Platonik aşk olayı

Efendim değerli okurumuz Zeki Bey demiş ki; Ebru hanım biraz yazılarınızda  platonik...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Efendim değerli okurumuz Zeki Bey demiş ki; Ebru hanım biraz yazılarınızda  platonik aşklardan bahsedin.

Hemen efendim bahsedeyim.

Mesela kendi platonik aşklarımdan başlarsam; ilk aşkım mahallemizin bakkalıydı sanıyorum. 4 ya da 5 yaşımda olabilirim.  Biribirinden güzel  gofret ve çikolataları adamcağız bana kendiliğinden getiriyor zannedip, çok sevinip hemen bir güzel yutardım. Dolayısıyla da adama büyük bir aşk duyardım.  Bu olayın  psikolojik açılımına bakınca; eve ekmek getiren adam sendromu diyebiliriz.

Biraz daha büyüdükten sonra, Büyükada’ da yazları bisiklete binerken, sürekli üstüne uçtuğum muhtarlığın, camını kırdıktan sonra, yardımıma koşan, falanca  restaurant’ ın sahibinin oğlu vardı. Ona platonik olarak aşık olmuştum. Yazları  birlikte bisiklete biner, deli gibi  yarış yapardık. Vay be….

Sonra yine ada da, evden atılmış ne kadar kap kacak, eski perde gibi bilimum ıvır zıvırı toplayıp dekor yaptığımız ve  sokak tiyatrosu oynadığımız,  oyundaki prense aşık olmuştum. Çocukcağız pek bir çirkindi, ağzındaki dişlerinin öndeki ikisi dökülmüş, geridekilerde aralıklı olarak kalmıştı. Sürekli  burnunu çekerdi.

Ama işte prens olmuştu ya, bende belli bir karizma havası yaratmıştı. Benim anlamadığım, o şişko halimle beni nasıl prenses yaptıklarıydı.

Her neyse demek ki, büyüyünce güzel olacağımı anlamışlar  o zamandan diyelim bari…..

Tabii bu arada bana da platonik olarak aşık olanlar vardı hani.

Bir tanesi, annemin arkadaşının oğluydu. Çocukcağız beni görünce heyecandan dili tutulur kekelemeye başlardı. Ben  de tam tersi  iki kelimeyi bir türlü bir araya getiremiyor diye çok kızardım. Çocuk egoizmi işte, şimdi o halinin aslında ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Ama o zaman müthiş kızardım.

Bir gün yine öğlen vakti annesiyle bize gelmişler, annemde bize ayrı yemek masası hazırlamış, başına ikimizi oturtmuştu, sanki romantik bir öğle yemeği yiyor gibi olduk. Bu duruma fena halde canım sıkılmıştı. Çocuk bir de; Hadi birbirimizin gözüne bakarak ayran içelim demez mi? Döküverdim ayranı üstüne. Rahatladım….

Benim gibi ciddi insana söylediği lafa bak….

Nişantaşı’ ndaki evimizde otururken, evin karşısına küçük bir market açılmıştı. Annemde oradan siparişler veriyor. Siparişleri de, marketin sahibinin yeğeni getiriyordu. Ben ilkokuldaysam mesela çocuk da ortabirde falan. Fakat bir çapkın ki, sipariş mi getiriyor, bana iltifat etmeye mi geliyor belli değil. Ben her gelişinde getirdiklerini alıp  güm diye kapıyı suratına kapatıyorum. Anlamıyor, daha da üzerime geliyor.  Artık naz mı yapıyorum zannediyor bilemiyorum.

Neyse bir gün yine böyle sepetini koluna takmış geldi siparişleri vermeye, sepeti yere koyup havalı havalı duruyor, kolunu da merdivenin trabzanına dayamış, bir ayağı arkada, saçlar limon kolonyasıyla özenle arkaya taranmış.

Demez mi bana Ebru hanım sizinle arkadaş olabilirmiyiz diye. Allahım beklediğim an geldi diye koluna bir saldırdım, çimdikliye çimdikliye zavallı çocuğun kolu kıpkırmızı yaptım. Sepetini de az daha kafasına indirip, kolunu ısıracaktım ki neyse  akıllı davranıp canını kurtardı.

Böyle bir edepsizlik hakimdi ben de….

Daha da çok böyle hikaye var bende ama platonik aşk deyince bu gün içimden bunlar  geldi sanırım bu kadar yeter. Arkası başka zamana diyelim.

Şaka bir tarafa aşk ister platonik, ister kanlı canlı olsun her zaman çok güzel bir duygu. Keşke tüm negatif duygulardan arınsak da hep aşkın içinde yaşasak. Ama bir erkeğe ya da kadına, bir dostumuza olsun, hiç ayırt etmeden hep aşk halinde kalsak…..Hele ki çocukluğumuzdaki masumiyeti yakalayarak aşkın içinde sarmalansak…..

