Sezercikler, Sezarcıklar

Yılmaz Özdil’in konuyla ilgili usta yazısı gözüme çarptı, yine de yazmaktan vazgeçmedim:Sezercik...

R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Yılmaz Özdil’in konuyla ilgili usta yazısı gözüme çarptı, yine de yazmaktan vazgeçmedim:

Sezercik, bir dönemin “çocuk film yıldızı” beş yıl on ay hapis cezasına çarptırılmış.

Aslında, Sezercik’in bu "son öyküsünde" toplumsallığımızın dünü ve bugünü bir film şeridi gibi saklı.

Bizi 70’lere getiren yıllar…

Bugünlere göre çok daha mütevazi imkanlar; bununla birlikte akrabalık dayanışması, komşuluk ilişkileri, ‘mahallenin ruhu’ henüz yıpranmamış.

Elbette 'suç' ve 'suçlu' da bir yerlerde var ama adalete güven duygusu günümüzdeki kadar sarsılmamış; “imdat” diyene hemen herkes yardıma koşmaya hazır.

Öğretmenleri sövmeyen, doktorları dövmeyen, kadınları sokaklarda öldürmeyen, o arada, çarşıda pazarda, trafikte bir birine daha saygılı bir toplum...

-Sezercik’in beyazperdede göründüğü- Türkiye, köyden kente akan büyük bir hareketlilik içinde ve ama gecekondunun bir haysiyeti - villanın bir kariyeri vardı.

Elinde akıllı telefonu ile bayramlarda evlerinden “firar eden” değil, izlediği film ve konserle, okuduğu kitapla, aça muhtaca sahip çıkmasıyla ‘iftihar eden’ insanlar vardı.

Sezercik’in memleketi İstanbul’un caddeleri, şimdiki gibi ışıklı, dükkanları yabancı mallarla dolu değil ama bugünkü gibi adım başı dilenci, köşe bucak tinerci de yoktu.

O günlerde madde az, mana çoktu!

Peki ya Sezer'in “vahim” bir şekilde ceza-evine götürüldüğü günümüzün toplumu?..

Sinemacı bir aileden gelen, belirli bir çevre içinde ve belli imkanların vasatında yetişen bu genç adamı sadece kendi özelinde yaşadığı talihsizlikler mi böyle bir duruma taşıdı?

Yoksa bu talihsizleri de tetikleyen ve bir çoğumuzu etkileyen genel bir yozlaşma mıdır asıl etken olan!

Günümüzde ekmeklerin bozulduğu, emeğin değersizleştirildiği, bilimin bir kenara itildiği, öte yanda, rüşvetin, torpilin, adam kayırmanın neredeyse her işimize tasallut ettiği bir "yaşantımız" var.

Televizyon dizilerinden pespayelik akıyor. “70’liklerin” de yer aldığı “evlendirme programları” yayınlanıyor.

Gerçek sevgi terk etmiş bizleri, şiddet her yanımızda kol geziyor!

Zayıfı ezen, zalimin önünde ezilen insanlar haline getirildik adeta;

“Kır şişeyi dön köşeyi” anlayışı en olumsuz örnekleriyle sergileniyor.

Oysa bir zamanlar o içten, saf, özverili halleriyle Sezercikler birer “Aslan Parçası”ydılar...

Şimdilerde ise şöhreti, parayı, makamı, unvanı “her ne pahasına olursa olsun” ele geçiren Sezarcıklar var.

Eminim, o "Sezarcıklar" evlatlarını da "kendileri gibi" yetiştiriyordur:

“Vur oğlum, acıma…”… “Marka giy kızım, aldırma…”

Sosyalliğimiz erozyona uğradı, kitlesel travmalar, ailesel dramlar ve bireysel yıkımlarla yaşıyoruz, çağımızı…

İşte bu devranda Sezerciklere yer yok, Sezarcıklara ise rağbet çok!

Sezer İnanoğlu’nun öyküsü asla sıradan bir öykü değildir. Ve asla bireysel olarak şekillenmemiş ve toplumsal koşullardan bağımsız olarak oluşmamıştır.

Hepimiz birer Sezer miyiz, Sezar mıyız gerçek soru(n) budur!

Ruhumuz, bilincimiz, eğitimimiz, çocuklarımızı yetiştirme şeklimiz, hangi ağırlıkta ve nerede durmaktadır?

Ve asıl soru şudur; işleyen sistemi ve geçerli dinamikleri itibariyle bu toplum; 

gerçek anlamda hangisini ödüllendirmekte, hangisini cezalandırmaktadır?

