Olayın ateşi benzin gibi parladı, iki günde unutuldu gitti.
Şarkıcı Gülşen “Sa… İmam Hatipli” dedi ve bir sürü tatsızlık yaşandı.
Aslında toplumsal fay hattında sıkışan enerjinin dışarı vurması açısından “sembol” niteliğinde bir olaydı.
Bu arada, olayla ilgili Facebook paylaşımımdan dolayı bir dizi yorum aldım.
Ve bir yazı yazmaya niyetlendim, fakat ben bile, günlük hay-huy içinde yazmayı unuttum gitti.
Ta ki “istek parçası çalınmadı” gerekçesiyle, üç tane magandanın, bir çocuk babası ve hayatını müzik yaparak kazanan Onur Şener'i katletmesine dek.
Sizlere bugün farklı bir yaklaşım getirmek istiyorum. Aslında 2 olay da bana göre ilintili. İlintinin kökünde bence “genç kuşak” denilen toplumsal katmanın ruh hali yatmakta…
Cumhuriyet tarihine baktığımızda Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi söylemiyle oluşan kültürde; toplum, çağdaşlaşma özlemini gelecek kuşağa erteleme konforunu benimsemiş. Yani: “Bizden geçti, ne varsa gençlerde var!” psikolojisi…
İşte tam da bu noktada topa girmek istiyorum.
Gençler dediğimiz Z Kuşağı, yeni nesil vs. detaya girildiğinde gerçekten bayrağı taşıyacak kapasitede mi, yoksa bu bir serap mı?
Gördüğüm kadarıyla eğitim kalitesi, özellikle de üniversite seviyesinde düşük olduğu için, analitik düşünmenin yerini ezber sistemi almış.
Coğrafyamızda içeride ve dışarıda yaşanan olaylar, “Biz farklıyız, biz başkayız” inancında olan bir nesil yetiştirmiş.
Cinsel tonlamalı TikTok’tan, filtre kullanımlı Instagram’a… Geniş yelpazede yer alan sosyal medya fenomeniyle yaşayan ve adeta nefes alan gençler, sonunda içi boş bir özgüven, sıcak hava balonu gibi uçan bir ego ve kupkuru bir inat geliştirmişler.
İstediğim parçayı çalmadın mı? Geber!!!
İmam hatipli misin? O zaman sa…sın !!!
Sen bana sa… mı dedin? O zaman yürü kodese!!!
Gülşen olayından sonra sosyal medyada yaptığım paylaşıma gelince…
Gülşen’in vücudunu sahnede bonkör bir şekilde teşhir etmesi bana Madonna’yı hatırlattı. Ki modern pop müzikte cinselliği seyirciyle tanıştıran Madonna’dır.
Kaderin cilvesi, Madonna (Madonna = Meryem Ana) sahnede Haç takardı. Kendi çapında ikilem yaratırdı: Cinsellik ve din karşı karşıya…
Oysaki Gülşen “İmam Hatipli sa…tır’ ifadesiyle başına dert açtı.
Benim sosyal medya paylaşımım şöyleydi: Tersten düşünelim! Madonna Katolik papazlar sa…tır’ diye bir beyanat vermiş olsaydı, acaba Katolik Kilisesi de kendisine dava açar mıydı?
Tabii ki değişik yorumlar geldi. Evet, ben de biliyorum! Türkiye'de imam hatip okulları Milli Eğitim Bakanlığına bağlıdır.
İmamlar da Diyanet’e memur olur ve camiler de Diyanet İşleri Başkanlığına bağlıdır.
Yani din işleri Türkiye’de devlet tarafından yönetilir. Bu konuyu daha önce “Atatürk Ilımlı İslam’ın Babası mı?” başlığı altında kaleme aldığım bir yazımda detaylıca irdelemiştim.
Halbuki ABD’de kiliseleri kendi cemaatleri yönetir. Papazların maaşını dacemaatleri öder. Evet, bir Eğitim Bakanlığı vardır, fakat bu bakanlığın ilk orta ve yüksek eğitimle hiçbir ilişkisi yoktur. Eyaletlerin kendi içinde eğitim konusu idare edilir. Öyle “öğretmen görev yeri” gibi kura çekimlerine yönelik ulusal drama konuları yaşanmaz.
Arada epey farklılıklar var.
Fakat eksik ve yanlışlıkları örtmek için “Abicim burası Türkiye” mazeretine sığınırken milli eğitim ve milli inançlar kurumsallaşmasının Atatürk ve arkadaşları tarafından ihdas edildiğini de unutmayalım.
Tabii ki farklı kurumsallaşmalar da bizi farklı ifade özgürlük kavramlarına taşıyor.
Amerikalı kendi bayrağını yakar, Anayasa Mahkemesi verilen cezayı ifade özgürlüğü sebebiyle bozar.
Oysa aynı Amerika’da birçok eyalette (din bazlı mantıkla) çocuk aldırma (kürtaj) cinayet suçuyla aynı tutulurken, aynı işlem Türkiye'de diş çektirme gibi bir cerrahi vakadır.
Gördüğüm kadarıyla ifade özgürlüğü konusunda belli toplumların belli fetişizmleri var.
Nereden nereye…
Yazımı sonuçlandırırken…
Başlangıçta gençlerde içi boş bir özgüven patlamasından söz etmiştim.
Ne yazık ki bu ruh hali, hayatın gerçekleri duvarına toslayınca; ya şiddet ya da yasa dışı sahtekarlık, karizmayı çizdirmemek için can simidi oluyor.
Bu genel ruh halinin birinci türevi olarak sosyal medya kuşağına hizmet veren, kendi müktesebatına bakmaksızın, siyasi konularda provokatif duruş sergileyen sanatçılar var. Bence Gülşen de (bilerek ya da bilmeyerek) bu manda dışkısına bastı.
Konuşmasından dolayı hiçbir kimse tutuklanmamalı. Şahsi görüşüm budur!
Ama günümüzde dikkat çekmek için, reyting almak için, farklı görünmek için medya maymunu olma tutkusu da dayanılmaz hale geldi.
Hele hele sosyal medya bu imkânı kolayca ve ucuz bir şekilde yaygınlaştırınca, bu ruh hali tadından yenmez oldu.
Üstüne üstelik söz konusu medya maymunu da sanatçı olunca konu doğal olarak daha bir lezzetli oluyor.
Meşrebinde şiddeti kutsama olan ana akım medya, sosyal medya üzerinden ana akım medyanın sunuşundan esinlenen gençler, ruh hallerinin uygulamaya geçmesini sağlayan davranış zinciri kırılmadan, Ankara’da ölümle sonuçlanan, Gülşen olayında tutuklamaya giden ve buna benzer olayları yaşamaya hazır olun, değerli okur.
">
Olayın ateşi benzin gibi parladı, iki günde unutuldu gitti.
Şarkıcı Gülşen “Sa… İmam Hatipli” dedi ve bir sürü tatsızlık yaşandı.
Aslında toplumsal fay hattında sıkışan enerjinin dışarı vurması açısından “sembol” niteliğinde bir olaydı.
Bu arada, olayla ilgili Facebook paylaşımımdan dolayı bir dizi yorum aldım.
Ve bir yazı yazmaya niyetlendim, fakat ben bile, günlük hay-huy içinde yazmayı unuttum gitti.
Ta ki “istek parçası çalınmadı” gerekçesiyle, üç tane magandanın, bir çocuk babası ve hayatını müzik yaparak kazanan Onur Şener'i katletmesine dek.
Sizlere bugün farklı bir yaklaşım getirmek istiyorum. Aslında 2 olay da bana göre ilintili. İlintinin kökünde bence “genç kuşak” denilen toplumsal katmanın ruh hali yatmakta…
Cumhuriyet tarihine baktığımızda Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi söylemiyle oluşan kültürde; toplum, çağdaşlaşma özlemini gelecek kuşağa erteleme konforunu benimsemiş. Yani: “Bizden geçti, ne varsa gençlerde var!” psikolojisi…
İşte tam da bu noktada topa girmek istiyorum.
Gençler dediğimiz Z Kuşağı, yeni nesil vs. detaya girildiğinde gerçekten bayrağı taşıyacak kapasitede mi, yoksa bu bir serap mı?
Gördüğüm kadarıyla eğitim kalitesi, özellikle de üniversite seviyesinde düşük olduğu için, analitik düşünmenin yerini ezber sistemi almış.
Coğrafyamızda içeride ve dışarıda yaşanan olaylar, “Biz farklıyız, biz başkayız” inancında olan bir nesil yetiştirmiş.
Cinsel tonlamalı TikTok’tan, filtre kullanımlı Instagram’a… Geniş yelpazede yer alan sosyal medya fenomeniyle yaşayan ve adeta nefes alan gençler, sonunda içi boş bir özgüven, sıcak hava balonu gibi uçan bir ego ve kupkuru bir inat geliştirmişler.
İstediğim parçayı çalmadın mı? Geber!!!
