Tarihsel açıdan önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi bir dönüm noktası. İlk defa bir siyasi lider halk tarafından seçilecek. Yakın tarihimize baktığımız zaman Evren’in, Özal’ın, Demirel’in, Sezer’in ve Gül’ün Cumhurbaşkanlıkları gerçek anlamda seçim ve seçim kampanyasına bağlı olarak oluşmuş değil. Burada ayrıntıya girmek istemiyorum ayrı bir yazı konusu olur. Asıl üzerine eğilmek istediğim nokta başka;
Batı demokrasisi dışında başka bir temsil sistemi anlayışı var mı, yok mu? Eğer varsa, bu sistem nedir? Özellikle başlıkta adı geçen üç lidere yönelik Batı kaynaklı ya da Batı kriterlerinle göre yapılan eleştiriler neden bu liderlerin iktidarını değiştiremiyor? Bu liderlerin iddia edildiği gibi demokratik yönetimden uzaklaşıp keyfi yönetimlerimi söz konusu. Yoksa göremediğimiz başka faktörler mi var?
Putin:
Putin’in çizdiği tablo Rusya’ya onurunu iade eden lider görünümünde. Global oyunda eskisi kadar olmasa da yavaş, yavaş yerini alıyor. Soğuk Savaşı kaybeden Rusların incinen onurlarını tedavi etti. Devlet başkanı oldu, kendi adamını başbakan yaptı. Anayasaya uygun olsun diyerek gitti başbakan oldu, döndü tekrar devlet başkanı oldu.
Sovyetler çökünce Batı, Marksizm-Komünizm ideolojisinin yetersizliğini vurguladı. Belki doğru bir teşhisti fakat üzerinde durulmayan başka bir faktör daha vardı. Sovyet sisteminin aksamasında halkı bezdiren nedenlerin başında dağıtım kanallarının mafya tabir edeceğimiz çetelerin denetiminde olmasıydı. Putin devlet içindeki ve toplumda çöreklenmiş tüm çetelerin sonunu getirdi. Kendisini en büyük ‘Baba’ ilan etti ve sokakta asayişi tahsis etti. Günlük yaşamdaki belirsizlikleri ve kaosu bitirdi. Sıradan vatandaş için özgür medya, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi soyut kavramlar farkında olmadan buharlaştı. Bu kavramlar buharlaştı ama sokaktaki adamında fazla umuruna gelmedi. İç politikada etnik Çeçenlerin terör girişimleri dış politikada Rusya’nın Ukrayna üzerindeki tarihsel emelleri Putin’in yönetimde elini güçlendirdi. Gerekirse ’mikro –management’ yapıyor, halk tarafından destekleniyor ve seçiliyor.
Erdoğan:
Mazlumların temsilcisi olarak siyasete girdi. Soğuk Savaş sonrası dünya gerçeklerini doğru okuyamayan askeri ve sivil bürokrasinin ataletinden yaralanıp yönetime tüm ağırlığını koydu. Gümrük duvarları arkasında ergenlik çağını geçirmiş yerli sermayede durumu fark edemeyenler kervanına katılınca, Erdoğan 12 senedir seçimleri kazanmaya devam ediyor. Putin gibi o da yanına din adamlarını alarak kamuoyunun karşısına çıkıyor. Erdoğan’da çetelere ve mafyaya son verdi. Erdoğan’da sokağa sükunet getirdi. Her ikisi de medya ve protestoculara karşı taviz vermiyor hatta oldukça sert davranıyor.
Hem Erdoğan hem Putin özellikle toplumun en alt kesimlerinin ekonomik refahını gözle gözüken ölçüde arttırdı.
Her iki liderde geçmişte kalan iki imparatorluğun külleri üzerine inşa edilmiş siyasal yapılanmanın tepesinde oturuyor.
Özellikle Türkiye’de, özgürlüklerin savunucusu olması gereken medya, Abdulhamid zamanında atılan tohumlarının DNA’sından dolayı, sabıkası kalın bir kurum. Sabıka kaydı kalabalık medya doğal olarak lider Erdoğan’ın hedefinde. Osmanlı’dan bu yana hem iktidara hem muhalefete oynamış kurum olarak medya kontrol savaşlarının vazgeçilmez alanı. Rusya’da medya her zaman tek taraflı olduğu için Putin bu konuda Erdoğan kadar yoğun değil.
