AKP iktidarının yanlışlar zinciri üzerine kurulu Suriye siyaseti nedeniyle Türkiye’nin çıkarları ciddi zarara uğradı: Şimdilik on milyarlarca dolar ve milyonlarca mülteci. Fatura henüz kapanmadı ve daha ne kadar bedel ödeyeceğiz belli değil.
AKP yönetimi yanlışlardan ders çıkaramıyor. Şimdi ülkenin Libya’da da benzer bir batağın içine sürüklenme ihtimal yüksek.
2011 Arap Baharı sırasında Libya’da Kaddafi rejimine karşı ayaklanma ve çatışmalar başladı. Batılı ülkeler BM Güvenlik Konseyinden askeri müdahale kararı çıkarttı. Gerekçe olarak Libya’ya insani yardım gönderileceği ileri sürüldü ve o nedenle Rusya veto etmedi.
Ancak NATO bayrağı altında Amerikan ve Fransız uçakları derhal rejim merkezlerine bomba yağdırmaya başlamadı ve ileri sürülen gerekçenin ikiyüzlü bir siyasetin bahanesi olduğu ortaya çıktı. Gerçek amaç Kaddafi rejimini devirmekten ibaretti. Beş ay süren harekât sırasında NATO hava unsurları, B-2 ağır bombardıman uçakları dahil, 14 000 sorti yaptı. Rejim yıkıldı, Kaddafi iki ay sonra yakalandı ve linç edildi.
Rejim devrildikten sonra Batılı ülkeler çekip gitti. Doğacak iktidar boşluğu nedeniyle kanlı bir iç savaşın başlayacağını öngörmek için uzman olmak gerekmiyordu. Batılı büyük devletlerin bunu öngörememiş olması mümkün değildi. Öyle oldu, dokuz yıldır süregelen savaşta Libya’da on binlerce insan katledildi, ülke büyük yıkıma uğradı. Libya ne zaman ve nasıl istikrara kavuşacak, henüz bilen yok.
Krizin başlangıcında ufak tefek bazı itirazlar dile getiren AKP iktidarı, hemen sonra NATO’ya tam destek verdi. Savaş gemileri ve denizaltı göndererek yıkıcı harekâta aktif şekilde katıldı. AKP hangi düşünceyle böyle yaptığını tam olarak açıklamadı. Ama belli ki, ‘hem sahada hem masada olalım’ saplantısı yine etkili olmuştu.
Aşiret bağları, etnik farklıklar, çiğ iktidar hırsı, kişisel vurgun ve zenginleşme arayışı, Kaddafi rejimine sadakat, radikal dinci ideoloji gibi değişik güdülerle hareket eden çok sayıda silahlı milis örgütü ve derme çatma ordular arasında bir türlü bitmeyen kanlı çatışmalar yaşandı. O arada seçimler, darbeler, başarısız darbe girişimleri, barış müzakereleri ve yürümeyen anlaşmalar yapıldı. Burada tüm bu ayrıntılara girmeyeceğiz.
Şimdi gelinen noktada başlıca iki güç odağı kalmış görünüyor. Fayez Saraç liderliğinde Milli Mutabakat Hükümeti, başkent Trablus ve civarında küçük bir alanı kontrol ediyor. En büyük destekçisi İhvan (Müslüman Kardeşler) ve başka radikal İslamcı gruplar.
Diğeri, doğuda General Halife Hifter liderliğinde Tobruk merkezli yönetim. Ülkenin büyük çoğunluğunu kontrol ediyor, Saraç yönetimini yıkıp Trablus’u ele geçirmeye çalışıyor ve askeri açıdan daha güçlü görünüyor. O nedenle ateşkes ve siyasi çözüm önerilerini reddediyor. Hifter, Trablus yönetimini destekleyenlerin terörist olduğunu ileri sürüyor, ama kendisi de benzer fanatik grupları kullanıyor. Kısmen Kaddafi ordusu artığı çapulculardan oluşan, yaygın şiddet ve yargısız infazlar uygulayan, diğerlerinden daha etkili görünse de askeri açıdan pek becerikli olmayan bir güce sahip. Amacı yeni Kaddafi olmak.