İmam hatipli misin? O zaman sa…sın !!!
Sen bana sa… mı dedin? O zaman yürü kodese!!!
Gülşen olayından sonra sosyal medyada yaptığım paylaşıma gelince…
Gülşen’in vücudunu sahnede bonkör bir şekilde teşhir etmesi bana Madonna’yı hatırlattı. Ki modern pop müzikte cinselliği seyirciyle tanıştıran Madonna’dır.
Kaderin cilvesi, Madonna (Madonna = Meryem Ana) sahnede Haç takardı. Kendi çapında ikilem yaratırdı: Cinsellik ve din karşı karşıya…
Oysaki Gülşen “İmam Hatipli sa…tır’ ifadesiyle başına dert açtı.
Benim sosyal medya paylaşımım şöyleydi: Tersten düşünelim! Madonna Katolik papazlar sa…tır’ diye bir beyanat vermiş olsaydı, acaba Katolik Kilisesi de kendisine dava açar mıydı?
Tabii ki değişik yorumlar geldi. Evet, ben de biliyorum! Türkiye'de imam hatip okulları Milli Eğitim Bakanlığına bağlıdır.
İmamlar da Diyanet’e memur olur ve camiler de Diyanet İşleri Başkanlığına bağlıdır.
Yani din işleri Türkiye’de devlet tarafından yönetilir. Bu konuyu daha önce “Atatürk Ilımlı İslam’ın Babası mı?” başlığı altında kaleme aldığım bir yazımda detaylıca irdelemiştim.
Halbuki ABD’de kiliseleri kendi cemaatleri yönetir. Papazların maaşını dacemaatleri öder. Evet, bir Eğitim Bakanlığı vardır, fakat bu bakanlığın ilk orta ve yüksek eğitimle hiçbir ilişkisi yoktur. Eyaletlerin kendi içinde eğitim konusu idare edilir. Öyle “öğretmen görev yeri” gibi kura çekimlerine yönelik ulusal drama konuları yaşanmaz.
Arada epey farklılıklar var.
Fakat eksik ve yanlışlıkları örtmek için “Abicim burası Türkiye” mazeretine sığınırken milli eğitim ve milli inançlar kurumsallaşmasının Atatürk ve arkadaşları tarafından ihdas edildiğini de unutmayalım.
Tabii ki farklı kurumsallaşmalar da bizi farklı ifade özgürlük kavramlarına taşıyor.
Amerikalı kendi bayrağını yakar, Anayasa Mahkemesi verilen cezayı ifade özgürlüğü sebebiyle bozar.
Oysa aynı Amerika’da birçok eyalette (din bazlı mantıkla) çocuk aldırma (kürtaj) cinayet suçuyla aynı tutulurken, aynı işlem Türkiye'de diş çektirme gibi bir cerrahi vakadır.
Gördüğüm kadarıyla ifade özgürlüğü konusunda belli toplumların belli fetişizmleri var.
Nereden nereye…
Yazımı sonuçlandırırken…
Başlangıçta gençlerde içi boş bir özgüven patlamasından söz etmiştim.
Ne yazık ki bu ruh hali, hayatın gerçekleri duvarına toslayınca; ya şiddet ya da yasa dışı sahtekarlık, karizmayı çizdirmemek için can simidi oluyor.
Bu genel ruh halinin birinci türevi olarak sosyal medya kuşağına hizmet veren, kendi müktesebatına bakmaksızın, siyasi konularda provokatif duruş sergileyen sanatçılar var. Bence Gülşen de (bilerek ya da bilmeyerek) bu manda dışkısına bastı.
Konuşmasından dolayı hiçbir kimse tutuklanmamalı. Şahsi görüşüm budur!
Ama günümüzde dikkat çekmek için, reyting almak için, farklı görünmek için medya maymunu olma tutkusu da dayanılmaz hale geldi.
Hele hele sosyal medya bu imkânı kolayca ve ucuz bir şekilde yaygınlaştırınca, bu ruh hali tadından yenmez oldu.
Üstüne üstelik söz konusu medya maymunu da sanatçı olunca konu doğal olarak daha bir lezzetli oluyor.
Meşrebinde şiddeti kutsama olan ana akım medya, sosyal medya üzerinden ana akım medyanın sunuşundan esinlenen gençler, ruh hallerinin uygulamaya geçmesini sağlayan davranış zinciri kırılmadan, Ankara’da ölümle sonuçlanan, Gülşen olayında tutuklamaya giden ve buna benzer olayları yaşamaya hazır olun, değerli okur.