  

">

Efendim değerli okurumuz Zeki Bey demiş ki; Ebru hanım biraz yazılarınızda  platonik aşklardan bahsedin.

Hemen efendim bahsedeyim.

Mesela kendi platonik aşklarımdan başlarsam; ilk aşkım mahallemizin bakkalıydı sanıyorum. 4 ya da 5 yaşımda olabilirim.  Biribirinden güzel  gofret ve çikolataları adamcağız bana kendiliğinden getiriyor zannedip, çok sevinip hemen bir güzel yutardım. Dolayısıyla da adama büyük bir aşk duyardım.  Bu olayın  psikolojik açılımına bakınca; eve ekmek getiren adam sendromu diyebiliriz.

Biraz daha büyüdükten sonra, Büyükada’ da yazları bisiklete binerken, sürekli üstüne uçtuğum muhtarlığın, camını kırdıktan sonra, yardımıma koşan, falanca  restaurant’ ın sahibinin oğlu vardı. Ona platonik olarak aşık olmuştum. Yazları  birlikte bisiklete biner, deli gibi  yarış yapardık. Vay be….

Sonra yine ada da, evden atılmış ne kadar kap kacak, eski perde gibi bilimum ıvır zıvırı toplayıp dekor yaptığımız ve  sokak tiyatrosu oynadığımız,  oyundaki prense aşık olmuştum. Çocukcağız pek bir çirkindi, ağzındaki dişlerinin öndeki ikisi dökülmüş, geridekilerde aralıklı olarak kalmıştı. Sürekli  burnunu çekerdi.

Ama işte prens olmuştu ya, bende belli bir karizma havası yaratmıştı. Benim anlamadığım, o şişko halimle beni nasıl prenses yaptıklarıydı.

Her neyse demek ki, büyüyünce güzel olacağımı anlamışlar  o zamandan diyelim bari…..

Tabii bu arada bana da platonik olarak aşık olanlar vardı hani.

Bir tanesi, annemin arkadaşının oğluydu. Çocukcağız beni görünce heyecandan dili tutulur kekelemeye başlardı. Ben  de tam tersi  iki kelimeyi bir türlü bir araya getiremiyor diye çok kızardım. Çocuk egoizmi işte, şimdi o halinin aslında ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Ama o zaman müthiş kızardım.

Bir gün yine öğlen vakti annesiyle bize gelmişler, annemde bize ayrı yemek masası hazırlamış, başına ikimizi oturtmuştu, sanki romantik bir öğle yemeği yiyor gibi olduk. Bu duruma fena halde canım sıkılmıştı. Çocuk bir de; Hadi birbirimizin gözüne bakarak ayran içelim demez mi? Döküverdim ayranı üstüne. Rahatladım….

Benim gibi ciddi insana söylediği lafa bak….

Nişantaşı’ ndaki evimizde otururken, evin karşısına küçük bir market açılmıştı. Annemde oradan siparişler veriyor. Siparişleri de, marketin sahibinin yeğeni getiriyordu. Ben ilkokuldaysam mesela çocuk da ortabirde falan. Fakat bir çapkın ki, sipariş mi getiriyor, bana iltifat etmeye mi geliyor belli değil. Ben her gelişinde getirdiklerini alıp  güm diye kapıyı suratına kapatıyorum. Anlamıyor, daha da üzerime geliyor.  Artık naz mı yapıyorum zannediyor bilemiyorum.

Neyse bir gün yine böyle sepetini koluna takmış geldi siparişleri vermeye, sepeti yere koyup havalı havalı duruyor, kolunu da merdivenin trabzanına dayamış, bir ayağı arkada, saçlar limon kolonyasıyla özenle arkaya taranmış.

Demez mi bana Ebru hanım sizinle arkadaş olabilirmiyiz diye. Allahım beklediğim an geldi diye koluna bir saldırdım, çimdikliye çimdikliye zavallı çocuğun kolu kıpkırmızı yaptım. Sepetini de az daha kafasına indirip, kolunu ısıracaktım ki neyse  akıllı davranıp canını kurtardı.

Böyle bir edepsizlik hakimdi ben de….

Daha da çok böyle hikaye var bende ama platonik aşk deyince bu gün içimden bunlar  geldi sanırım bu kadar yeter. Arkası başka zamana diyelim.

Şaka bir tarafa aşk ister platonik, ister kanlı canlı olsun her zaman çok güzel bir duygu. Keşke tüm negatif duygulardan arınsak da hep aşkın içinde yaşasak. Ama bir erkeğe ya da kadına, bir dostumuza olsun, hiç ayırt etmeden hep aşk halinde kalsak…..Hele ki çocukluğumuzdaki masumiyeti yakalayarak aşkın içinde sarmalansak…..

  

Tüm yazılarını göster