Türkiye 14 Mayıs’ta -Cumhuriyet’in 100. yılında- Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimine gidiyor…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ve oy barajları gereği seçmen, “İttifaklar” ekseninde oy kullanacak.
Yapılan kimi araştırmalara göre seçime iki ay kala, % 14 “kararsız”, % 10 “sandığa gitmemekte kararlı” seçmen kitlesinden söz ediliyor.
Öte yandan, temsilde adalet, partilere Hazine yardımı, siyasetin finansmanı, medyadan hakça yararlanma gibi konularda ciddi tartışmalar var, dahası Türkiye bir büyük deprem yıkımı ve ekonomik zorluk tablosunu deneyimliyor. Tüm bu koşullar katılımı ve seçimin sonuçlarını etkileyecektir diyelim ve devam edelim…
SORUNLARLA YÜZLEŞMEK
Bu yazımda siyasal bir davranış olarak “seçmek” edimi/ fiili üzerinde duracağım… Herhangi bir seçimde aslında siyasi partilere veya liderlere oy vermeden önce toplum ve birey olarak gerçek seçimlerimizin dayanakları üzerinde duracağım.
Eğer bu konuda “durup düşünme” olanağını kendimizden esirgersek, muhtemelen seçimlerimizi, ağır medya bombardımanı ve anket yönlendirmeleri altında yapabiliriz.
Özcesi, ezberciliğe prim verirsek, sorunlarımızı bir sonraki seçime ihale etmiş oluruz…
AYDININ GÖREVİ “DÜŞÜNMEYE” DAVETTİR
Sosyal kalkınma açısından doğrusal bir çizgi izlemeyen ve üzerine göç dalgalarının abandığı bir toplumda, seçmen kümelerinden derinlemesine analiz beklemeye hakkımız olmayabilir. Ancak, aydınların esaslı bir görevi, halkımızın sağduyusuna güven temelinde, gerçekçi oy verme davranışları konusunda uyarılarda bulunmaktır.
Naçizane bu satırları o saikle kaleme alıyorum… Bu arada son söyleyeceğimi inançla ifade etmek isterim; halkımızın her türlü zor koşulda, “bir kuyumcu bıçağı gibi” biçim verircesine parlamento aritmetiğini belirlediğine, çok defa şahit olmuşumdur…
NASIL BİR HAYAT İSTİYORUZ?
Peki neleri dikkate alarak gideceğiz sandık başına? Ailelerimiz, çocuklarımız ve hayattan beklediklerimiz kuşkusuz temel etmen olacak… Bu beklentilerin karşılanması ise büyük başlıklarda siyasetin programına ve söz-verimlerine bağlı; bu gerçek ise asla değişmeyecek.
Türkiye’nin eğitim, tarım, enerji, sosyal güvenlik, göçler ve dış siyaset alanında bir dolu sorunu var… En başta da ekonomi konusunda hepimize daha somut sirayet eden ciddi sıkıntılarımız var… Nasıl bir hayat istediğimiz, nasıl bir Türkiye istediğimize bağlı;
işte bu bağı kurmak ve sonrasında oy kullanmak, seçmen için asıl başarımı ve vicdan rahatlığını getirecektir.
ÜLKENİN SORUNLARI HEPİMİZİM SORUNLARI
Ülkemizde istihdam sorunu yaşayan gençlerin 8 milyon 196 bin 196’sı, üniversite programlarına kayıtlıdır (2022) ancak üniversitelerimiz dünya sıralamasında giderek irtifa kaybetmektedir… O arada Eğitim-Sen’in Eylül 2022 verilerine göre, 6 milyon 543 bin 599 öğrencinin sadece 1 milyon 833 bin 717’si mesleki teknik liselerde öğrenim görmekte olup, KOBİ’leri ve Organize Sanayi Bölgeleri başta Türkiye’de ciddi anlamda “ara insan gücü” ihtiyacı devam etmektedir. Siyasetin tercihi, eğitimde planlı kamu yatırımları ve istihdamı geliştirici politikalar olmak gerekir…
Türkiye’de on binlerce çiftçi icralık haldedir. Daha düne kadar tarımda kendine yeten ülkemiz, girdi maliyetlerinin artışıyla yetersiz üretim üzerinden net ithalatçı ülke konumuna düşmüş, o arada, hayvancılık adeta öldürülmüştür. Siyasetin tercihi, tarımın, gıda güvenliği ve beslenme açısından önemi ve milyonlarca köylünün geçimi olduğunun bilinciyle, ulusal tarım politikasını öncelemek olmalıdır.