Sezar’ın hakkı Sezar’a misali her iki lider ve yönettikleri ülkeler elverişli küresel koşullardan da yararlanarak yönetim sürelerinle rekor kırdılar. Petrol fiyatlarının yükselmesi Putin’in dünyada likidite fazlası Erdoğan’ın elini güçlendirdi.
Modi:
Modi dünyanın en büyük nüfuslu ülkesi Hindistan’ın çiçeği burnunda başbakanı. O da Putin ve Erdoğan gibi yerel politikanın fidanlığında yeşermiş ( Putin St. Petersburg Erdoğan İstanbul belediyesinden). Hindistan’ın önemli eyaletlerinden Gujarat’ın 13 sene boyunca baş yöneticisi olmuş. Modi tipik bir Hindu milliyetçisi. 2002 Gujarat ayaklanmasında Gezi ve Moskova’da yaşananlara benzer reaksiyonlar verildi. Modi olaylar karşısındaki tutumuyla otoriter ve faşist damgası yedi.
Modi son genel seçimleri başında bulunduğu eyaleti ekonomik olarak başarılara taşıdığı için seçildi. Son yıllarda Hindistan’ın üzerine serpilmiş ekonomik ölü toprağı vatandaşın oylarını Modi’ye yöneltmesine neden oldu. Medya Modi’yi sevmiyor. Onu ayırımcı, başkalaştırıcı ve tartışmalı buluyor. Modi Hintli Müslümanlardan hoşnut olmadığını açıkça ifade ediyor. Yani onunda hedef aldığı bir dini grup var
Modi’in ilk seçimi başarıyla sonuçlandı. Bakalım o da Putin ve Erdoğan gibi üst üste seçim zaferleri tadacak mı?
Ortak Paydalar Ne?
Seçim hilesi, sindirilmiş medya, polis gücü vs gibi kolaya kaçan bahanelerle yukarıda çizmeye çalıştığım tabloyu analiz etmek gerçekçi olmaz sanırım.
Bu dünyadan gelip geçmiş yeterince ilham kaynağı olacak düşünür var. Aklıma ilk gelen ‘Orientalizm’ kavramını geliştiren Edward Said oluyor. Bende diyorum ki Said’in savladığı gibi eğer sanatta, edebiyatta ve müzikte bir orientalizm varsa neden siyasette de olmasın. Eğer Batırın rasyonel üstünlüğünü kabul ettirmek için yaratığı bir ‘Orientalizm’ kavramı varsa neden bu mantığı siyasete yansıtmayalım. Neden bir ‘Orientalizm’ demokrasisinden söz etmeyelim.
Aklıma gelen ikinci ilham kaynağı Fransız düşünür Michel Foucault oluyor. Ünlü Söylem ( Discourse) analizinde kelimeler, semboller, dilbilim, giderek daha büyük bir kitleyi oluşturan toplamın parçaları olmakta. Politik ekonomi ve sosyolojik yapılanma bunun en güzel örneklerini oluşturmakta. Foucault’a göre hiçbir söylem boşlukta ve izole durmadığı için başka daha geniş söylemlerin parçasını oluşturmakta. Sonuçta ortaya kitleleri yönlendiren bir söylem ortaya çıkmakta.
Bende diyorum ki söylemler ya da Orient’e yakışan tanımlamayla Muhabbetler belli bir insani coğrafya oluşturmakta. Bu insani coğrafya fiziki coğrafyadan farklı olarak söz konusu toplumların tarihsel koşulları içinde Rus, Hint ve Anadolu insanının yaşam çizgilerinin kesişmesine yol açıyor. Kültür, sosyoloji ve siyaseti bu genişleştirilmiş muhabbet ağı şekillendiriyor
Bizler kısa ve öz tanımlamalara meraklı bir toplumuz. Anlaşılması için; Özetle diye biliriz ki, Batı tipi demokrasinin özümleyemediği ‘Orientalist Demokrasi’, ve onun ateşine odun taşıyan ‘Orientalist Muhabbet’ söyleminin yarattığı siyasi iklimde yetişiyoruz ve yaşıyoruz. Dikkat! Bu iklimde yetişen lider söylemiyle boşlukta ve izole yetişmiyor o da başka ve daha büyük muhabbetlerin bir parçası oluyor.
Beklentilerinizi bu gerçeklere göre ayarlayınız.
Önümüzdeki seçimi beklenildiği gibi Erdoğan kazanırsa yukarıda bir iki fırça darbesiyle çizmeye çalıştığım tablonun ( eksik olduğunu bilsem de) yapılacak analizlere ışık tutmasını umut ediyorum.
