Diplomatik dilde “savunma”nın halkların bütçe kalemi içindeki adı, “silahlanma”dır.
Bilindiği gibi, silahlanma harcamalarının yanı sıra, askeri harcamalar silah artı kuvvetlerin ihtiyaçlarını, Milli Savunma ihtiyaçları ise askeri harcamalar artı konuyla ilgili sağlık ve sosyal giderleri de kapsar.
2011 yılında Dünya’daki askeri harcamalar 1,63 trilyon dolar olup, bir önceki yıla göre yüzde 50 artmıştır.
Silahlanma harcamalarınınsa % 41’ini ABD yapmaktadır. Bu ülkeyi, % 8,2 ile Çin, % 4,1 ile Rusya ve % 3,6’şar ile İngiltere ve Fransa izlemektedir.
Örneğin Ortadoğu’nun tümü 106,5 milyar dolar ile Dünya silah harcamasının % 7’sini yapmaktadır.
Seçimle gelen kimi hükümetler, bütçe dengeleri savıyla, eğitimde, sosyal güvenlikte kesintileri göze alabilirken, silah harcamaları, artmaya devam etmektedir.
Bu yönelim bir politikanın sonucu olduğu gibi, giderek kendisi bir politika haline gelmektedir.
O arada, ekonomik krizlerin bir çelişkisi ve çıktısı olarak, maden ve katı atık fiyat artışları, kimi yönetimlere, silah pazarını genişletme olanağı sunmaktadır.
Soğuk savaş sona erdi. Ancak, savunma sanayi harcamaları azalmadı, silahlanma harcamaları ise arttı.
Günde 2 doların altında milyarlarca insan yaşarken, kişi başına yılda 236 dolar silah harcaması düşmektedir.
Dünya silahlanma harcamasında 8 gün perhiz yapsa, 850 milyon insanın açlık sorunu ortadan kalkabilecektir.
Savaşlara engel olmak, sorunları sulh yoluyla çözmek amacıyla işlev gören BM’nin bütçesi bile, Dünya Silah Harcaması toplam büyüklüğünün yüzde 2’sinin altındadır. ( % 1,8)
Ne ilginçtir ki silah satışının % 85’ini Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ülkeler ile Almanya ve İtalya’dan oluşan 7’li bir takım yapmaktadır.
Öte yandan Global Barış Endeksi’ne göre “çatışmayı yöneten şirketler” (savunma şirketleri) küresel ekonominin % 4,4’üne sahiptirler.
Üstelik silaha ayrılan parayı salt bütçeden izlemek de mümkün değildir; örneğin ABD’nde nükleer silahlar için tahsis edilen 25 milyar dolar Enerji Bakanlığınca yönlendirilmektedir.
Boeing, EADS, Finmeccanica gibi kuruluşlar, ekonomik güç anlamında bir çok devleti sollar.
Peki hangi mantıksal gerekçelere dayanabilir bu işleyiş ve parametreleri nelerdir?
En başta silahlanma harcamasıyla belki güvenliğin ilgisi olsa da, barışın mutlak bağı yok.
İran’a yönelik nükleer silah denetimleri sonucunda herkes için daha güvenli bir bölge iklimi sağlanmış da değil.
Dünya’da her yıl bağıtlanan 45-60 milyar dolarlık silah satışının % 75’i kalkınmakta olan ülkelere yapılıyor.
Savunma sanayinde tasarruf yapmanın, işsizliğe yol açmadığı, tersine otomasyona dayalı bu sanayinin işsizliğe yol açtığı tartışılıyor.
Yüksek harcama yapanının “müttefikinin” yükünü azaltmadığı, tam tersine masraflarını artırdığı biliniyor.
Ve “paralel” silah pazarı, devrik rejimlerden ele geçirilen ya da stoklardan aşırılan silahların, despotları veya profesyonel çeteleri beslemesi, halkın üretim ve yaşam alanlarını daraltıyor.
Sorun, çok derinlerde ve disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınmayı gerektirmekte…
Fakat mevcut haliyle bile yapılabilecekler var:
Savunma bütçeleri gerçek tehdit algısına dayanmalı,
Savunma yapıları ve çalışmaları doğanın dengelerini gözetmeli,
Bütçeler mutlaka ve olabildiğince saydam olmalı,
Yasa- dışı silah alış-verişinin önü mutlaka kesilmeli,
Bu verili koşullarda “iyileştirme”dir…
Ancak, asıl hedef Yeni Bir Dünyanın Kurulması olmalıdır.
Bunu başaracak olan da, Dünya’nın elitleri değil halklarıdır.
Ve halkların içinde de, en çok emekçileridir, gerçek ve kalıcı bir barışı savunacak olan!..
Yeni bir BM anlayışı, yenilenen denetim düzenekleri, kirletenin ödemesi;
Savaşa değil sağlığa, nükleere değil temiz enerjiye, silaha değil eğitime, bütçe ayrılması;
İnsancıl ve sosyal bir dünyanın inşası için el ele verilmesi; işte bütün umut, budur…
">
Diplomatik dilde “savunma”nın halkların bütçe kalemi içindeki adı, “silahlanma”dır.