AKP iktidarı baştan beri, tamamen partizan bir şekilde Trablus’taki hizbi destekliyor. Türkiye ve dünya medyasında, AKP iktidarının Trablus’a askeri yardım gönderdiğine dair pek çok haber çıktı. AKP’nin bu partizan tutumunun, İhvan bağlantısı dışında makul bir açıklaması yok.
Bu arada bölge ülkeleriyle ilişkileri iyi yönetemeyen AKP iktidarı, son yıllarda hemen tüm komşularıyla kavgalı duruma düştü, yalnız kaldı. Hesapsız kavgalar sonunda hasım hale getirdiği ülkelerden bazıları birleşti ve Doğu Akdeniz’de güneyden Türkiye’yi kuşatma girişimine başladı. Mısır, Yunanistan, Kıbrıs Rumları ve İsrail denizdeki gaz ve petrol kaynaklarını Türkiye’yi dışlayacak şekilde kullanmayı amaçlayan anlaşmalar imzaladı.
Kuşatmayı kırmak isteyen AKP iktidarı da, Saraç yönetimiyle deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma yaptı (denizde Ekonomik Münhasır Alan sınırlarının belirlenmesi). Ardından, her an düşme riski yaşayan Saraç yönetimi yıkılıp anlaşma geçerliliğini kaybetmesin diye, öteden beri Trablus’a değişik şekillerde verdiği askeri desteği TBMM’den teskere geçirerek resmi hale getirdi ve artırdı.
Hiftar hizbine kaşı da, dış ilişkiler açısından yakışık almayan bir üslupta sürdürdüğü sözlü saldırıların dozunu yükseltti.
Evet, AKP’nin baştan beri yanlış kurgulanmış Libya ve bölge siyasetinin ülkeyi getirdiği noktada, Saraç yönetimiyle bu anlaşmayı yapmak, yapmamaktan elbette daha isabetli oldu. Yanlışlar silsilesi içinde atılan doğru bir adım oldu.
Ama Türkiye’nin çıkarlarını korumak için, bizi bu noktaya getiren gelişmeleri ve resmin tamamını doğru okumak gerekiyor.
Türkiye’nin Libya’yla kökleri çok eskilere uzanan son derece özel bağları var. Libya halkı arasında, Türkiye ve Türklere dönük pek az Arap ülkesinde görülen güçlü sıcak duygular mevcut. O nedenle Libya’da ve Türkiye’de hangi iktidar işbaşında olursa olsun, ikili ilişkiler hep kardeşlik duyguları içinde yürüdü. Türkiye’yi yönetenlerin her şeyden önce bu gerçeği iyi bilmesi gerekiyor.
Kaddafi veya başkası, Trablus’ta iktidarda kim olursa olsun, NATO’nun Libya’yı destabilize etmek için uyguladığı o korkunç bombardımana, nasıl olur da Türkiye destek verebilir? Daha ilk adımda yapılan bu büyük yanlışın elle tutulur tarafı yok. Türkiye kesinlikle o uğursuz eylemin dışında ve karşısında durmalıydı.
Daha sonra iç savaşa sürüklenen Libya’da, AKP iktidarının çatışan hiziplerden birini arkalaması, diğerini hasım görüp karşısına alması ikinci büyük yanlış oldu. Üstelik sadece ideolojik nedenlerden dolayı! Türkiye’ye düşen görev, iç savaşa sürüklenen kardeş Libya’da tüm taraflarla iyi ilişkiler ve diyalog içinde bulunmak, bir an önce uzlaşma ve barış sağlanmasına katkı yapmaktan başka bir şey olamazdı. Asla taraflardan birini militanca desteklemek olmamalıydı.
Libya’da yatıştırma ve ara bulma işlevini Türkiye’den daha iyi yapacak başka ülke yok. Ankara için Libya’da doğru siyaset izlemek, mesela daha karmaşık unsurlar içeren Suriye’ye göre daha kolaydı. Ne yazık ki olmadı!
