Sağlık rezaleti

Haber3.com yazarı Koray Yücel yazdı: Sağlık rezaleti: Deveye sormuşlar boynun niye eğri diye? Nerem doğru ki demiş....

Koray Yücel yucel.koray@gmail.com

Deveye sormuşlar boynun niye eğri diye? Nerem doğru ki demiş.

Gün geçmiyor ki bir yerden bir skandal patlamasın. Toplumun her kesiminde giderek artan bir cinnet hali var.

Bebek öldürmek nedir nedir ya? nasıl bir ruh halinin ürünüdür bebek öldürmek?

Üstelik bu skandalın ana aktörü doktorlar.  En değerli şeyin, canların emanet edildiği doktorlar. Üniversitelerin en zor kazanılan bölümlerini kazananlar, kazansalar bile yeterliliği yoksa okuyamayanlar, yani toplumun en parlak beyinleri.

Tabi ki tıp camiasının hepsini aynı kefede tartmak doğru değil. Her camianın çürükleri vardır ama konu can sağlığı olunca, doktorlar nasıl bu hale geldi diye bütün bir camiayı sorgulamadan edemiyor insan.

Anlaşılıyor ki, her şey Akparti’nin sağlıkta reform projesi ile başladı. Reform dedikleri şey, devletin kontrolünde olması gereken ve sosyal güvenlik sisteminin bir bacağı olan sağlık sisteminin özelleştirilmesi idi aslında.

Eski sistemin aksayan yönleri yok muydu? Elbette vardı, ama en azından denetlenebilir bir sistematiği vardı. Yaşadığımız bu rezalette olduğu gibi, çeteleşmeye olanak sağlayabilecek bir yönü yoktu.

Eh balık baştan kokar tabi. Asıl olan para kazanmak olunca, insan sağlığı kimin umurunda.

Eski ve yeni sağlık bakanlarının bu skandalda adı geçiyorsa, bildiği halde göz yuman, gereğini yapmayan dönemin il sağlık müdürü bu gün sağlık bakanı olmuşsa ve bunlar hala toplumun yönetim kademelerinde utanmazca yer alıyorsa, biz neyi konuşuyoruz ki?

“Her şeyin sorumlusu benim ben” diyen şahıs bu konuyu görmezden geliyorsa, zamana yayıp gündemden çıkmasını bekleyen bir tavır sergiliyorsa, biz neyi konuşuyoruz ki?

Kendilerine en değerli şeyin, sağlığın emanet edildiği doktorları değersizleştirseniz, “Onlara cehennemin dibine kadar yolunuz var” anlayışı ile ülkeden kaçmaya teşvik ederseniz, ve milleti her konuda olduğu gibi sağlıkta da liyakatsiz yetersiz ve hatta vicdansız insanların eline muhtaç ederseniz, biz neyi konuşuyoruz ki?

Hasta garantisi vererek koca koca hastaneler yapıp, geçinemiyoruz ya hu diye feryat eden doktorlara; “daha çok hastayı tedavi et” yerine, “daha çok hasta gör daha çok kazan derseniz”, biz neyi konuşuyoruz ki?

Bu dünyanın ne önemi var ki, asıl olan öbür dünya diyen ve koca bir sağlık sektörünü, öbür dünyayı pazarlayan bir tarikatın kontrolüne ve yönetimine bırakırsanız, biz neyi konuşuyoruz ki?

Bu gün bir kısım gözü perdeli vatandaşımız, devletin hastaneleri için bilgisayardan saati belli bir randevu alıyoruz diye “kardeş eskiden neydi o rezalet, kuyruklarda saatlerce tedavi olmayı bekliyorduk”  diyorlar ve eskiyi gerine, gerine eleştiriyorlar.

Oysa zamanında randevunuza gidiyorsunuz ekranda adınıza sıra gelmesini beklerken, hoop bir de bakıyorsunuz bir sığınmacı sizin önünüze geçmiş.

Ya sabır diyorsunuz. Dedim ya öyle bir perde var ki bir kısım insanımızın gözünde hala rezilliği algılamakta zorlanıyor.

3 dakikalık doktor görüşmesinden sonra, doktor size diyor ki “git şu tetkikleri yaptır öyle gel”, eğer doktor sizden ultrason ya da MR tetkiki istediyse yandınız ölmeden randevu alabildiyseniz şanslısınız.

Eh siz ne yapacaksınız, sorununuz devam ediyor; hadi bakalım özel hastanenin kucağına oturmaya.

Tabi bu arada orayı hastane zannediyorsunuz, nerden bileceksiniz ki oranın bir ticarethane olduğunu, kapısında hastane yazıyor. Giriyorsunuz döner kapısından içeriye, sanki hastaneye değil de otele gelmiş duygusu yaşıyorsunuz.  

