Suriye’de HTŞ’nin 27 Kasım’da başlattığı harekat baş döndüren bir hızda ilerledi, Esed iktidarıyla beraber 61 yıllık Baas dönemi 11 günde tarih oldu.
Suriye Arap Ordusu başkent Şam dahil hiçbir yerde kayda değer tek bir savunma hattı kuramadı, ne denli çürüme içinde olduğu ortaya çıktı.
Suriye’de uzun süredir askeri güç bulunduran dört başkent arasında, HTŞ’ye destek veren ve Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) doğrudan denetimi altında tutan Ankara, bu gelişmelerde ‘baş oyuncu’ olarak öne çıktı.
Öyleyse Suriye’de Türkiye kazandı diyebilir, iyimser olabilir miyiz?
Cevabı önümüzdeki dönemde yaşanacak iki gelişme belirleyecek:
– Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması.
– İstikrarın sağlanması, Ankara’yla daha iyi işbirliği yapacak bir yönetimin işbaşına gelmesi ve böylece 4 ila 5 milyon arası göçmenin olabildiğince büyük kısmının geri dönmesi.
* * *
Bu iki hedef ne ölçüde gerçekleşir zaman gösterecek ama mevcut veriler çerçevesinde değerlendirmeler mümkün.
Suriye bölünürse, parçalar kolay bir şekilde büyük devletlerin etki ve av alanına girecek, her biri bunları kendi siyasetinin aracı olarak kullanacaktır. Bu gelişmeden en büyük zarar görecek ülke 900 km ortak sınıra sahip Türkiye’dir. İlaveten Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğü açısından riskleri artacaktır.
Suriye’nin bölünmesi ABD-İsrail ikilisinin açık hedefi. Şimdi bu desteğin uygulamaya geçmesi için şartlar olgunlaştı; Suriye’nin üç, belki dört parçaya bölünmesi artık neredeyse bir vakıa.
Birinci parçada, HTŞ’nin en azından Fırat’ın batısındaki geniş alanları yöneten güç olacağı belli. Bu noktada HTŞ’nin tek değil, El Kaide-IŞİD kökenli çok sayıda cihatçı selefi terör örgütünün oluşturduğu bir koalisyonun lideri olduğuna dikkat edelim.
İkinci parça olarak, Fırat’ın doğusundaki toprakların PKK-YPG liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yönetiminde kalacağı 27 Kasım öncesine kıyasla şimdi çok daha güçlü ihtimal.
ABD-İsrail ikilisi bu oluşumu günümüze dek açık destekledi. Fırat’ın batısına cihatçı selefi örgütlerin egemen olması, bu ikilinin gerekçelerini güçlendirecek. Trump’ın “Suriye’ye karışmayacağız” açıklaması, Fırat’ın doğusunda geçerli olmayabilir. Yeni başkanın çevresinin koyu İsrail yandaşlarıyla dolu olduğu da unutulmamalı.
Ankara’nın “SDG’nin isim değiştirmiş olması ve terörizmi benimsemiyoruz açıklaması gerçeği değiştirmez, onlar terör örgütüdür” tavrının uluslararası planda ikna gücü zayıflayacak, çünkü şimdi ortada aynı durumdaki HTŞ gerçekliği ve Ankara’nın onlara karşı olumlu tavrı var.
Moskova bugüne dek Ankara ve SDG arasında dürüst arabulucu konumunda idi. Ama Rusya’nın nihai bilançosu henüz belli olmayan büyük zarara uğraması, Moskova’yı da şimdi herhalde SDG’nin net destekçisi konumuna taşıyacak. Rusya’nın cihatçı selefi örgütlere hassasiyetini de dikkate almak gerekir.
Trump ve Putin’in yakın danışmanları arasında bir diyalog kanalı kurulduğunu ve Ukrayna konusunda ön mutabakatlar sağlandığını daha önce yazmıştık. Muhtemelen aynı kanaldan Fırat’ın doğusu için temaslar yürütülüyor olabilir.
