fikrin arkasında sonuna kadar durduğu için siyasetin içinde kalan.
Ve her zaman herkese verecek cevabı olan..
">
En kötü seçim bile, seçim yapmamaktan, durağan olmaktan iyidir.
Çünkü yaşam dinamik ve devinim içersinde bir enerjidir. Ya seçim yapıp, ileri gideceğiz, ya yanlış yapıp, geri gideceğiz.
Ama seçim yapmazsak, yaşamın bizi sürüklediği yere gideceğiz. Hem de hiçbir sorumluluğumuz olmadan. Oysa insan, yola devam etmek istiyorsa, doğrularıyla da, yanlışlarıyla da , yaşamının sorumluluğunu almak zorunda.
Geçenlerde, ismini vermek istemediğim bir partiden, babası milletvekili olan arkadaşımla, İstinye Park’ ta , oturuyoruz.
Biraz eskilerden, beraber çalıştığımız televizyon kanalından, eski arkadaşlardan, biraz şundan, biraz bundan sohbet ediyoruz.
Eski genel yayın yönetmenimizde, karşı masalardan birinde oturuyor. Gidip, gitmemek arasında bocalıyoruz. Ve hemen onla ilgili, iyi ya da kötü anılarımızı hatırlıyoruz. Sonra acıktığımızı hissedip, menüye dönüyoruz.
Arkadaşım diyor ki; ‘Sen seç yemekleri, ( Ramazandan önce tabii) ben böyle sosyetik menülerden anlamam.’
Hoşuma gidiyor, her türlü imkanı olmasına rağmen, hala mütevazı yaşamını sürdürüyor. İşte benim arkadaşım da böyle olur diyorum.
Sonra sohbet memleket meselelerine geliyor; ‘Bu kadar zaman, babanla birlikte sen de siyasetin içindesin, böyle dan, dan aklına geleni söyleyen dürüst bir insansın, taze kansın, gençsin, neden sen de siyasete girmiyorsun?’ diye soruyorum.
‘Ebru’ diyor; ‘siyasette önemli olan çok konuşmak değil, az konuşmaktır, susmaktır.’
‘ Sen her kameraya konuşan, her konuda halka açık olan bir siyasetçi gördün mü?’
‘ Benim gibi ateşli insanlar, siyasete uygun değil. Adı üstünde, ‘ siyaset’ yapacaksın.’
‘Ama sen meraklısın bu konulara, seni kadın kollarına alalım’
‘Aman sakın ha’ diye cevap veriyorum.
‘Sen benim bu halimle siyasetçi olduğumu nasıl düşünürsün, ben ağzıma geleni ölçmeden, tartmadan söyleyen duygusal biriyim.’
‘ Kulislerde konuşulanları köşemde yazdığımı düşünsene, muhtemelen 9 köyden kovulurum. Zaten bu dik başlılığım yüzünden, kimsenin adamı olamadım, ben yalnız kovboyum, ama kadın olanından!’
Sonra gülüyoruz ve yemeğimize devam ediyoruz….
Eve döndükten sonra düşünüyorum , Amerikan filmlerinde izleriz, duygusal konuşmalar yapan devlet başkanlarını.
Doğal olmak ve gerçekten inanarak insanlarla bir şeyler paylaşmak ne büyük mutluluktur.
İnandığın fikrin sonuna kadar arkasında durmak, susmamak, her zaman gerçekleri kendine düstur edinmek. Ne büyük güçtür aslında..
Benim lider adayım böyle biri olurdu her halde, konuşma metinlerini, kendisi hazırlayan, arada espriler yapan, ona inanan insanlarla, her şeyi açıkça paylaşan, susmayan ve onlar için bir şeyler yapan, siyaset yapmış olmak için değil, inandığı fikrin arkasında sonuna kadar durduğu için siyasetin içinde kalan.
Ve her zaman herkese verecek cevabı olan..