17 Temmuz 2014
">Tarihsel açıdan önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi bir dönüm noktası. İlk defa bir siyasi lider halk tarafından seçilecek. Yakın tarihimize baktığımız zaman Evren’in, Özal’ın, Demirel’in, Sezer’in ve Gül’ün Cumhurbaşkanlıkları gerçek anlamda seçim ve seçim kampanyasına bağlı olarak oluşmuş değil. Burada ayrıntıya girmek istemiyorum ayrı bir yazı konusu olur. Asıl üzerine eğilmek istediğim nokta başka;
Batı demokrasisi dışında başka bir temsil sistemi anlayışı var mı, yok mu? Eğer varsa, bu sistem nedir? Özellikle başlıkta adı geçen üç lidere yönelik Batı kaynaklı ya da Batı kriterlerinle göre yapılan eleştiriler neden bu liderlerin iktidarını değiştiremiyor? Bu liderlerin iddia edildiği gibi demokratik yönetimden uzaklaşıp keyfi yönetimlerimi söz konusu. Yoksa göremediğimiz başka faktörler mi var?
Putin:
Putin’in çizdiği tablo Rusya’ya onurunu iade eden lider görünümünde. Global oyunda eskisi kadar olmasa da yavaş, yavaş yerini alıyor. Soğuk Savaşı kaybeden Rusların incinen onurlarını tedavi etti. Devlet başkanı oldu, kendi adamını başbakan yaptı. Anayasaya uygun olsun diyerek gitti başbakan oldu, döndü tekrar devlet başkanı oldu.
Sovyetler çökünce Batı, Marksizm-Komünizm ideolojisinin yetersizliğini vurguladı. Belki doğru bir teşhisti fakat üzerinde durulmayan başka bir faktör daha vardı. Sovyet sisteminin aksamasında halkı bezdiren nedenlerin başında dağıtım kanallarının mafya tabir edeceğimiz çetelerin denetiminde olmasıydı. Putin devlet içindeki ve toplumda çöreklenmiş tüm çetelerin sonunu getirdi. Kendisini en büyük ‘Baba’ ilan etti ve sokakta asayişi tahsis etti. Günlük yaşamdaki belirsizlikleri ve kaosu bitirdi. Sıradan vatandaş için özgür medya, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi soyut kavramlar farkında olmadan buharlaştı. Bu kavramlar buharlaştı ama sokaktaki adamında fazla umuruna gelmedi. İç politikada etnik Çeçenlerin terör girişimleri dış politikada Rusya’nın Ukrayna üzerindeki tarihsel emelleri Putin’in yönetimde elini güçlendirdi. Gerekirse ’mikro –management’ yapıyor, halk tarafından destekleniyor ve seçiliyor.
Erdoğan:
Mazlumların temsilcisi olarak siyasete girdi. Soğuk Savaş sonrası dünya gerçeklerini doğru okuyamayan askeri ve sivil bürokrasinin ataletinden yaralanıp yönetime tüm ağırlığını koydu. Gümrük duvarları arkasında ergenlik çağını geçirmiş yerli sermayede durumu fark edemeyenler kervanına katılınca, Erdoğan 12 senedir seçimleri kazanmaya devam ediyor. Putin gibi o da yanına din adamlarını alarak kamuoyunun karşısına çıkıyor. Erdoğan’da çetelere ve mafyaya son verdi. Erdoğan’da sokağa sükunet getirdi. Her ikisi de medya ve protestoculara karşı taviz vermiyor hatta oldukça sert davranıyor.
Hem Erdoğan hem Putin özellikle toplumun en alt kesimlerinin ekonomik refahını gözle gözüken ölçüde arttırdı.
Her iki liderde geçmişte kalan iki imparatorluğun külleri üzerine inşa edilmiş siyasal yapılanmanın tepesinde oturuyor.
Özellikle Türkiye’de, özgürlüklerin savunucusu olması gereken medya, Abdulhamid zamanında atılan tohumlarının DNA’sından dolayı, sabıkası kalın bir kurum. Sabıka kaydı kalabalık medya doğal olarak lider Erdoğan’ın hedefinde. Osmanlı’dan bu yana hem iktidara hem muhalefete oynamış kurum olarak medya kontrol savaşlarının vazgeçilmez alanı. Rusya’da medya her zaman tek taraflı olduğu için Putin bu konuda Erdoğan kadar yoğun değil.