Savaş sonunda kim iktidara gelirse gelsin, zaten Türkiye Libya’yla en kolay ve en iyi ilişkiler kuracak ülkelerin başında olacaktı.
AKP Libya krizinde burada önerdiğimiz benzeri bir sağduyu siyaseti izleseydi, şimdi sadece Saraç değil, hem Saraç hem Hifter yönetiminin desteğiyle aynı ‘deniz sınırlarını belirleme’ anlaşmasını yapabilirdi. Öylece bu anlaşmanın geçerliliğini kaybetme ihtimali en aza inmiş olacaktı.
Nitekim Rusya öyle yaptı. Hifter hizbine daha yakın dursa da, iki tarafla da ilişkisini sıcak tuttu. Bir süre önce, her iki tarafla ayrı ayrı petrol anlaşmaları imzaladı. Acı gerçek o ki, tarih ve coğrafya açısından Libya’da ağırlığı Türkiye’nin çok gerisinde olan Rusya şimdi, bizden çok daha avantajlı bir konum kazandı.
Türkiye’yi güneyden kuşatma girişimlerine gelince, orada belirleyici oyuncu Mısır. Bu ülkenin aktif desteği olmadan söz konusu kuşatma girişimleri, Mısır’ın coğrafi konumu nedeniyle asla söz konusu olamazdı. Aslında Libya’ya ilaveten, Türkiye-Mısır arasında da deniz sınırlarını belirleme anlaşması yapmak gerekiyor. Böyle bir anlaşma her iki ülkenin de çıkarına ve Libya anlaşmasından daha etkili sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.
Arap dünyasının ve Afrika’nın en büyük ülkesi Mısır’ın şimdi izlediği Türkiye karşıtı tutumunun tek bir nedeni var: AKP’nin Mısır’a karşı yürüttüğü ve Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen, tamamen ideolojik nedenlerden kaynaklanan husumet siyaseti.
AKP iktidarı Kahire yönetimine karşı dinmeyen bir öfke içinde. Gerekçe olarak Kahire’deki rejimin 2013’de darbeyle işbaşına gelmiş olmasını ileri sürüyorlar. Ama bu açıklamanın inandırıcılığı yok.
Dış ilişkilerde AKP’nin ‘darbeye karşı olmak’ gibi bir ilkeye sığınabilmesi mümkün değil. Mısır’ın güney komşusu Sudan’ı uzun yıllar boyunca, darbeyle iktidara gelmiş olan Albay Ömer Beşir yönetti. Geçen sene bir başka darbeyle devrildi. Afrika kıtasının en ünlü darbecisi Albay Beşir, AKP iktidarının canciğer kankası idi.
AKP’nin tek yönlü öfkesinin nedeni Mısır’da darbeyle devrilen iktidarın İhvancı, darbeyle iktidara gelen Albay Beşir’in İhvan yanlısı olması. Yani ideolojik saplantılar.
Ayrıca, tüm demokratik ülkelerin yaptığı gibi, hem darbelere karşı olmak hem başka ülkelerin iç işlerine karışmadan uluslararası ilişkileri sürdürmek elbet mümkün. Doğru olan ve Türkiye’nin çıkarlarının gereği de bu.
AKP’nin Mısır’a karşı yürüttüğü ideolojik temelli siyaset, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdi ve kuşatma girişimlerine yol açtı. Bu noktada, Yunanistan ve İsrail’le de bozulan ilişkilerin ayrıntısına girmeyelim. Ancak Mısır, Yunanistan ve İsrail ilişkileri muhakkak Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda düzeltilmeli.
AKP, tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de kendi kazdığı kuyuya düştü. Sağduyulu bir dış siyaset yürüten Türkiye’ye karşı, bölge ülkelerinin bir kuşatma girişiminde bulunması asla söz konusu olmazdı ve bugüne dek olmadı. Çünkü bu her şeyden önce o ülkelerin kendi çıkarlarına uygun değildir.