Ankara’nın ‘baş oyuncu’ olduğu son gelişmelerin, Fırat’ın doğusunda İran’ı dahi SDG’ye daha yakın bir pozisyona getirmesi büyük sürpriz olmaz.
Hiç kimse Suriye nüfusunun %9’unu oluşturan Kürtler nasıl ülkenin bu kadar geniş bir bölgesini yönetebilir diye düşünmesin, örnek çok. Nüfusun %13’ini oluşturan Aleviler 61 yıl Suriye’nin tamamını yönetmedi mi?
Üçüncü parça büyük olasılıkla Şam’ın güneyindeki dağlık bölgeye el koyacak İsrail’e gidecek (Cebel Dürzi veya Dürzi Dağı). Böylece 1967’den beri Golan tepelerini elinde tutan İsrail, bu arazinin sınırlarını daha da ileriye taşımış olur.
Dürziler Suriye nüfusunun %3-4’ünü oluşturuyor, Şia İslamı’nın bir alt dalı, kendine özgü inanç ve ibadetlere sahip bir mezhep ve ağırlıklı olarak Dürzi Dağı bölgesinde yaşıyorlar. Tarihi hafızaları çektikleri zulümlerle dolu Dürziler, cihatçı selefi HTŞ yönetimi karşısında İsrail’in bölgeye girmesine herhalde büyük tepki göstermez.
İsrail’in gerekçe bulması kolay: HTŞ’ye karşı güvenlik önlemi olarak tampon bölge kuruyoruz. Golan tepeleri dahil İsrail’in işgal ettiği topraklardan çıkarılması artık daha uzak bir hayal.
Meselenin İsrail’in bu bölgeye girip girmeyeceği değil, yeni sınırlarını adım adım nereye kadar genişleteceği diye görülmesi daha gerçekçi olabilir.
Suriye’nin üç parçaya bölünmesi yüksek ihtimal; daha az olasılıkla dördüncü parça ise Tartus-Lazkiye bölgesinde Nusayri nüfusun yoğun yaşadığı ve Rus askeri üslerinin bulunduğu bölge olabilir. Rusya’nın da isteyeceği bu seçenek gerçekleşir mi, göreceğiz.
Peki, Ankara’nın ikinci temel hedefi olması gereken Suriye’de istikrar, yeni yönetimle iyi ilişkiler ve böylece göçmenlerin dönüşü gerçekleşir mi?
Bilinmeyen etmen çok, bekleyip göreceğiz.
Mesela HTŞ liderliğindeki koalisyonda çok sayıda cihatçı örgüt var, şimdi ortak düşman Esed ortadan kalkınca acaba neler yaşanacak?
Yakın geçmişteki benzer örnekler iyimser olmaya yardım etmiyor. Yabancı güçlerin dışardan askeri müdahalesi sonunda Libya, Afganistan, Somali’nin nasıl kargaşa ve kanlı hesaplaşmalar batağına saplandığı ortada.
İsrail temkinli bir memnuniyet içinde. Ancak ünlü Yahudi yorumcu Ben Caspit, İsrail güvenlik uzmanlarının çoğunun birleştiği bir hususa işaret ediyor: “Esed her ne kadar despot ve gaddar da olsa, iktidardan düşmesi, Suriye’nin tek adam tarafından yönetilen egemen bir devlet olduğu günleri özlemle aratacak gelişmelere yol açabilir”.
Umalım ki öyle olmasın.
Türkiye’nin hesaba katması gereken, muhtemelen dibe vuracak Rusya ve İran ilişkileri de var.
Rusya’nın büyük yatırım yaptığı Doğu Akdeniz’deki ağırlığı ve prestiji ciddi darbe aldı. Ukrayna’ya ilaveten muhtemelen Gürcistan’daki karışıklıklara yoğunlaşan Rus istihbaratı kötü sınav verdi, fena şekilde atladı.