">

Yılmaz Özdil’in konuyla ilgili usta yazısı gözüme çarptı, yine de yazmaktan vazgeçmedim:

Sezercik, bir dönemin “çocuk film yıldızı” beş yıl on ay hapis cezasına çarptırılmış.

Aslında, Sezercik’in bu "son öyküsünde" toplumsallığımızın dünü ve bugünü bir film şeridi gibi saklı.

Bizi 70’lere getiren yıllar…

Bugünlere göre çok daha mütevazi imkanlar; bununla birlikte akrabalık dayanışması, komşuluk ilişkileri, ‘mahallenin ruhu’ henüz yıpranmamış.

Elbette 'suç' ve 'suçlu' da bir yerlerde var ama adalete güven duygusu günümüzdeki kadar sarsılmamış; “imdat” diyene hemen herkes yardıma koşmaya hazır.

Öğretmenleri sövmeyen, doktorları dövmeyen, kadınları sokaklarda öldürmeyen, o arada, çarşıda pazarda, trafikte bir birine daha saygılı bir toplum...

-Sezercik’in beyazperdede göründüğü- Türkiye, köyden kente akan büyük bir hareketlilik içinde ve ama gecekondunun bir haysiyeti - villanın bir kariyeri vardı.

Elinde akıllı telefonu ile bayramlarda evlerinden “firar eden” değil, izlediği film ve konserle, okuduğu kitapla, aça muhtaca sahip çıkmasıyla ‘iftihar eden’ insanlar vardı.

Sezercik’in memleketi İstanbul’un caddeleri, şimdiki gibi ışıklı, dükkanları yabancı mallarla dolu değil ama bugünkü gibi adım başı dilenci, köşe bucak tinerci de yoktu.

O günlerde madde az, mana çoktu!

Peki ya Sezer'in “vahim” bir şekilde ceza-evine götürüldüğü günümüzün toplumu?..

Sinemacı bir aileden gelen, belirli bir çevre içinde ve belli imkanların vasatında yetişen bu genç adamı sadece kendi özelinde yaşadığı talihsizlikler mi böyle bir duruma taşıdı?

Yoksa bu talihsizleri de tetikleyen ve bir çoğumuzu etkileyen genel bir yozlaşma mıdır asıl etken olan!

Günümüzde ekmeklerin bozulduğu, emeğin değersizleştirildiği, bilimin bir kenara itildiği, öte yanda, rüşvetin, torpilin, adam kayırmanın neredeyse her işimize tasallut ettiği bir "yaşantımız" var.

Televizyon dizilerinden pespayelik akıyor. “70’liklerin” de yer aldığı “evlendirme programları” yayınlanıyor.

Gerçek sevgi terk etmiş bizleri, şiddet her yanımızda kol geziyor!

Zayıfı ezen, zalimin önünde ezilen insanlar haline getirildik adeta;

“Kır şişeyi dön köşeyi” anlayışı en olumsuz örnekleriyle sergileniyor.

Oysa bir zamanlar o içten, saf, özverili halleriyle Sezercikler birer “Aslan Parçası”ydılar...

Şimdilerde ise şöhreti, parayı, makamı, unvanı “her ne pahasına olursa olsun” ele geçiren Sezarcıklar var.

Eminim, o "Sezarcıklar" evlatlarını da "kendileri gibi" yetiştiriyordur:

“Vur oğlum, acıma…”… “Marka giy kızım, aldırma…”

Sosyalliğimiz erozyona uğradı, kitlesel travmalar, ailesel dramlar ve bireysel yıkımlarla yaşıyoruz, çağımızı…

İşte bu devranda Sezerciklere yer yok, Sezarcıklara ise rağbet çok!

Sezer İnanoğlu’nun öyküsü asla sıradan bir öykü değildir. Ve asla bireysel olarak şekillenmemiş ve toplumsal koşullardan bağımsız olarak oluşmamıştır.

Hepimiz birer Sezer miyiz, Sezar mıyız gerçek soru(n) budur!

Ruhumuz, bilincimiz, eğitimimiz, çocuklarımızı yetiştirme şeklimiz, hangi ağırlıkta ve nerede durmaktadır?

Ve asıl soru şudur; işleyen sistemi ve geçerli dinamikleri itibariyle bu toplum; 

gerçek anlamda hangisini ödüllendirmekte, hangisini cezalandırmaktadır?

Tüm yazılarını göster