Ülkemizde bazı kesimlerin Atatürk’ün dindar olmasından çok rahatsız.
Din tüccarları “Atatürk dindar” demezken, aklı sıra Atatürk’ü içki bardağında arayanlar da dinsiz olmasını istemektedirler.
İnsanlara suni gündemler oluşturmak, toplumu ayrıştırmak adına “şeriat”, “laiklik” tartışmalarını her fırsatta alevlendirmek için ortam sağlamaya çalışanlar olduğu aşikârdır.
Atamızı gerçek kimliğinden, yani 57 yıl yaşayan Atatürk’ü çerçevesinden çıkarıp farklı, farklı kimliklere sokmaya çalışan zihniyetler, Atatürk’ün Müslüman&Türk milletine hizmet etmekten farklı bir hayatının olmadığını idrak etmelidirler.
Olayı 2 boyutu ile ele alacak olursak;
Atatürk, akıllarını kiraya verip kime hizmet ettikleri belli olmayan bazı çevrelerin ortaya koyduğu gibi din düşmanı falan değildir. Aksine gayet dindar, dine hizmet eden, hak yemeyen lakin dini kullanmaya çalışanlarında karşısında dimdik duran, ömrünü vatanına milletine adayan dünyanın saygısını, Türk milletinin sevgisini kazanmış büyük bir liderdir. Madalyonun bir tarafında böyle iken, diğer tarafında, Atatürk, kendisini koyu Atatürkçü olarak lanse eden birilerinin de içki bardağı paylaşarak üstüne “Yaşasın Cumhuriyet” yazmak sureti ile ortaya koyduğu gibide değildir.
Bu zihniyetlerinde Atatürk’ün dini kimliğinden rahatsız olduğu ve illa Atatürk’ü zorlama din düşmanı yapmaya çalıştıkları da gözümüzden kaçmıyor.
İşin ilginç tarafı da farklı düşündüklerini sanan iki zihniyette ayrı ayrı yollardan aynı şeyi söylediklerinin de farkında değiller.
Bu zihniyetler, yıllardır toplumu kutuplaşmaya sevk etmeye çalışan zeminler olmuştur. Lakin “Yaşayan Atatürk” yani hiçbir helali haram, hiçbir haramı helal yapmayan dindar Atatürk, toplumu bir, beraber kardeşçe yaşatmaya muktedirdir. Atatürk’ü bir yerlere çekmeye çalışmak da beyhudedir.
Toplumu bir ve beraber yapan yapı taşı da Atatürk’ün Türk milletine yüklediği aidiyet ruhudur. Bu ruh milletimizi tek bilek, tek yürek yapan, birlik beraberliğimizi sağlayan olgudur.
Çanakkale Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni… Hep beraber verdik. Ülkemizi beraber inşa ettik. 85 Milyon birdir, beraberdir, kardeştir. Bu kardeşliği Atatürk sağlamıştır.
Bizde toplum olarak, yapıcı bir dille, ortak bir akılla, olgun yaklaşımlarla bu birlikteliği ve kardeşliği bozmadan devam ettirmek zorundayız. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici girişimlere de fırsat vermememiz gerekir.
Buradan hareketle şeriat, laiklik tartışmaları da “havanda su dövmek” ibaresi kadar ciddiye alınmayacak bir meseledir. Çıkar gruplarının menfaat sağlamak amacıyla ortaya attıkları boş tartışmalardır.
İki kavramı da ele alacak olursak;
Allah, Kur’an-ı ile Şeriat’ı 1411 yıl önce getirmiş, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’sı aracılığı ile de insanlığa tebliğ etmiştir.
Şeriatın gelmesinden 1327 yıl sonrada ülkemizde 1937 yılında Laiklik ilkesi Atatürk tarafından ilan edilmiştir.
Şeriat, Allah’ın emirleri iken, Laiklik kul tarafından ortaya atılmış ve uygulanması sağlanmaya çalışılmış bir kavramdır. Hadis de değildir. İkisini aynı kefeye koyup kıyaslamak, hele de biraz dini bilgisi olan bir kişinin kıyaslaması cehaletin üst segmentidir.
Bu kadar büyük başarılara imza atan, vatanı kurtaran, “Müslüman hür yaşasın” diye mücadele veren, zeki, akıllı, dindar, deha bir lider olan Atatürk, kafayı mı yedi ki Laiklik ilkesini din düşmanları türesin diye ilan etti!
Veya Atatürk’ün hiç işi yoktu da “Özgürce dinini yaşasın” diye düşmandan kurtardığı Müslüman&Türk milletini bir kavram ortaya atayım da dininden soğutayım..! Böyle bir şeyi havsalanız alıyor mu?