Rusya’nın temkinli üslubu ile bilinen deneyimli Dışişleri Bakanı Lavrov şimdiden sert ifadelerle Ankara’yı eleştiriyor ki, henüz Rusya’nın Tartus-Lazkiye üslerinin akıbeti tam bilinmiyor ve orada Ankara’nın desteğine ihtiyaçları olmasına rağmen.
Rusya ve İran’ın elinde Türkiye’ye zarar verebilecek alet bol. Bunlardan sadece biri, PKK’ya hayal edemeyeceği ölçüde akıtabilecekleri destek. Silahlı silahsız hava araçları dahil İran’ın artık Suriye’ye gönderemeyeceği askeri malzemenin bir bölümü yön değiştirebilir mi?
* * *
Uzun Suriye sınırımız boyunca muhtemelen biri El Kaide-IŞİD kökenli, diğeri PKK kökenli örgütlerin yönettiği iki komşumuz olacak, bazı yerlerde tampon bölgeler oluşturulsa bile.
Son gelişmelerin ‘baş oyuncu’ Ankara’nın esasen, düğmeye basarken, yukarıda özetlediğimiz iki stratejik hedefi değerlendirerek karar vermesi gerekirdi. Değindiğimiz hususların hepsi 27 Kasım öncesinde biliniyordu.
Ancak nasıl hesaplar ve analizler yapıldı, hangi temel hedefler belirlendi, tam olarak bilmiyoruz.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyoruz, Fırat’ın doğusunda PKK bağlantılı yapıya asla izin vermeyeceğiz, Büyük İsrail’e şiddetle karşıyız diye demeçler vermek hiç zor değildir.
Ama iktidarlar için gerçek test uyguladıkları siyasetin sonuçlarıdır.
Kazananlar: Amerika, İsrail, HTŞ, SDG, PKK-YPG.
Kaybedenler: Esed, Rusya, İran, Hizbullah.
Suriye ve Türkiye’nin durumunu zaman gösterecek.
">Suriye’de HTŞ’nin 27 Kasım’da başlattığı harekat baş döndüren bir hızda ilerledi, Esed iktidarıyla beraber 61 yıllık Baas dönemi 11 günde tarih oldu.
Suriye Arap Ordusu başkent Şam dahil hiçbir yerde kayda değer tek bir savunma hattı kuramadı, ne denli çürüme içinde olduğu ortaya çıktı.
Suriye’de uzun süredir askeri güç bulunduran dört başkent arasında, HTŞ’ye destek veren ve Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) doğrudan denetimi altında tutan Ankara, bu gelişmelerde ‘baş oyuncu’ olarak öne çıktı.
Öyleyse Suriye’de Türkiye kazandı diyebilir, iyimser olabilir miyiz?
Cevabı önümüzdeki dönemde yaşanacak iki gelişme belirleyecek:
– Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması.
– İstikrarın sağlanması, Ankara’yla daha iyi işbirliği yapacak bir yönetimin işbaşına gelmesi ve böylece 4 ila 5 milyon arası göçmenin olabildiğince büyük kısmının geri dönmesi.
* * *
Bu iki hedef ne ölçüde gerçekleşir zaman gösterecek ama mevcut veriler çerçevesinde değerlendirmeler mümkün.
Suriye bölünürse, parçalar kolay bir şekilde büyük devletlerin etki ve av alanına girecek, her biri bunları kendi siyasetinin aracı olarak kullanacaktır. Bu gelişmeden en büyük zarar görecek ülke 900 km ortak sınıra sahip Türkiye’dir. İlaveten Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğü açısından riskleri artacaktır.
Suriye’nin bölünmesi ABD-İsrail ikilisinin açık hedefi. Şimdi bu desteğin uygulamaya geçmesi için şartlar olgunlaştı; Suriye’nin üç, belki dört parçaya bölünmesi artık neredeyse bir vakıa.
Birinci parçada, HTŞ’nin en azından Fırat’ın batısındaki geniş alanları yöneten güç olacağı belli. Bu noktada HTŞ’nin tek değil, El Kaide-IŞİD kökenli çok sayıda cihatçı selefi terör örgütünün oluşturduğu bir koalisyonun lideri olduğuna dikkat edelim.
İkinci parça olarak, Fırat’ın doğusundaki toprakların PKK-YPG liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yönetiminde kalacağı 27 Kasım öncesine kıyasla şimdi çok daha güçlü ihtimal.
ABD-İsrail ikilisi bu oluşumu günümüze dek açık destekledi. Fırat’ın batısına cihatçı selefi örgütlerin egemen olması, bu ikilinin gerekçelerini güçlendirecek. Trump’ın “Suriye’ye karışmayacağız” açıklaması, Fırat’ın doğusunda geçerli olmayabilir. Yeni başkanın çevresinin koyu İsrail yandaşlarıyla dolu olduğu da unutulmamalı.
Ankara’nın “SDG’nin isim değiştirmiş olması ve terörizmi benimsemiyoruz açıklaması gerçeği değiştirmez, onlar terör örgütüdür” tavrının uluslararası planda ikna gücü zayıflayacak, çünkü şimdi ortada aynı durumdaki HTŞ gerçekliği ve Ankara’nın onlara karşı olumlu tavrı var.
Moskova bugüne dek Ankara ve SDG arasında dürüst arabulucu konumunda idi. Ama Rusya’nın nihai bilançosu henüz belli olmayan büyük zarara uğraması, Moskova’yı da şimdi herhalde SDG’nin net destekçisi konumuna taşıyacak. Rusya’nın cihatçı selefi örgütlere hassasiyetini de dikkate almak gerekir.
Trump ve Putin’in yakın danışmanları arasında bir diyalog kanalı kurulduğunu ve Ukrayna konusunda ön mutabakatlar sağlandığını daha önce yazmıştık. Muhtemelen aynı kanaldan Fırat’ın doğusu için temaslar yürütülüyor olabilir.
Ankara’nın ‘baş oyuncu’ olduğu son gelişmelerin, Fırat’ın doğusunda İran’ı dahi SDG’ye daha yakın bir pozisyona getirmesi büyük sürpriz olmaz.
Hiç kimse Suriye nüfusunun %9’unu oluşturan Kürtler nasıl ülkenin bu kadar geniş bir bölgesini yönetebilir diye düşünmesin, örnek çok. Nüfusun %13’ini oluşturan Aleviler 61 yıl Suriye’nin tamamını yönetmedi mi?
Üçüncü parça büyük olasılıkla Şam’ın güneyindeki dağlık bölgeye el koyacak İsrail’e gidecek (Cebel Dürzi veya Dürzi Dağı). Böylece 1967’den beri Golan tepelerini elinde tutan İsrail, bu arazinin sınırlarını daha da ileriye taşımış olur.
Dürziler Suriye nüfusunun %3-4’ünü oluşturuyor, Şia İslamı’nın bir alt dalı, kendine özgü inanç ve ibadetlere sahip bir mezhep ve ağırlıklı olarak Dürzi Dağı bölgesinde yaşıyorlar. Tarihi hafızaları çektikleri zulümlerle dolu Dürziler, cihatçı selefi HTŞ yönetimi karşısında İsrail’in bölgeye girmesine herhalde büyük tepki göstermez.
İsrail’in gerekçe bulması kolay: HTŞ’ye karşı güvenlik önlemi olarak tampon bölge kuruyoruz. Golan tepeleri dahil İsrail’in işgal ettiği topraklardan çıkarılması artık daha uzak bir hayal.
Meselenin İsrail’in bu bölgeye girip girmeyeceği değil, yeni sınırlarını adım adım nereye kadar genişleteceği diye görülmesi daha gerçekçi olabilir.