Bir ilgi bir alaka

Sonra beyaz gömlekli boynunda steteskopu asılı, genellikle uzmanlığı ve yeterliliği tartışmalı birisinin karşısına oturuyorsunuz. Kısa bir dinlemeden sonra başlıyor sizden her türlü tahlil, tetkik  artık, allah ne verdiyse, gerekli gereksiz hükte hafif pahada ağır ne varsa istiyor.

Siz de adamın derdinize derman olacağının hayalini kuruyorsunuz. Hatta daha uç örneğine de tanık olduk sonunda, PKK teröründen hüküm giymiş 5 yıl hapis yatmış sonra afla çıkmış adamı, Hipokrat yeminine sadık kalabilecek bir doktor zannedebiliyorsunuz. Bu tür adamların koyduğu teşhisleri derdinize derman sanıyorsunuz ve sürecin sonunda da kabarık bir fatura  ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Soygunun en çirkin halidir bu. Öldürme pahasına soymak.

Düşünebiliyor musunuz?  Akparti öncesi yılda 2 milyon civarında ameliyat yapılırken, bu gün yılda 6 milyon civarında ameliyat yapılıyor. 3 katı. Çünkü özel hastanelerde bakılan hastaların parasını hastaneler devletten alıyor nasıl olsa. Onlar da gerekli gereksiz tuttuğu hastayı kesiyor. Eh, hasta zaten ekmek kadayıfı, bir de ameliyat olduğunda kaymaklı ekmek kadayıfı haline geliyor.

Sonuç: basit bir ilaç müdehalesi ile iyileşebilecek hastanın sağlığı hepten bozuluyor. Gözü perdeli vatandaşımız ise hala bu sanal doktorlardan aldığı hizmeti mükemmel bir sağlık sistemimiz var diye yorumlayabiliyor.

Akparti öncesi yılda ortalama 200 milyon hastane ziyareti varken, günümüzde bu rakam 850 milyon kişiye çıkmış. Devlet, bizden aldığı vergilerle gitmediğimiz hastanelere hasta garantisi vermesi nedeniyle para ödüyor ya… vatandaş da bari gideyim de boşuna para ödemiş olmayayım diyor her halde.Vatandaşımız pikniğe gider gibi hastaneye gidiyor ve bu soygunun sermayesi oluyor  sonuçta.

Hepimiz bu rezaleti şu anda bütün boyutları ile dehşet içinde izliyoruz. İnsan hayatının ticarete kurban edilmesi  süreci, bu gün, 2023 yılında bir ihbar ile açığa çıkmış bir skandal diye sunuluyor, oysa bu rezaletin 2003 yılında sağlık reformu adıyla yürürlüğe giren politikalarla başladığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu çürümüşlüğün bir benzer örneğini ben de yaşadım.

2011 yılıydı, Rahmetli annemin rahatsızlandığı bir gün ambulans çağırdık ve Annemi en yakın devlet hastanesine kaldırdık. Hastanenin yoğun bakımında, bakım var gerekçesi ile bizi özel bir hastanenin yoğun bakımına yönlendirdiler. Annemi tekrar ambulans ile Maltepe sahilde Sema hastanesine gönderdiler. Sonradan FETÖ örgütünün yatırımlarından biri olduğu anlaşılan bu hastanenin adını değiştirmişler. Bu gün o hastanenin adı Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Hastanesi. Annem hastanenin yoğun bakım ünitesinde aletlere bağlı bir şekilde 12 gün boyunca tutuldu ve sonunda hakkın rahmetine kavuştu. Bu gün yeniden değerlendirmeye aldığımda öldü mü yoksa öldürüldü mü!      Allah bilir.

Annem öğretmen emeklisiydi. Yani sosyal güvenlik sisteminin garantisi altındaydı ama ona rağmen yoğun bakımdayken kullanıldığı söylenen ilaçların bedeli olan, o zamanın parası ile 2800 lirayı benden talep ettiler. Ben duruma itiraz edince de cenazemi bana vermemekle tehdit ettiler. Çaresiz o parayı ödedik ve cenazemizi aldık. Yani hem devletten, hem de bizden tahsilat yaptılar.

O zaman memlekette adalet olduğu inancı ile çeşitli yerlere şikayetlerimiz oldu ama annemi öldüren sistem. Kimi kime şikayet edeceksin ki.

Yıllardır nefes, nefes şişen bu balon şimdi nihayet patladı. Ancak herkesi vatandaş olarak değil de müşteri olarak gören bu zihniyet değişmedikçe, sanmayın ki değişen bir şey olacak. Tıpkı memleketin diğer sorunlarında olduğu gibi.