Libya’da iç savaş nasıl son bulacak henüz belli değil. AKP’nin partizanca desteklediği Saraç tarafının kazanması ve tüm Libya’yı kontrol edebilmesi çok zayıf olasılık. Hifter’in kazanması, mevcut kararsız denge ve kargaşanın uzun süre devam etmesi, iç savaşın yayılması, parçalanma, Fransa veya Rusya’yla ilişkiler bozulursa Ankara’nın Libya’da zor duruma düşmesi dahil değişik senaryolar ihtimal dahilinde. Bu senaryoların çoğunda AKP iktidarı Libya’da yeni bir batağa saplanabilir.
Umalım ki öyle olmasın. Ama AKP, kadim kardeşlik duyguları üzerine kurulu Türkiye-Libya ilişkilerini bozmayı başaran iktidar olarak tarihe geçebilir.
Mesela Yunanistan’ın Libya’da hemen hiçbir ağırlığı ve etkisi yok. Ama Hifter Libya yönetimini ele geçirirse, Yunan Başbakanı Miçotakis ile kol kola girip Türkiye karşıtı stratejik kurguları devreye sokabilirler. O takdirde bu vahim tablonun sorumlusu kim olacaktır?
Son olarak şu soruya cevap arayalım: Suriye, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Filistin, Mısır, Sudan, Libya dahil tüm örneklerde görüldüğü gibi, AKP niçin Ortadoğu siyasetini İhvan’a endeksli yürütüyor? AKP ideolojik anlamda İhvan’ın Türkiye kolu mu?
Benim cevabım kesin. Hayır, AKP ideolojik anlamda İhvan’ın Türkiye kolu filan değil. Ama İhvan’ın kötü bir kopyası. Bugüne dek pek çok olay gösterdi ki, İhvan’ı yeterince tanımıyor bile. Ama İhvan’ı bir enstrüman olarak kullanıp Ortadoğu’da hegemonya elde etmeye, İhvancılar üzerinden etkinlik sağlamaya çalışıyor. O çabasında şu ana kadar hep hüsrana uğradı ve muhtemelen uğramaya devam edecek. Ama o arada Türkiye’nin çıkarları zarar görüyor.
Müslüman Kardeşler, 1920’lerde Hasan el Benna liderliğinde Mısır’da kuruldu. O yıllarda İngiltere işgale son vermiş ve sözde bağımsız Mısır Krallığı kurulmuştu (Kral Faruk). Ama gerçekte işgal devam ediyor ve Mısır’ı İngilizler yönetiyordu. İhvan işte o ortamda doğdu. Benna’nın mücadelesi başka her şeyden önce İngiliz işgaline karşıydı. İhvan ve onun lideri için emperyalizme karşı durmak nutuk çekme konusu değil, günlük hayatın somut bir gerçeği idi. İhvan en az İslamcı olduğu kadar, milli ve emperyalizm karşıtı bir hareketti.
Bu özellikler İhvan’ın hücrelerine silinmez şekilde kayıtlıdır. O nedenle Müslüman Kardeşler Amerika’nın Suriye’ye müdahalesine sert şekilde karşı çıktı. Libya’nın bombalanmasına karşı çıktı.
AKP’yi bugün yönetenler, attıkları bütün Batı karşıtı nutuklara rağmen, Amerikan ordusuyla beraber Irak’ın işgaline katılmak istedi, tutturamadılar. Libya bombardımanında aktif olarak yer aldılar. Tomahawk füzeleriyle Suriye’nin yıkımını yeterli görmediler, Amerika’nın bütün gücüyle saldırması için Washington’a ikna seferleri düzenlediler.
Onlar olsa olsa İhvan’ın kötü bir kopyası olabilir.
AKP’nin Ortadoğu siyaseti üç ana unsur üzerine kurulu: İhvan’ı araç olarak kullanıp üstünlük sağlamak hevesi; bölge hakkında yetersiz kavrayış; içerik ve üslup olarak zayıf diplomasi.
Bu üç unsur, Türkiye’nin çıkarları için tehlikeli bir bileşim oluşturuyor.