Suriye’nin üç parçaya bölünmesi yüksek ihtimal; daha az olasılıkla dördüncü parça ise Tartus-Lazkiye bölgesinde Nusayri nüfusun yoğun yaşadığı ve Rus askeri üslerinin bulunduğu bölge olabilir. Rusya’nın da isteyeceği bu seçenek gerçekleşir mi, göreceğiz.
Peki, Ankara’nın ikinci temel hedefi olması gereken Suriye’de istikrar, yeni yönetimle iyi ilişkiler ve böylece göçmenlerin dönüşü gerçekleşir mi?
Bilinmeyen etmen çok, bekleyip göreceğiz.
Mesela HTŞ liderliğindeki koalisyonda çok sayıda cihatçı örgüt var, şimdi ortak düşman Esed ortadan kalkınca acaba neler yaşanacak?
Yakın geçmişteki benzer örnekler iyimser olmaya yardım etmiyor. Yabancı güçlerin dışardan askeri müdahalesi sonunda Libya, Afganistan, Somali’nin nasıl kargaşa ve kanlı hesaplaşmalar batağına saplandığı ortada.
İsrail temkinli bir memnuniyet içinde. Ancak ünlü Yahudi yorumcu Ben Caspit, İsrail güvenlik uzmanlarının çoğunun birleştiği bir hususa işaret ediyor: “Esed her ne kadar despot ve gaddar da olsa, iktidardan düşmesi, Suriye’nin tek adam tarafından yönetilen egemen bir devlet olduğu günleri özlemle aratacak gelişmelere yol açabilir”.
Umalım ki öyle olmasın.
Türkiye’nin hesaba katması gereken, muhtemelen dibe vuracak Rusya ve İran ilişkileri de var.
Rusya’nın büyük yatırım yaptığı Doğu Akdeniz’deki ağırlığı ve prestiji ciddi darbe aldı. Ukrayna’ya ilaveten muhtemelen Gürcistan’daki karışıklıklara yoğunlaşan Rus istihbaratı kötü sınav verdi, fena şekilde atladı.
Rusya’nın temkinli üslubu ile bilinen deneyimli Dışişleri Bakanı Lavrov şimdiden sert ifadelerle Ankara’yı eleştiriyor ki, henüz Rusya’nın Tartus-Lazkiye üslerinin akıbeti tam bilinmiyor ve orada Ankara’nın desteğine ihtiyaçları olmasına rağmen.
Rusya ve İran’ın elinde Türkiye’ye zarar verebilecek alet bol. Bunlardan sadece biri, PKK’ya hayal edemeyeceği ölçüde akıtabilecekleri destek. Silahlı silahsız hava araçları dahil İran’ın artık Suriye’ye gönderemeyeceği askeri malzemenin bir bölümü yön değiştirebilir mi?
* * *
Uzun Suriye sınırımız boyunca muhtemelen biri El Kaide-IŞİD kökenli, diğeri PKK kökenli örgütlerin yönettiği iki komşumuz olacak, bazı yerlerde tampon bölgeler oluşturulsa bile.
Son gelişmelerin ‘baş oyuncu’ Ankara’nın esasen, düğmeye basarken, yukarıda özetlediğimiz iki stratejik hedefi değerlendirerek karar vermesi gerekirdi. Değindiğimiz hususların hepsi 27 Kasım öncesinde biliniyordu.
Ancak nasıl hesaplar ve analizler yapıldı, hangi temel hedefler belirlendi, tam olarak bilmiyoruz.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyoruz, Fırat’ın doğusunda PKK bağlantılı yapıya asla izin vermeyeceğiz, Büyük İsrail’e şiddetle karşıyız diye demeçler vermek hiç zor değildir.
Ama iktidarlar için gerçek test uyguladıkları siyasetin sonuçlarıdır.
Kazananlar: Amerika, İsrail, HTŞ, SDG, PKK-YPG.
Kaybedenler: Esed, Rusya, İran, Hizbullah.
Suriye ve Türkiye’nin durumunu zaman gösterecek.