Bilindiği gibi, silahlanma harcamalarının yanı sıra, askeri harcamalar silah artı kuvvetlerin ihtiyaçlarını, Milli Savunma ihtiyaçları ise askeri harcamalar artı konuyla ilgili sağlık ve sosyal giderleri de kapsar.
2011 yılında Dünya’daki askeri harcamalar 1,63 trilyon dolar olup, bir önceki yıla göre yüzde 50 artmıştır.
Silahlanma harcamalarınınsa % 41’ini ABD yapmaktadır. Bu ülkeyi, % 8,2 ile Çin, % 4,1 ile Rusya ve % 3,6’şar ile İngiltere ve Fransa izlemektedir.
Örneğin Ortadoğu’nun tümü 106,5 milyar dolar ile Dünya silah harcamasının % 7’sini yapmaktadır.
Seçimle gelen kimi hükümetler, bütçe dengeleri savıyla, eğitimde, sosyal güvenlikte kesintileri göze alabilirken, silah harcamaları, artmaya devam etmektedir.
Bu yönelim bir politikanın sonucu olduğu gibi, giderek kendisi bir politika haline gelmektedir.
O arada, ekonomik krizlerin bir çelişkisi ve çıktısı olarak, maden ve katı atık fiyat artışları, kimi yönetimlere, silah pazarını genişletme olanağı sunmaktadır.
Soğuk savaş sona erdi. Ancak, savunma sanayi harcamaları azalmadı, silahlanma harcamaları ise arttı.
Günde 2 doların altında milyarlarca insan yaşarken, kişi başına yılda 236 dolar silah harcaması düşmektedir.
Dünya silahlanma harcamasında 8 gün perhiz yapsa, 850 milyon insanın açlık sorunu ortadan kalkabilecektir.
Savaşlara engel olmak, sorunları sulh yoluyla çözmek amacıyla işlev gören BM’nin bütçesi bile, Dünya Silah Harcaması toplam büyüklüğünün yüzde 2’sinin altındadır. ( % 1,8)
Ne ilginçtir ki silah satışının % 85’ini Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ülkeler ile Almanya ve İtalya’dan oluşan 7’li bir takım yapmaktadır.
Öte yandan Global Barış Endeksi’ne göre “çatışmayı yöneten şirketler” (savunma şirketleri) küresel ekonominin % 4,4’üne sahiptirler.
Üstelik silaha ayrılan parayı salt bütçeden izlemek de mümkün değildir; örneğin ABD’nde nükleer silahlar için tahsis edilen 25 milyar dolar Enerji Bakanlığınca yönlendirilmektedir.
Boeing, EADS, Finmeccanica gibi kuruluşlar, ekonomik güç anlamında bir çok devleti sollar.
Peki hangi mantıksal gerekçelere dayanabilir bu işleyiş ve parametreleri nelerdir?
En başta silahlanma harcamasıyla belki güvenliğin ilgisi olsa da, barışın mutlak bağı yok.
İran’a yönelik nükleer silah denetimleri sonucunda herkes için daha güvenli bir bölge iklimi sağlanmış da değil.
Dünya’da her yıl bağıtlanan 45-60 milyar dolarlık silah satışının % 75’i kalkınmakta olan ülkelere yapılıyor.
Savunma sanayinde tasarruf yapmanın, işsizliğe yol açmadığı, tersine otomasyona dayalı bu sanayinin işsizliğe yol açtığı tartışılıyor.
Yüksek harcama yapanının “müttefikinin” yükünü azaltmadığı, tam tersine masraflarını artırdığı biliniyor.
Ve “paralel” silah pazarı, devrik rejimlerden ele geçirilen ya da stoklardan aşırılan silahların, despotları veya profesyonel çeteleri beslemesi, halkın üretim ve yaşam alanlarını daraltıyor.
Sorun, çok derinlerde ve disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınmayı gerektirmekte…
Fakat mevcut haliyle bile yapılabilecekler var:
Savunma bütçeleri gerçek tehdit algısına dayanmalı,
Savunma yapıları ve çalışmaları doğanın dengelerini gözetmeli,
Bütçeler mutlaka ve olabildiğince saydam olmalı,
Yasa- dışı silah alış-verişinin önü mutlaka kesilmeli,
Bu verili koşullarda “iyileştirme”dir…
Ancak, asıl hedef Yeni Bir Dünyanın Kurulması olmalıdır.
Bunu başaracak olan da, Dünya’nın elitleri değil halklarıdır.
Ve halkların içinde de, en çok emekçileridir, gerçek ve kalıcı bir barışı savunacak olan!..
Yeni bir BM anlayışı, yenilenen denetim düzenekleri, kirletenin ödemesi;
Savaşa değil sağlığa, nükleere değil temiz enerjiye, silaha değil eğitime, bütçe ayrılması;
İnsancıl ve sosyal bir dünyanın inşası için el ele verilmesi; işte bütün umut, budur…