Sezar’ın hakkı Sezar’a misali her iki lider ve yönettikleri ülkeler elverişli küresel koşullardan da yararlanarak yönetim sürelerinle rekor kırdılar. Petrol fiyatlarının yükselmesi Putin’in dünyada likidite fazlası Erdoğan’ın elini güçlendirdi.
Modi:
Modi dünyanın en büyük nüfuslu ülkesi Hindistan’ın çiçeği burnunda başbakanı. O da Putin ve Erdoğan gibi yerel politikanın fidanlığında yeşermiş ( Putin St. Petersburg Erdoğan İstanbul belediyesinden). Hindistan’ın önemli eyaletlerinden Gujarat’ın 13 sene boyunca baş yöneticisi olmuş. Modi tipik bir Hindu milliyetçisi. 2002 Gujarat ayaklanmasında Gezi ve Moskova’da yaşananlara benzer reaksiyonlar verildi. Modi olaylar karşısındaki tutumuyla otoriter ve faşist damgası yedi.
Modi son genel seçimleri başında bulunduğu eyaleti ekonomik olarak başarılara taşıdığı için seçildi. Son yıllarda Hindistan’ın üzerine serpilmiş ekonomik ölü toprağı vatandaşın oylarını Modi’ye yöneltmesine neden oldu. Medya Modi’yi sevmiyor. Onu ayırımcı, başkalaştırıcı ve tartışmalı buluyor. Modi Hintli Müslümanlardan hoşnut olmadığını açıkça ifade ediyor. Yani onunda hedef aldığı bir dini grup var
Modi’in ilk seçimi başarıyla sonuçlandı. Bakalım o da Putin ve Erdoğan gibi üst üste seçim zaferleri tadacak mı?
Ortak Paydalar Ne?
Seçim hilesi, sindirilmiş medya, polis gücü vs gibi kolaya kaçan bahanelerle yukarıda çizmeye çalıştığım tabloyu analiz etmek gerçekçi olmaz sanırım.
Bu dünyadan gelip geçmiş yeterince ilham kaynağı olacak düşünür var. Aklıma ilk gelen ‘Orientalizm’ kavramını geliştiren Edward Said oluyor. Bende diyorum ki Said’in savladığı gibi eğer sanatta, edebiyatta ve müzikte bir orientalizm varsa neden siyasette de olmasın. Eğer Batırın rasyonel üstünlüğünü kabul ettirmek için yaratığı bir ‘Orientalizm’ kavramı varsa neden bu mantığı siyasete yansıtmayalım. Neden bir ‘Orientalizm’ demokrasisinden söz etmeyelim.
Aklıma gelen ikinci ilham kaynağı Fransız düşünür Michel Foucault oluyor. Ünlü Söylem ( Discourse) analizinde kelimeler, semboller, dilbilim, giderek daha büyük bir kitleyi oluşturan toplamın parçaları olmakta. Politik ekonomi ve sosyolojik yapılanma bunun en güzel örneklerini oluşturmakta. Foucault’a göre hiçbir söylem boşlukta ve izole durmadığı için başka daha geniş söylemlerin parçasını oluşturmakta. Sonuçta ortaya kitleleri yönlendiren bir söylem ortaya çıkmakta.
Bende diyorum ki söylemler ya da Orient’e yakışan tanımlamayla Muhabbetler belli bir insani coğrafya oluşturmakta. Bu insani coğrafya fiziki coğrafyadan farklı olarak söz konusu toplumların tarihsel koşulları içinde Rus, Hint ve Anadolu insanının yaşam çizgilerinin kesişmesine yol açıyor. Kültür, sosyoloji ve siyaseti bu genişleştirilmiş muhabbet ağı şekillendiriyor
Bizler kısa ve öz tanımlamalara meraklı bir toplumuz. Anlaşılması için; Özetle diye biliriz ki, Batı tipi demokrasinin özümleyemediği ‘Orientalist Demokrasi’, ve onun ateşine odun taşıyan ‘Orientalist Muhabbet’ söyleminin yarattığı siyasi iklimde yetişiyoruz ve yaşıyoruz. Dikkat! Bu iklimde yetişen lider söylemiyle boşlukta ve izole yetişmiyor o da başka ve daha büyük muhabbetlerin bir parçası oluyor.
Beklentilerinizi bu gerçeklere göre ayarlayınız.
Önümüzdeki seçimi beklenildiği gibi Erdoğan kazanırsa yukarıda bir iki fırça darbesiyle çizmeye çalıştığım tablonun ( eksik olduğunu bilsem de) yapılacak analizlere ışık tutmasını umut ediyorum.
17 Temmuz 2014