Enerji alanındaki kayıplarımızsa son derecede düşündürücüdür. Geçen yıl sonu itibariyle 91 milyar dolara ulaşan toplam dış ticaret açığının % 74,7’si -bir yılda % 120 büyüyen- net enerji ithalatından kaynaklanmıştır. Her yıl ortalama 80 milyar dolarlık enerji kaynağını dışarıdan temin etmek zorundayız. Siyasetin önceliği, alternatif ve yerli kaynaklara yönelmek, o arada, dağıtım şirketlerinin sanayi ve hanelere yüksek karlarla elektrik satışını engellemektir. Siyaset enerjide de tercihini, ulusal sanayi ve halkın bütçesi lehine yapılandırmak zorundadır.
Türkiye’nin sosyal güvenlik açıkları, emeklilerimizin refahtan yeterince pay alamamaları gibi zorlukları vardır... Öte yandan sosyal güvenlik, toplumun güvenliği ve huzuru açısından çağdaş devletin temel görev ve faaliyet alanıdır. Bu alanın hiçbir yurttaşın emeğini göz ardı etmeden ve büyük güvenlik şemsiyesinin dışında tek bir vatandaşımızı bırakmadan düzenlenmesi, siyasetin birincil ödevi ve tercihi olsa gerekir.
Sandığa giderken seçmenler olarak belki ayrıntılarına odaklanmasak da bu sorun alanlarında siyasetin takındığı tutum eminim ki bilinç altımızdan bilinç düzeyine yükselecek ve oy kullanma tercihlerimizi az-çok belirleyecektir.
Bu doğrultuda dış siyasette denge politikası ve yeni gelişen ekonomik pazarlarla uyum ve de iç ve dış göçler konularında daha hazırlıklı olan siyasi partiler, seçmen tarafından rağbet görebileceklerdir.
SORUNLARIN ANASI: EKONOMİ!
Gelelim en temel soruna… O da ekonomidir. Geçimdir. Aile bütçesidir. İşte seçimlerde diğer sorun alanlarının yanı sıra, seçmen açısından en belirleyici olacak konu/ sorun alanı budur; çünkü seçmen, bu alanın tam merkezindedir…
Türkiye’de en üst gelir grubu ile en alt gelir grubu arasındaki yaklaşık dokuz kat farkı “tadil edecek” ve zenginlikte eşitleyecek bir mali ve iktisadi politika kaçınılmazdır.
Böyle bir politikayı izleyecek siyasetin önceliğinin gelir dağılımını düzeltmek ve vergi adaletini sağlamak olması gerektiği ise tartışmasızdır. Seçmenin bu gerçekliğe dikkatle bakması kadar, siyasetin bu gerçeği kavraması, herkes için verimli, öğretici ve ilerleyici bir seçim süreci anlamına gelecektir.
GELECEĞİ OYLAMAK
Evet, bu veriler, bu sorun alanlarında yapılacak “tercihler” sonrasında oy tercihlerinin olgunlaştırılması en başta da seçmenin ve Türkiye’mizin yararına olacaktır…
Seçmen siyasi partiden önce yaşamına siyasetin hangi araçlarla katkıda bulunmasını istediğini, yaşam biçimi seçmeli, ondan sonra bu siyaseti uygulayacak partiyi ve liderliği seçmelidir…
Şunu da eklemek gerekir ki, Türkiye’miz, demokrasinin sandığa gelene kadar hayatın içinde yansımasını bulduğu, okullardan iş yerlerine, akademilerden özgür basına, partilerden sendikalara katılımcılıkla kurumsallaştığı ülkelerden biri olamaya layıktır…
">Türkiye 14 Mayıs’ta -Cumhuriyet’in 100. yılında- Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimine gidiyor…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ve oy barajları gereği seçmen, “İttifaklar” ekseninde oy kullanacak.
Yapılan kimi araştırmalara göre seçime iki ay kala, % 14 “kararsız”, % 10 “sandığa gitmemekte kararlı” seçmen kitlesinden söz ediliyor.
Öte yandan, temsilde adalet, partilere Hazine yardımı, siyasetin finansmanı, medyadan hakça yararlanma gibi konularda ciddi tartışmalar var, dahası Türkiye bir büyük deprem yıkımı ve ekonomik zorluk tablosunu deneyimliyor. Tüm bu koşullar katılımı ve seçimin sonuçlarını etkileyecektir diyelim ve devam edelim…
SORUNLARLA YÜZLEŞMEK
Bu yazımda siyasal bir davranış olarak “seçmek” edimi/ fiili üzerinde duracağım… Herhangi bir seçimde aslında siyasi partilere veya liderlere oy vermeden önce toplum ve birey olarak gerçek seçimlerimizin dayanakları üzerinde duracağım.
Eğer bu konuda “durup düşünme” olanağını kendimizden esirgersek, muhtemelen seçimlerimizi, ağır medya bombardımanı ve anket yönlendirmeleri altında yapabiliriz.
Özcesi, ezberciliğe prim verirsek, sorunlarımızı bir sonraki seçime ihale etmiş oluruz…
AYDININ GÖREVİ “DÜŞÜNMEYE” DAVETTİR
Sosyal kalkınma açısından doğrusal bir çizgi izlemeyen ve üzerine göç dalgalarının abandığı bir toplumda, seçmen kümelerinden derinlemesine analiz beklemeye hakkımız olmayabilir. Ancak, aydınların esaslı bir görevi, halkımızın sağduyusuna güven temelinde, gerçekçi oy verme davranışları konusunda uyarılarda bulunmaktır.
Naçizane bu satırları o saikle kaleme alıyorum… Bu arada son söyleyeceğimi inançla ifade etmek isterim; halkımızın her türlü zor koşulda, “bir kuyumcu bıçağı gibi” biçim verircesine parlamento aritmetiğini belirlediğine, çok defa şahit olmuşumdur…
NASIL BİR HAYAT İSTİYORUZ?
Peki neleri dikkate alarak gideceğiz sandık başına? Ailelerimiz, çocuklarımız ve hayattan beklediklerimiz kuşkusuz temel etmen olacak… Bu beklentilerin karşılanması ise büyük başlıklarda siyasetin programına ve söz-verimlerine bağlı; bu gerçek ise asla değişmeyecek.
Türkiye’nin eğitim, tarım, enerji, sosyal güvenlik, göçler ve dış siyaset alanında bir dolu sorunu var… En başta da ekonomi konusunda hepimize daha somut sirayet eden ciddi sıkıntılarımız var… Nasıl bir hayat istediğimiz, nasıl bir Türkiye istediğimize bağlı;
işte bu bağı kurmak ve sonrasında oy kullanmak, seçmen için asıl başarımı ve vicdan rahatlığını getirecektir.
ÜLKENİN SORUNLARI HEPİMİZİM SORUNLARI
Ülkemizde istihdam sorunu yaşayan gençlerin 8 milyon 196 bin 196’sı, üniversite programlarına kayıtlıdır (2022) ancak üniversitelerimiz dünya sıralamasında giderek irtifa kaybetmektedir… O arada Eğitim-Sen’in Eylül 2022 verilerine göre, 6 milyon 543 bin 599 öğrencinin sadece 1 milyon 833 bin 717’si mesleki teknik liselerde öğrenim görmekte olup, KOBİ’leri ve Organize Sanayi Bölgeleri başta Türkiye’de ciddi anlamda “ara insan gücü” ihtiyacı devam etmektedir. Siyasetin tercihi, eğitimde planlı kamu yatırımları ve istihdamı geliştirici politikalar olmak gerekir…
Türkiye’de on binlerce çiftçi icralık haldedir. Daha düne kadar tarımda kendine yeten ülkemiz, girdi maliyetlerinin artışıyla yetersiz üretim üzerinden net ithalatçı ülke konumuna düşmüş, o arada, hayvancılık adeta öldürülmüştür. Siyasetin tercihi, tarımın, gıda güvenliği ve beslenme açısından önemi ve milyonlarca köylünün geçimi olduğunun bilinciyle, ulusal tarım politikasını öncelemek olmalıdır.