">AKP iktidarının yanlışlar zinciri üzerine kurulu Suriye siyaseti nedeniyle Türkiye’nin çıkarları ciddi zarara uğradı: Şimdilik on milyarlarca dolar ve milyonlarca mülteci. Fatura henüz kapanmadı ve daha ne kadar bedel ödeyeceğiz belli değil.
AKP yönetimi yanlışlardan ders çıkaramıyor. Şimdi ülkenin Libya’da da benzer bir batağın içine sürüklenme ihtimal yüksek.
2011 Arap Baharı sırasında Libya’da Kaddafi rejimine karşı ayaklanma ve çatışmalar başladı. Batılı ülkeler BM Güvenlik Konseyinden askeri müdahale kararı çıkarttı. Gerekçe olarak Libya’ya insani yardım gönderileceği ileri sürüldü ve o nedenle Rusya veto etmedi.
Ancak NATO bayrağı altında Amerikan ve Fransız uçakları derhal rejim merkezlerine bomba yağdırmaya başlamadı ve ileri sürülen gerekçenin ikiyüzlü bir siyasetin bahanesi olduğu ortaya çıktı. Gerçek amaç Kaddafi rejimini devirmekten ibaretti. Beş ay süren harekât sırasında NATO hava unsurları, B-2 ağır bombardıman uçakları dahil, 14 000 sorti yaptı. Rejim yıkıldı, Kaddafi iki ay sonra yakalandı ve linç edildi.
Rejim devrildikten sonra Batılı ülkeler çekip gitti. Doğacak iktidar boşluğu nedeniyle kanlı bir iç savaşın başlayacağını öngörmek için uzman olmak gerekmiyordu. Batılı büyük devletlerin bunu öngörememiş olması mümkün değildi. Öyle oldu, dokuz yıldır süregelen savaşta Libya’da on binlerce insan katledildi, ülke büyük yıkıma uğradı. Libya ne zaman ve nasıl istikrara kavuşacak, henüz bilen yok.
Krizin başlangıcında ufak tefek bazı itirazlar dile getiren AKP iktidarı, hemen sonra NATO’ya tam destek verdi. Savaş gemileri ve denizaltı göndererek yıkıcı harekâta aktif şekilde katıldı. AKP hangi düşünceyle böyle yaptığını tam olarak açıklamadı. Ama belli ki, ‘hem sahada hem masada olalım’ saplantısı yine etkili olmuştu.
Aşiret bağları, etnik farklıklar, çiğ iktidar hırsı, kişisel vurgun ve zenginleşme arayışı, Kaddafi rejimine sadakat, radikal dinci ideoloji gibi değişik güdülerle hareket eden çok sayıda silahlı milis örgütü ve derme çatma ordular arasında bir türlü bitmeyen kanlı çatışmalar yaşandı. O arada seçimler, darbeler, başarısız darbe girişimleri, barış müzakereleri ve yürümeyen anlaşmalar yapıldı. Burada tüm bu ayrıntılara girmeyeceğiz.
Şimdi gelinen noktada başlıca iki güç odağı kalmış görünüyor. Fayez Saraç liderliğinde Milli Mutabakat Hükümeti, başkent Trablus ve civarında küçük bir alanı kontrol ediyor. En büyük destekçisi İhvan (Müslüman Kardeşler) ve başka radikal İslamcı gruplar.
Diğeri, doğuda General Halife Hifter liderliğinde Tobruk merkezli yönetim. Ülkenin büyük çoğunluğunu kontrol ediyor, Saraç yönetimini yıkıp Trablus’u ele geçirmeye çalışıyor ve askeri açıdan daha güçlü görünüyor. O nedenle ateşkes ve siyasi çözüm önerilerini reddediyor. Hifter, Trablus yönetimini destekleyenlerin terörist olduğunu ileri sürüyor, ama kendisi de benzer fanatik grupları kullanıyor. Kısmen Kaddafi ordusu artığı çapulculardan oluşan, yaygın şiddet ve yargısız infazlar uygulayan, diğerlerinden daha etkili görünse de askeri açıdan pek becerikli olmayan bir güce sahip. Amacı yeni Kaddafi olmak.