Ha sen kalk düşmanı yurttan temizle, hayatını Müslüman&Türk milletine ada. Müslüman&Türk milleti için hayatını hiçe say, namusunu kurtar. Sonra ardından Müslüman&Türk’ü bitirmeye çalış!
Allah’ın bir kulu olan Mustafa Kemal Atatürk dindar bir kişiliğe sahip, Allah korkusu olduğundan şeriatı teminat altına almak istediği için laikliği ilan etmiştir.
Atatürk’ün ilan ettiği laiklik, dinin ve dindarın teminatıdır. Dinin doya doya özgürce yaşanması yani Allah’ın Peygamberi aracılığı ile insanlığa getirdiği şeriatı teminat altına almak, Allah’ın kelamlarını herkes kafasına göre kullanmasın, Kur’an’da ne yazıyorsa o yaşansın diye ilan edilmiştir. Sonradan ortaya atılan fikirler şahısların çıkar, menfaat çelişkisidir.
“Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyen zihniyetlerin oyunlarını Prof.Dr. Haydar Baş “Şeriat gelmez, yaşanır” gerçeğini ortaya koyarak bozmuştur.
Dinin Kur’an üzre yaşandığı her yerde şeriat vardır. Seccadeyi serdin “Allah’u ekber” dedin. İşte şeriat gelmiştir.
“Niyet ettim bugünkü orucumu tutmaya” dedin. İşte şeriat gelmiştir.
Allah’ın emirlerine ve hayatı Kur’an üzre olan Peygamberimizin yaşantısına şeriat denir.
Allah’ın kelamlarını Atatürk, Elmalılı Hamdi’ye Türkçe’ye çevirttirmiştir. Kafanıza takılan her ne varsa Kur’ân-ı açın, bakın doğrusunu kendi gözünüzle görün ve ona göre karar verin.
Buradan hareketle “Şeriatı getirelim” diye çığırtkanlık yapanlara şeriatı Allah’ın getirdiğini hatırlatırım. Hepimize düşen asli görev birlik beraberlik içinde doğru, dürüstçe yaşamaya çalışmaktır. Vatanımız ve milletimiz üzerinde hesabı olanlara karşı kartopu gibi olmaktan başkada çaremiz yoktur.
">
Ülkemizde bazı kesimlerin Atatürk’ün dindar olmasından çok rahatsız.
Din tüccarları “Atatürk dindar” demezken, aklı sıra Atatürk’ü içki bardağında arayanlar da dinsiz olmasını istemektedirler.
İnsanlara suni gündemler oluşturmak, toplumu ayrıştırmak adına “şeriat”, “laiklik” tartışmalarını her fırsatta alevlendirmek için ortam sağlamaya çalışanlar olduğu aşikârdır.
Atamızı gerçek kimliğinden, yani 57 yıl yaşayan Atatürk’ü çerçevesinden çıkarıp farklı, farklı kimliklere sokmaya çalışan zihniyetler, Atatürk’ün Müslüman&Türk milletine hizmet etmekten farklı bir hayatının olmadığını idrak etmelidirler.
Olayı 2 boyutu ile ele alacak olursak;
Atatürk, akıllarını kiraya verip kime hizmet ettikleri belli olmayan bazı çevrelerin ortaya koyduğu gibi din düşmanı falan değildir. Aksine gayet dindar, dine hizmet eden, hak yemeyen lakin dini kullanmaya çalışanlarında karşısında dimdik duran, ömrünü vatanına milletine adayan dünyanın saygısını, Türk milletinin sevgisini kazanmış büyük bir liderdir. Madalyonun bir tarafında böyle iken, diğer tarafında, Atatürk, kendisini koyu Atatürkçü olarak lanse eden birilerinin de içki bardağı paylaşarak üstüne “Yaşasın Cumhuriyet” yazmak sureti ile ortaya koyduğu gibide değildir.
Bu zihniyetlerinde Atatürk’ün dini kimliğinden rahatsız olduğu ve illa Atatürk’ü zorlama din düşmanı yapmaya çalıştıkları da gözümüzden kaçmıyor.
İşin ilginç tarafı da farklı düşündüklerini sanan iki zihniyette ayrı ayrı yollardan aynı şeyi söylediklerinin de farkında değiller.
Bu zihniyetler, yıllardır toplumu kutuplaşmaya sevk etmeye çalışan zeminler olmuştur. Lakin “Yaşayan Atatürk” yani hiçbir helali haram, hiçbir haramı helal yapmayan dindar Atatürk, toplumu bir, beraber kardeşçe yaşatmaya muktedirdir. Atatürk’ü bir yerlere çekmeye çalışmak da beyhudedir.