Dedim ya deveye sormuşlar neren eğri diye, nerem doğru ki demiş.

">

Deveye sormuşlar boynun niye eğri diye? Nerem doğru ki demiş.

Gün geçmiyor ki bir yerden bir skandal patlamasın. Toplumun her kesiminde giderek artan bir cinnet hali var.

Bebek öldürmek nedir nedir ya? nasıl bir ruh halinin ürünüdür bebek öldürmek?

Üstelik bu skandalın ana aktörü doktorlar.  En değerli şeyin, canların emanet edildiği doktorlar. Üniversitelerin en zor kazanılan bölümlerini kazananlar, kazansalar bile yeterliliği yoksa okuyamayanlar, yani toplumun en parlak beyinleri.

Tabi ki tıp camiasının hepsini aynı kefede tartmak doğru değil. Her camianın çürükleri vardır ama konu can sağlığı olunca, doktorlar nasıl bu hale geldi diye bütün bir camiayı sorgulamadan edemiyor insan.

Anlaşılıyor ki, her şey Akparti’nin sağlıkta reform projesi ile başladı. Reform dedikleri şey, devletin kontrolünde olması gereken ve sosyal güvenlik sisteminin bir bacağı olan sağlık sisteminin özelleştirilmesi idi aslında.

Eski sistemin aksayan yönleri yok muydu? Elbette vardı, ama en azından denetlenebilir bir sistematiği vardı. Yaşadığımız bu rezalette olduğu gibi, çeteleşmeye olanak sağlayabilecek bir yönü yoktu.

Eh balık baştan kokar tabi. Asıl olan para kazanmak olunca, insan sağlığı kimin umurunda.

Eski ve yeni sağlık bakanlarının bu skandalda adı geçiyorsa, bildiği halde göz yuman, gereğini yapmayan dönemin il sağlık müdürü bu gün sağlık bakanı olmuşsa ve bunlar hala toplumun yönetim kademelerinde utanmazca yer alıyorsa, biz neyi konuşuyoruz ki?

“Her şeyin sorumlusu benim ben” diyen şahıs bu konuyu görmezden geliyorsa, zamana yayıp gündemden çıkmasını bekleyen bir tavır sergiliyorsa, biz neyi konuşuyoruz ki?

Kendilerine en değerli şeyin, sağlığın emanet edildiği doktorları değersizleştirseniz, “Onlara cehennemin dibine kadar yolunuz var” anlayışı ile ülkeden kaçmaya teşvik ederseniz, ve milleti her konuda olduğu gibi sağlıkta da liyakatsiz yetersiz ve hatta vicdansız insanların eline muhtaç ederseniz, biz neyi konuşuyoruz ki?

Hasta garantisi vererek koca koca hastaneler yapıp, geçinemiyoruz ya hu diye feryat eden doktorlara; “daha çok hastayı tedavi et” yerine, “daha çok hasta gör daha çok kazan derseniz”, biz neyi konuşuyoruz ki?

Bu dünyanın ne önemi var ki, asıl olan öbür dünya diyen ve koca bir sağlık sektörünü, öbür dünyayı pazarlayan bir tarikatın kontrolüne ve yönetimine bırakırsanız, biz neyi konuşuyoruz ki?

Bu gün bir kısım gözü perdeli vatandaşımız, devletin hastaneleri için bilgisayardan saati belli bir randevu alıyoruz diye “kardeş eskiden neydi o rezalet, kuyruklarda saatlerce tedavi olmayı bekliyorduk”  diyorlar ve eskiyi gerine, gerine eleştiriyorlar.

Oysa zamanında randevunuza gidiyorsunuz ekranda adınıza sıra gelmesini beklerken, hoop bir de bakıyorsunuz bir sığınmacı sizin önünüze geçmiş.

Ya sabır diyorsunuz. Dedim ya öyle bir perde var ki bir kısım insanımızın gözünde hala rezilliği algılamakta zorlanıyor.

3 dakikalık doktor görüşmesinden sonra, doktor size diyor ki “git şu tetkikleri yaptır öyle gel”, eğer doktor sizden ultrason ya da MR tetkiki istediyse yandınız ölmeden randevu alabildiyseniz şanslısınız.

Eh siz ne yapacaksınız, sorununuz devam ediyor; hadi bakalım özel hastanenin kucağına oturmaya.

Tabi bu arada orayı hastane zannediyorsunuz, nerden bileceksiniz ki oranın bir ticarethane olduğunu, kapısında hastane yazıyor. Giriyorsunuz döner kapısından içeriye, sanki hastaneye değil de otele gelmiş duygusu yaşıyorsunuz.  