Enerji alanındaki kayıplarımızsa son derecede düşündürücüdür. Geçen yıl sonu itibariyle 91 milyar dolara ulaşan toplam dış ticaret açığının % 74,7’si -bir yılda % 120 büyüyen- net enerji ithalatından kaynaklanmıştır. Her yıl ortalama 80 milyar dolarlık enerji kaynağını dışarıdan temin etmek zorundayız. Siyasetin önceliği, alternatif ve yerli kaynaklara yönelmek, o arada, dağıtım şirketlerinin sanayi ve hanelere yüksek karlarla elektrik satışını engellemektir. Siyaset enerjide de tercihini, ulusal sanayi ve halkın bütçesi lehine yapılandırmak zorundadır.
Türkiye’nin sosyal güvenlik açıkları, emeklilerimizin refahtan yeterince pay alamamaları gibi zorlukları vardır... Öte yandan sosyal güvenlik, toplumun güvenliği ve huzuru açısından çağdaş devletin temel görev ve faaliyet alanıdır. Bu alanın hiçbir yurttaşın emeğini göz ardı etmeden ve büyük güvenlik şemsiyesinin dışında tek bir vatandaşımızı bırakmadan düzenlenmesi, siyasetin birincil ödevi ve tercihi olsa gerekir.
Sandığa giderken seçmenler olarak belki ayrıntılarına odaklanmasak da bu sorun alanlarında siyasetin takındığı tutum eminim ki bilinç altımızdan bilinç düzeyine yükselecek ve oy kullanma tercihlerimizi az-çok belirleyecektir.
Bu doğrultuda dış siyasette denge politikası ve yeni gelişen ekonomik pazarlarla uyum ve de iç ve dış göçler konularında daha hazırlıklı olan siyasi partiler, seçmen tarafından rağbet görebileceklerdir.
SORUNLARIN ANASI: EKONOMİ!
Gelelim en temel soruna… O da ekonomidir. Geçimdir. Aile bütçesidir. İşte seçimlerde diğer sorun alanlarının yanı sıra, seçmen açısından en belirleyici olacak konu/ sorun alanı budur; çünkü seçmen, bu alanın tam merkezindedir…
Türkiye’de en üst gelir grubu ile en alt gelir grubu arasındaki yaklaşık dokuz kat farkı “tadil edecek” ve zenginlikte eşitleyecek bir mali ve iktisadi politika kaçınılmazdır.
Böyle bir politikayı izleyecek siyasetin önceliğinin gelir dağılımını düzeltmek ve vergi adaletini sağlamak olması gerektiği ise tartışmasızdır. Seçmenin bu gerçekliğe dikkatle bakması kadar, siyasetin bu gerçeği kavraması, herkes için verimli, öğretici ve ilerleyici bir seçim süreci anlamına gelecektir.
GELECEĞİ OYLAMAK
Evet, bu veriler, bu sorun alanlarında yapılacak “tercihler” sonrasında oy tercihlerinin olgunlaştırılması en başta da seçmenin ve Türkiye’mizin yararına olacaktır…
Seçmen siyasi partiden önce yaşamına siyasetin hangi araçlarla katkıda bulunmasını istediğini, yaşam biçimi seçmeli, ondan sonra bu siyaseti uygulayacak partiyi ve liderliği seçmelidir…
Şunu da eklemek gerekir ki, Türkiye’miz, demokrasinin sandığa gelene kadar hayatın içinde yansımasını bulduğu, okullardan iş yerlerine, akademilerden özgür basına, partilerden sendikalara katılımcılıkla kurumsallaştığı ülkelerden biri olamaya layıktır…