Toplumu bir ve beraber yapan yapı taşı da Atatürk’ün Türk milletine yüklediği aidiyet ruhudur. Bu ruh milletimizi tek bilek, tek yürek yapan, birlik beraberliğimizi sağlayan olgudur.
Çanakkale Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni… Hep beraber verdik. Ülkemizi beraber inşa ettik. 85 Milyon birdir, beraberdir, kardeştir. Bu kardeşliği Atatürk sağlamıştır.
Bizde toplum olarak, yapıcı bir dille, ortak bir akılla, olgun yaklaşımlarla bu birlikteliği ve kardeşliği bozmadan devam ettirmek zorundayız. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici girişimlere de fırsat vermememiz gerekir.
Buradan hareketle şeriat, laiklik tartışmaları da “havanda su dövmek” ibaresi kadar ciddiye alınmayacak bir meseledir. Çıkar gruplarının menfaat sağlamak amacıyla ortaya attıkları boş tartışmalardır.
İki kavramı da ele alacak olursak;
Allah, Kur’an-ı ile Şeriat’ı 1411 yıl önce getirmiş, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’sı aracılığı ile de insanlığa tebliğ etmiştir.
Şeriatın gelmesinden 1327 yıl sonrada ülkemizde 1937 yılında Laiklik ilkesi Atatürk tarafından ilan edilmiştir.
Şeriat, Allah’ın emirleri iken, Laiklik kul tarafından ortaya atılmış ve uygulanması sağlanmaya çalışılmış bir kavramdır. Hadis de değildir. İkisini aynı kefeye koyup kıyaslamak, hele de biraz dini bilgisi olan bir kişinin kıyaslaması cehaletin üst segmentidir.
Bu kadar büyük başarılara imza atan, vatanı kurtaran, “Müslüman hür yaşasın” diye mücadele veren, zeki, akıllı, dindar, deha bir lider olan Atatürk, kafayı mı yedi ki Laiklik ilkesini din düşmanları türesin diye ilan etti!
Veya Atatürk’ün hiç işi yoktu da “Özgürce dinini yaşasın” diye düşmandan kurtardığı Müslüman&Türk milletini bir kavram ortaya atayım da dininden soğutayım..! Böyle bir şeyi havsalanız alıyor mu?
Ha sen kalk düşmanı yurttan temizle, hayatını Müslüman&Türk milletine ada. Müslüman&Türk milleti için hayatını hiçe say, namusunu kurtar. Sonra ardından Müslüman&Türk’ü bitirmeye çalış!
Allah’ın bir kulu olan Mustafa Kemal Atatürk dindar bir kişiliğe sahip, Allah korkusu olduğundan şeriatı teminat altına almak istediği için laikliği ilan etmiştir.
Atatürk’ün ilan ettiği laiklik, dinin ve dindarın teminatıdır. Dinin doya doya özgürce yaşanması yani Allah’ın Peygamberi aracılığı ile insanlığa getirdiği şeriatı teminat altına almak, Allah’ın kelamlarını herkes kafasına göre kullanmasın, Kur’an’da ne yazıyorsa o yaşansın diye ilan edilmiştir. Sonradan ortaya atılan fikirler şahısların çıkar, menfaat çelişkisidir.
“Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyen zihniyetlerin oyunlarını Prof.Dr. Haydar Baş “Şeriat gelmez, yaşanır” gerçeğini ortaya koyarak bozmuştur.
Dinin Kur’an üzre yaşandığı her yerde şeriat vardır. Seccadeyi serdin “Allah’u ekber” dedin. İşte şeriat gelmiştir.
“Niyet ettim bugünkü orucumu tutmaya” dedin. İşte şeriat gelmiştir.
Allah’ın emirlerine ve hayatı Kur’an üzre olan Peygamberimizin yaşantısına şeriat denir.
Allah’ın kelamlarını Atatürk, Elmalılı Hamdi’ye Türkçe’ye çevirttirmiştir. Kafanıza takılan her ne varsa Kur’ân-ı açın, bakın doğrusunu kendi gözünüzle görün ve ona göre karar verin.
Buradan hareketle “Şeriatı getirelim” diye çığırtkanlık yapanlara şeriatı Allah’ın getirdiğini hatırlatırım. Hepimize düşen asli görev birlik beraberlik içinde doğru, dürüstçe yaşamaya çalışmaktır. Vatanımız ve milletimiz üzerinde hesabı olanlara karşı kartopu gibi olmaktan başkada çaremiz yoktur.