Bir ilgi bir alaka

Sonra beyaz gömlekli boynunda steteskopu asılı, genellikle uzmanlığı ve yeterliliği tartışmalı birisinin karşısına oturuyorsunuz. Kısa bir dinlemeden sonra başlıyor sizden her türlü tahlil, tetkik  artık, allah ne verdiyse, gerekli gereksiz hükte hafif pahada ağır ne varsa istiyor.

Siz de adamın derdinize derman olacağının hayalini kuruyorsunuz. Hatta daha uç örneğine de tanık olduk sonunda, PKK teröründen hüküm giymiş 5 yıl hapis yatmış sonra afla çıkmış adamı, Hipokrat yeminine sadık kalabilecek bir doktor zannedebiliyorsunuz. Bu tür adamların koyduğu teşhisleri derdinize derman sanıyorsunuz ve sürecin sonunda da kabarık bir fatura  ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Soygunun en çirkin halidir bu. Öldürme pahasına soymak.

Düşünebiliyor musunuz?  Akparti öncesi yılda 2 milyon civarında ameliyat yapılırken, bu gün yılda 6 milyon civarında ameliyat yapılıyor. 3 katı. Çünkü özel hastanelerde bakılan hastaların parasını hastaneler devletten alıyor nasıl olsa. Onlar da gerekli gereksiz tuttuğu hastayı kesiyor. Eh, hasta zaten ekmek kadayıfı, bir de ameliyat olduğunda kaymaklı ekmek kadayıfı haline geliyor.

Sonuç: basit bir ilaç müdehalesi ile iyileşebilecek hastanın sağlığı hepten bozuluyor. Gözü perdeli vatandaşımız ise hala bu sanal doktorlardan aldığı hizmeti mükemmel bir sağlık sistemimiz var diye yorumlayabiliyor.

Akparti öncesi yılda ortalama 200 milyon hastane ziyareti varken, günümüzde bu rakam 850 milyon kişiye çıkmış. Devlet, bizden aldığı vergilerle gitmediğimiz hastanelere hasta garantisi vermesi nedeniyle para ödüyor ya… vatandaş da bari gideyim de boşuna para ödemiş olmayayım diyor her halde.Vatandaşımız pikniğe gider gibi hastaneye gidiyor ve bu soygunun sermayesi oluyor  sonuçta.

Hepimiz bu rezaleti şu anda bütün boyutları ile dehşet içinde izliyoruz. İnsan hayatının ticarete kurban edilmesi  süreci, bu gün, 2023 yılında bir ihbar ile açığa çıkmış bir skandal diye sunuluyor, oysa bu rezaletin 2003 yılında sağlık reformu adıyla yürürlüğe giren politikalarla başladığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu çürümüşlüğün bir benzer örneğini ben de yaşadım.

2011 yılıydı, Rahmetli annemin rahatsızlandığı bir gün ambulans çağırdık ve Annemi en yakın devlet hastanesine kaldırdık. Hastanenin yoğun bakımında, bakım var gerekçesi ile bizi özel bir hastanenin yoğun bakımına yönlendirdiler. Annemi tekrar ambulans ile Maltepe sahilde Sema hastanesine gönderdiler. Sonradan FETÖ örgütünün yatırımlarından biri olduğu anlaşılan bu hastanenin adını değiştirmişler. Bu gün o hastanenin adı Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Hastanesi. Annem hastanenin yoğun bakım ünitesinde aletlere bağlı bir şekilde 12 gün boyunca tutuldu ve sonunda hakkın rahmetine kavuştu. Bu gün yeniden değerlendirmeye aldığımda öldü mü yoksa öldürüldü mü!      Allah bilir.

Annem öğretmen emeklisiydi. Yani sosyal güvenlik sisteminin garantisi altındaydı ama ona rağmen yoğun bakımdayken kullanıldığı söylenen ilaçların bedeli olan, o zamanın parası ile 2800 lirayı benden talep ettiler. Ben duruma itiraz edince de cenazemi bana vermemekle tehdit ettiler. Çaresiz o parayı ödedik ve cenazemizi aldık. Yani hem devletten, hem de bizden tahsilat yaptılar.

O zaman memlekette adalet olduğu inancı ile çeşitli yerlere şikayetlerimiz oldu ama annemi öldüren sistem. Kimi kime şikayet edeceksin ki.

Yıllardır nefes, nefes şişen bu balon şimdi nihayet patladı. Ancak herkesi vatandaş olarak değil de müşteri olarak gören bu zihniyet değişmedikçe, sanmayın ki değişen bir şey olacak. Tıpkı memleketin diğer sorunlarında olduğu gibi.

Dedim ya deveye sormuşlar neren eğri diye, nerem doğru ki demiş.

Tüm yazılarını göster