AKP iktidarı baştan beri, tamamen partizan bir şekilde Trablus’taki hizbi destekliyor. Türkiye ve dünya medyasında, AKP iktidarının Trablus’a askeri yardım gönderdiğine dair pek çok haber çıktı. AKP’nin bu partizan tutumunun, İhvan bağlantısı dışında makul bir açıklaması yok.
Bu arada bölge ülkeleriyle ilişkileri iyi yönetemeyen AKP iktidarı, son yıllarda hemen tüm komşularıyla kavgalı duruma düştü, yalnız kaldı. Hesapsız kavgalar sonunda hasım hale getirdiği ülkelerden bazıları birleşti ve Doğu Akdeniz’de güneyden Türkiye’yi kuşatma girişimine başladı. Mısır, Yunanistan, Kıbrıs Rumları ve İsrail denizdeki gaz ve petrol kaynaklarını Türkiye’yi dışlayacak şekilde kullanmayı amaçlayan anlaşmalar imzaladı.
Kuşatmayı kırmak isteyen AKP iktidarı da, Saraç yönetimiyle deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma yaptı (denizde Ekonomik Münhasır Alan sınırlarının belirlenmesi). Ardından, her an düşme riski yaşayan Saraç yönetimi yıkılıp anlaşma geçerliliğini kaybetmesin diye, öteden beri Trablus’a değişik şekillerde verdiği askeri desteği TBMM’den teskere geçirerek resmi hale getirdi ve artırdı.
Hiftar hizbine kaşı da, dış ilişkiler açısından yakışık almayan bir üslupta sürdürdüğü sözlü saldırıların dozunu yükseltti.
Evet, AKP’nin baştan beri yanlış kurgulanmış Libya ve bölge siyasetinin ülkeyi getirdiği noktada, Saraç yönetimiyle bu anlaşmayı yapmak, yapmamaktan elbette daha isabetli oldu. Yanlışlar silsilesi içinde atılan doğru bir adım oldu.
Ama Türkiye’nin çıkarlarını korumak için, bizi bu noktaya getiren gelişmeleri ve resmin tamamını doğru okumak gerekiyor.
Türkiye’nin Libya’yla kökleri çok eskilere uzanan son derece özel bağları var. Libya halkı arasında, Türkiye ve Türklere dönük pek az Arap ülkesinde görülen güçlü sıcak duygular mevcut. O nedenle Libya’da ve Türkiye’de hangi iktidar işbaşında olursa olsun, ikili ilişkiler hep kardeşlik duyguları içinde yürüdü. Türkiye’yi yönetenlerin her şeyden önce bu gerçeği iyi bilmesi gerekiyor.
Kaddafi veya başkası, Trablus’ta iktidarda kim olursa olsun, NATO’nun Libya’yı destabilize etmek için uyguladığı o korkunç bombardımana, nasıl olur da Türkiye destek verebilir? Daha ilk adımda yapılan bu büyük yanlışın elle tutulur tarafı yok. Türkiye kesinlikle o uğursuz eylemin dışında ve karşısında durmalıydı.
Daha sonra iç savaşa sürüklenen Libya’da, AKP iktidarının çatışan hiziplerden birini arkalaması, diğerini hasım görüp karşısına alması ikinci büyük yanlış oldu. Üstelik sadece ideolojik nedenlerden dolayı! Türkiye’ye düşen görev, iç savaşa sürüklenen kardeş Libya’da tüm taraflarla iyi ilişkiler ve diyalog içinde bulunmak, bir an önce uzlaşma ve barış sağlanmasına katkı yapmaktan başka bir şey olamazdı. Asla taraflardan birini militanca desteklemek olmamalıydı.
Libya’da yatıştırma ve ara bulma işlevini Türkiye’den daha iyi yapacak başka ülke yok. Ankara için Libya’da doğru siyaset izlemek, mesela daha karmaşık unsurlar içeren Suriye’ye göre daha kolaydı. Ne yazık ki olmadı!
