Atilla İlhan’da bu dünyadan göçtü. Hava sisli ve yağmurlu, vıcık vıcık bir rutubet. İnsanın içi daralıyor. Şairin dediği gibi “Elimden tut yoksa duşeceğim Yağmur beni götürecek yoksa beni’ Dünyanın başı felaketten kurtulmuyor. Tsunami ile başlayan zincir Pakistan depremi ile devam ediyor. Bu arada Katrina, Rita kasırgalarıda işin cabası. İnsan bazen düşünüyor. Gözu doymak bilmez insanoğlu yaşlı dünyamızdan çok ‘şey’ mi bekliyor. Sürekli olarak yaşadığımız doğal felaketler, dengesi ve ‘kafası’ bozulan toprak ananın infialimi acaba ? Yeryüzü bu kadar çok insanın varlığından yorgun mu düştü ? Görüyorsunuz değerli okurlar duygu yüklü bir şairin mısraları yağmur yüklü bulutlarla çakışınca kötümser duygulara kapılmamak elde değil. İsterseniz biz yinede iyimserliği elden bırakmıyalım, insanoğlunun makul tarafının sonunda galip gelip doğayı incitmeden ilerleme göstereceğine inancımızı sürdürelim. Ve bu haftaki analizimizde 3 Ekim Savaşlarının yorumuna devam edelim. Heyacanlı Savaşlar : Cumhuriyet’in 70 küsür yıllık tarihinde ilk defa egemenlik savaşı su yüzüne çıkmış bulunuyor. Söylem olarak genelde Baykal’ın konuşmalarında ‘vahded-i vücud’ bulan statükocu mentalite ciddi şekilde ‘challenge’ edilmiş durumda. Ve ne acı ki değişim ilacı 200 yüzyıl sonra yine Avrupa tarafından zorla boğazımızdan aşağı dökülüyor. Kontrolu elinde tutan azınlık ilk defa tek bir günah keçisi, tek bir hedef tahtası bulmakta zorlanıyor. AB kriterleri, Mustafa Kemal’in Fransız Devriminden esinlenerek adapte ettiği ve 23 Nisan Çocuk Bayramında öğrencilerin yürüyerek altından geçtiği taklarda yazılı ‘Egemenlik Ulusundur’ ifadesini, gerçekten ulusa mal etmekte. Statükocu elitlerin mücadeleyi kolay kolay bırakacağını sanmıyorum. Yassı Ada, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, medya, yargı vs gibi gizli ve açık silahların tüm gücü ile etkin bir şekilde kullanılacağını biliyorum ve bekliyorum. Ne yazık ki bu sefer elle tutulur somut bir düşman yok. Ortada koca bir Batı Avrupa var. Ve bu işin sonu bence karakolda bitmez. Sonunda CHP barajı geçemez ve siyasi partiler mezarlığında türbesini bulur. Büyük bir global sürpriz olmazsa ve AB, ABD, Çin ve Hindistan arasındaki tepişmede bir iş kazasına kurban gitmezse, ulusal egemenliğin ağır ağır Ankara’nın bozkır kokan koridorlarından İstanbul’un çamurlu varoşlarına doğru kaydığına şahit olacaksınız. Medyadaki, yargıdaki, bürokrasideki elitist kişi ve grupların kolay kolay teslim olacağını sanmayınız. Ulusal egemenlik çatışmalarının kıran kırana geçmesini bekleyiniz. Mevzuatla, hukuki süreçle, idari mahkemelerle, ‘kimin eli kimin cebinde’ belli olmayan medyatik manuplasyonlarla kanlı bir mücadele bekleyiniz. Hiç endişelenmeyin ( ya da üzgünüm ) zafer AB’yi arkasına almış çoğunluğun olacak. Çünkü ayrılık da sevdâya dahil Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili Bu haftaki yazıma Atilla İlhan’la başladım onunla bitirmek isterim. 12 Eylül öncesi üniversite yılları idi. Islak bir İstanbul akşamı arkadaş grubu ile Harbiye’de Yapı Merkezi salonunda Atilla İlhan’ın bir söyleşisine gitmiştik. Bildiğimiz moda postal/ parka, tanıdığımız ideoloji soldu. Yeni fikirlere kurumuş bir sünger kadar aç, eleştiriye dinamit lokumu kadar toktuk. Söyleşi sonrası Atilla İlhan’ın yanına gittim, o gün bize katılamayan bir bayan arkadaşım adına ‘Ben Sana Mecburum’ şiir kitabını imzalamasını rica ettim. Kitabı imzaladı gözlüklerinin ardından suratıma muzipce bakarak ‘ Bak bunlada bir sonuç alamazsan karışmam’ dedi. Bugün ve ebediyen kendisini o ‘Mahur’ şarkıdaki mısraları ile saygıyla anıyorum ; Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
">