Savaş sonunda kim iktidara gelirse gelsin, zaten Türkiye Libya’yla en kolay ve en iyi ilişkiler kuracak ülkelerin başında olacaktı.
AKP Libya krizinde burada önerdiğimiz benzeri bir sağduyu siyaseti izleseydi, şimdi sadece Saraç değil, hem Saraç hem Hifter yönetiminin desteğiyle aynı ‘deniz sınırlarını belirleme’ anlaşmasını yapabilirdi. Öylece bu anlaşmanın geçerliliğini kaybetme ihtimali en aza inmiş olacaktı.
Nitekim Rusya öyle yaptı. Hifter hizbine daha yakın dursa da, iki tarafla da ilişkisini sıcak tuttu. Bir süre önce, her iki tarafla ayrı ayrı petrol anlaşmaları imzaladı. Acı gerçek o ki, tarih ve coğrafya açısından Libya’da ağırlığı Türkiye’nin çok gerisinde olan Rusya şimdi, bizden çok daha avantajlı bir konum kazandı.
Türkiye’yi güneyden kuşatma girişimlerine gelince, orada belirleyici oyuncu Mısır. Bu ülkenin aktif desteği olmadan söz konusu kuşatma girişimleri, Mısır’ın coğrafi konumu nedeniyle asla söz konusu olamazdı. Aslında Libya’ya ilaveten, Türkiye-Mısır arasında da deniz sınırlarını belirleme anlaşması yapmak gerekiyor. Böyle bir anlaşma her iki ülkenin de çıkarına ve Libya anlaşmasından daha etkili sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.
Arap dünyasının ve Afrika’nın en büyük ülkesi Mısır’ın şimdi izlediği Türkiye karşıtı tutumunun tek bir nedeni var: AKP’nin Mısır’a karşı yürüttüğü ve Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen, tamamen ideolojik nedenlerden kaynaklanan husumet siyaseti.
AKP iktidarı Kahire yönetimine karşı dinmeyen bir öfke içinde. Gerekçe olarak Kahire’deki rejimin 2013’de darbeyle işbaşına gelmiş olmasını ileri sürüyorlar. Ama bu açıklamanın inandırıcılığı yok.
Dış ilişkilerde AKP’nin ‘darbeye karşı olmak’ gibi bir ilkeye sığınabilmesi mümkün değil. Mısır’ın güney komşusu Sudan’ı uzun yıllar boyunca, darbeyle iktidara gelmiş olan Albay Ömer Beşir yönetti. Geçen sene bir başka darbeyle devrildi. Afrika kıtasının en ünlü darbecisi Albay Beşir, AKP iktidarının canciğer kankası idi.
AKP’nin tek yönlü öfkesinin nedeni Mısır’da darbeyle devrilen iktidarın İhvancı, darbeyle iktidara gelen Albay Beşir’in İhvan yanlısı olması. Yani ideolojik saplantılar.
Ayrıca, tüm demokratik ülkelerin yaptığı gibi, hem darbelere karşı olmak hem başka ülkelerin iç işlerine karışmadan uluslararası ilişkileri sürdürmek elbet mümkün. Doğru olan ve Türkiye’nin çıkarlarının gereği de bu.
AKP’nin Mısır’a karşı yürüttüğü ideolojik temelli siyaset, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdi ve kuşatma girişimlerine yol açtı. Bu noktada, Yunanistan ve İsrail’le de bozulan ilişkilerin ayrıntısına girmeyelim. Ancak Mısır, Yunanistan ve İsrail ilişkileri muhakkak Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda düzeltilmeli.
AKP, tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de kendi kazdığı kuyuya düştü. Sağduyulu bir dış siyaset yürüten Türkiye’ye karşı, bölge ülkelerinin bir kuşatma girişiminde bulunması asla söz konusu olmazdı ve bugüne dek olmadı. Çünkü bu her şeyden önce o ülkelerin kendi çıkarlarına uygun değildir.
Libya’da iç savaş nasıl son bulacak henüz belli değil. AKP’nin partizanca desteklediği Saraç tarafının kazanması ve tüm Libya’yı kontrol edebilmesi çok zayıf olasılık. Hifter’in kazanması, mevcut kararsız denge ve kargaşanın uzun süre devam etmesi, iç savaşın yayılması, parçalanma, Fransa veya Rusya’yla ilişkiler bozulursa Ankara’nın Libya’da zor duruma düşmesi dahil değişik senaryolar ihtimal dahilinde. Bu senaryoların çoğunda AKP iktidarı Libya’da yeni bir batağa saplanabilir.
Umalım ki öyle olmasın. Ama AKP, kadim kardeşlik duyguları üzerine kurulu Türkiye-Libya ilişkilerini bozmayı başaran iktidar olarak tarihe geçebilir.
Mesela Yunanistan’ın Libya’da hemen hiçbir ağırlığı ve etkisi yok. Ama Hifter Libya yönetimini ele geçirirse, Yunan Başbakanı Miçotakis ile kol kola girip Türkiye karşıtı stratejik kurguları devreye sokabilirler. O takdirde bu vahim tablonun sorumlusu kim olacaktır?
Son olarak şu soruya cevap arayalım: Suriye, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Filistin, Mısır, Sudan, Libya dahil tüm örneklerde görüldüğü gibi, AKP niçin Ortadoğu siyasetini İhvan’a endeksli yürütüyor? AKP ideolojik anlamda İhvan’ın Türkiye kolu mu?
Benim cevabım kesin. Hayır, AKP ideolojik anlamda İhvan’ın Türkiye kolu filan değil. Ama İhvan’ın kötü bir kopyası. Bugüne dek pek çok olay gösterdi ki, İhvan’ı yeterince tanımıyor bile. Ama İhvan’ı bir enstrüman olarak kullanıp Ortadoğu’da hegemonya elde etmeye, İhvancılar üzerinden etkinlik sağlamaya çalışıyor. O çabasında şu ana kadar hep hüsrana uğradı ve muhtemelen uğramaya devam edecek. Ama o arada Türkiye’nin çıkarları zarar görüyor.
Müslüman Kardeşler, 1920’lerde Hasan el Benna liderliğinde Mısır’da kuruldu. O yıllarda İngiltere işgale son vermiş ve sözde bağımsız Mısır Krallığı kurulmuştu (Kral Faruk). Ama gerçekte işgal devam ediyor ve Mısır’ı İngilizler yönetiyordu. İhvan işte o ortamda doğdu. Benna’nın mücadelesi başka her şeyden önce İngiliz işgaline karşıydı. İhvan ve onun lideri için emperyalizme karşı durmak nutuk çekme konusu değil, günlük hayatın somut bir gerçeği idi. İhvan en az İslamcı olduğu kadar, milli ve emperyalizm karşıtı bir hareketti.
Bu özellikler İhvan’ın hücrelerine silinmez şekilde kayıtlıdır. O nedenle Müslüman Kardeşler Amerika’nın Suriye’ye müdahalesine sert şekilde karşı çıktı. Libya’nın bombalanmasına karşı çıktı.
AKP’yi bugün yönetenler, attıkları bütün Batı karşıtı nutuklara rağmen, Amerikan ordusuyla beraber Irak’ın işgaline katılmak istedi, tutturamadılar. Libya bombardımanında aktif olarak yer aldılar. Tomahawk füzeleriyle Suriye’nin yıkımını yeterli görmediler, Amerika’nın bütün gücüyle saldırması için Washington’a ikna seferleri düzenlediler.
Onlar olsa olsa İhvan’ın kötü bir kopyası olabilir.
AKP’nin Ortadoğu siyaseti üç ana unsur üzerine kurulu: İhvan’ı araç olarak kullanıp üstünlük sağlamak hevesi; bölge hakkında yetersiz kavrayış; içerik ve üslup olarak zayıf diplomasi.
Bu üç unsur, Türkiye’nin çıkarları için tehlikeli bir bileşim oluşturuyor.