Atilla İlhan’da bu dünyadan göçtü. Hava sisli ve yağmurlu, vıcık vıcık bir rutubet. İnsanın içi daralıyor. Şairin dediği gibi “Elimden tut yoksa duşeceğim Yağmur beni götürecek yoksa beni’ Dünyanın başı felaketten kurtulmuyor. Tsunami ile başlayan zincir Pakistan depremi ile devam ediyor. Bu arada Katrina, Rita kasırgalarıda işin cabası. İnsan bazen düşünüyor. Gözu doymak bilmez insanoğlu yaşlı dünyamızdan çok ‘şey’ mi bekliyor. Sürekli olarak yaşadığımız doğal felaketler, dengesi ve ‘kafası’ bozulan toprak ananın infialimi acaba ? Yeryüzü bu kadar çok insanın varlığından yorgun mu düştü ? Görüyorsunuz değerli okurlar duygu yüklü bir şairin mısraları yağmur yüklü bulutlarla çakışınca kötümser duygulara kapılmamak elde değil. İsterseniz biz yinede iyimserliği elden bırakmıyalım, insanoğlunun makul tarafının sonunda galip gelip doğayı incitmeden ilerleme göstereceğine inancımızı sürdürelim. Ve bu haftaki analizimizde 3 Ekim Savaşlarının yorumuna devam edelim. Heyacanlı Savaşlar : Cumhuriyet’in 70 küsür yıllık tarihinde ilk defa egemenlik savaşı su yüzüne çıkmış bulunuyor. Söylem olarak genelde Baykal’ın konuşmalarında ‘vahded-i vücud’ bulan statükocu mentalite ciddi şekilde ‘challenge’ edilmiş durumda. Ve ne acı ki değişim ilacı 200 yüzyıl sonra yine Avrupa tarafından zorla boğazımızdan aşağı dökülüyor. Kontrolu elinde tutan azınlık ilk defa tek bir günah keçisi, tek bir hedef tahtası bulmakta zorlanıyor. AB kriterleri, Mustafa Kemal’in Fransız Devriminden esinlenerek adapte ettiği ve 23 Nisan Çocuk Bayramında öğrencilerin yürüyerek altından geçtiği taklarda yazılı ‘Egemenlik Ulusundur’ ifadesini, gerçekten ulusa mal etmekte. Statükocu elitlerin mücadeleyi kolay kolay bırakacağını sanmıyorum. Yassı Ada, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, medya, yargı vs gibi gizli ve açık silahların tüm gücü ile etkin bir şekilde kullanılacağını biliyorum ve bekliyorum. Ne yazık ki bu sefer elle tutulur somut bir düşman yok. Ortada koca bir Batı Avrupa var. Ve bu işin sonu bence karakolda bitmez. Sonunda CHP barajı geçemez ve siyasi partiler mezarlığında türbesini bulur. Büyük bir global sürpriz olmazsa ve AB, ABD, Çin ve Hindistan arasındaki tepişmede bir iş kazasına kurban gitmezse, ulusal egemenliğin ağır ağır Ankara’nın bozkır kokan koridorlarından İstanbul’un çamurlu varoşlarına doğru kaydığına şahit olacaksınız. Medyadaki, yargıdaki, bürokrasideki elitist kişi ve grupların kolay kolay teslim olacağını sanmayınız. Ulusal egemenlik çatışmalarının kıran kırana geçmesini bekleyiniz. Mevzuatla, hukuki süreçle, idari mahkemelerle, ‘kimin eli kimin cebinde’ belli olmayan medyatik manuplasyonlarla kanlı bir mücadele bekleyiniz. Hiç endişelenmeyin ( ya da üzgünüm ) zafer AB’yi arkasına almış çoğunluğun olacak. Çünkü ayrılık da sevdâya dahil Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili Bu haftaki yazıma Atilla İlhan’la başladım onunla bitirmek isterim. 12 Eylül öncesi üniversite yılları idi. Islak bir İstanbul akşamı arkadaş grubu ile Harbiye’de Yapı Merkezi salonunda Atilla İlhan’ın bir söyleşisine gitmiştik. Bildiğimiz moda postal/ parka, tanıdığımız ideoloji soldu. Yeni fikirlere kurumuş bir sünger kadar aç, eleştiriye dinamit lokumu kadar toktuk. Söyleşi sonrası Atilla İlhan’ın yanına gittim, o gün bize katılamayan bir bayan arkadaşım adına ‘Ben Sana Mecburum’ şiir kitabını imzalamasını rica ettim. Kitabı imzaladı gözlüklerinin ardından suratıma muzipce bakarak ‘ Bak bunlada bir sonuç alamazsan karışmam’ dedi. Bugün ve ebediyen kendisini o ‘Mahur’ şarkıdaki mısraları ile saygıyla anıyorum ; Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız