Paris Anlaşması’na katılmayan Türkiye en çok kendine zarar veriyor

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı... "Dünyayı felakete götüren bir tehdit karşısında işbirliğinin dışında kalmak, her şeyden önce ahlaki ve vicdani sorumlulukla bağdaşmıyor. Paris Anlaşması’na katılmayan Türkiye en çok kendisine zarar veriyor."

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

ABD Başkanı Joe Biden yönetimi geçtiğimiz hafta 40 ülkenin davet edildiği İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yaptı. Küresel iklim işbirliğinin en önemli platformu Paris Anlaşması’nı onaylamamış olmasına rağmen, beklenti ima eden bir jestle Türkiye de davet edildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşma yaptı. Benim umudum, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na katılacağını açıklamasıydı. Ama öyle olmadı, büyük bir fırsat kaçtı

Siyasi kadrolar ve üst düzey bürokratların açıklamalarına göre, Paris Anlaşması’na katılmama nedeni Türkiye’nin Yeşil Çevre Fonu’ndan kredi alamaması. Fon’a ABD, Avrupa, Japonya gibi gelişmiş ülkeler bağış yapıyor. Kore, Meksika, Endonezya gibi ülkeler kredi alabiliyor ama biz alamıyoruz. Çünkü Türkiye, anlaşma ekindeki ‘gelişmiş ülkeler’ listesine koyuldu, bize adaletsizlik yapıldı. Önce o listeden çıkalım sonra katılacağız, diyorlar.

Gerekçeler hiç ikna edici değil.

‘Lider iyi ama çevresi kötü’ yorumlarına itibar etmem, çünkü çevresini seçen son tahlilde liderdir. Ancak iklim değişikliği karmaşık bir konu. Burada siyasi kadrolar ve bürokraside yetersizlik sorunu açık.

Paris Anlaşması 2015’te imzalandı ve 1997 tarihli Kyoto Protokolü’nün yerini aldı. 2007’de TBMM Çevre Komisyonu Başkanı olduğumda, ilk hedefimiz Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin katılmasını sağlamak oldu. Ama başta o zaman üyesi olduğum AKP dahil tüm partiler (HDP hariç), istisnasız bütün bakanlıklar, DPT gibi önemli bürokrasi, hatta özel sektör hemen herkes karşıydı. En sert karşı duran kalelerden biri, hayret verici şekilde direnen Dışişleri Bakanlığı idi. Gerekçe, Kyoto’nun Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu ve kalkınmasını engelleyeceği idi. Çevre Bakanı dahi “Kyoto’yu imzalamayacağız, çünkü bize maliyeti 500 milyon dolar” diye demeç veriyordu.

Tabii o gerekçeler geçerli değildi. Kyoto’yu onaylamak aksine Türkiye’nin çıkarınaydı. Sonuçta uzun uğraşlar ve tüm taraflarla tek tek konuşarak 2008’de, uygulamaya girdikten 11 yıl sonra Kyoto’yu tüm partilerin desteğiyle TBMM’den geçirdik. Dileyenler o hikayenin ayrıntılarını son kitabımda bulabilir. Yaygın olarak ileri sürüldüğünün aksine, Türkiye 5 dolar bile zarara uğramadı.

Şimdi yine benzer ama daha ciddi bir durum var.

Yeşil Çevre Fonu’na 100 milyar $ toplanacak, ama bu güne dek on yıl geçti sadece 10 milyar toplanabildi. O miktarın çok büyük kısmı Afrika ülkelerine, küçük ada devletlerine ve en az gelişmiş ülkelere gitti. Fon kaç yılda 100 milyarı bulacak belli değil, ama öncelik değişmeyecek. Doğrusu da bu.

Evet Meksika, Arjantin gibi ülkeler de kredi alıyor. Ama yüzde olarak çok az. Ayrıca sadece zenginler veriyor değil. Kore, Endonezya, Meksika gibi ülkeler, hatta sembolik de olsa Moğolistan bile Fon’a bağış yaptı. Avrupa ülkelerinden Macaristan, Bulgaristan, Romanya bağış yaptı.

Yeşil Fon’a Türkiye niçin bağış yapmıyor? AKP sözcüleri “Türkiye ekonomisinin gelişmiş ülkelerden dahi ilerde olduğunu, dünyada bir numara olduğunu” açıklamıyor mu?

Başkaları Türkiye’yi gelişmiş ülkeler listesine koyarak adaletsizlik yapmış değil. 1992’de Brezilya’nın Rio de Janerio kentindeki ilk iklim zirvesinde, Türkiye’nin kendisi “gelişmiş ülkeler” listesine girmeyi istedi. Hiç kimse zorla koymadı. Şimdi 200 civarındaki ülkeye liste değiştirme yolunun açılmasına pek sıcak bakılmıyor ve karmaşık dev organizasyon içinde böyle kararlar alınması zor.

Türkiye yıllardır gelişmiş ülkeler listesinden çıkmaya çalıştı, henüz başaramadı. Bu çabaya devam etmekte sakınca yok. Ama bu durum, sürdürülebilir ekonomiye geçiş için yoğun çaba gösterme ve Paris Anlaşması’na katılma önünde hiçbir mantıklı engel oluşturmuyor.

Türkiye sürdürülebilir ekonomiye geçişte en gerilerde. Basit bir örnek görelim. Yaklaşık aynı nüfusa sahip Almanya’nın sadece 2020’de yaptığı güneş panelleri kurulu gücü 4,9 MW. Türkiye’nin bugüne dek başardığı toplam kurulu güç 6.9 MW. Almanya’nın 17 ayda yaptığı kadar.

Almanya’nın toplamı 54 GW. Bunun hemen tamamını son 20 yılda yaptılar. 2030 hedefi 100 GW. Aynı tarih için Türkiye’nin hedefi 10 GW, Almanya’nın %10’u. Üstelik coğrafya nedeniyle, bizde güneş panelleri fotovoltaik verimliliği Almanya’dan %50 daha yüksek, o oranda daha kârlı. Teknoloji basit ve yatırım kendi kendini finanse ediyor. Türkiye niçin bu kadar geride?

Paris Anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin öncelikle iki bildirimde bulunması gerekiyor. Sıfır sera gazı emisyonu, yani sıfır karbon ekonomisine hangi tarihte ulaşmayı hedefliyor? Türkiye için bir süre daha sera gazı salımı artışı makul; ama hangi tarihte zirveye ulaşıp indirimlere başlamayı hedefliyor?

Bu hedeflere, ‘milli koşullara göre belirlenmiş katkılar’ adı veriliyor (nationally determined contributions ). Her ülke kendi koşullarına göre hedeflerini belirliyor. Zorlama yok. Hedefe ulaşılamazsa yaptırım yok.

Sadece gelişmiş ülkeler değil, Çin veya Brezilya dahil dünya ekonomisinin %75’sini temsil eden 80 civarında ülke hedeflerini açıkladı. Açıklamayanlar daha çok Afrika ve Güney Asya ülkeleri.

Türkiye hedef açıklamadı. Bildirimi, 2030’da hiçbir önlem almadığım duruma göre (business as usual) %21 indirim yapacağım şeklinde oldu. Ama bu bildirim, gerekli hedefleri içermiyor.

Çin, emisyonlar 2030’a kadar yükselecek, sonra düşmeye başlayacak ve 2060’de karbon sıfır ekonomiye geçeceğiz diyor. Çin, Rusya, Brezilya, Arjantin, Kore, Güney Afrika gibi ülkelerin hepsi hedef bildirdi. Türkiye niçin hedef açıklamıyor?

Fon’dan kredi alınamaması hedef açıklamamak için gerekçe değil. Sıfır kredi ile hedeflerin neler olduğu, ne kadar kredi alınırsa ilave indirimin ne kadar olacağı açıklanabilir. Böylece kredi bulması kolaylaşır. Zaten Fon’dan hiç kredi alamasa bile, ciddi hedefler ve projeler belirlese, sıfır karbon ekonomisine geçiş için Türkiye’nin başka pek çok kaynaktan kredi bulması kolay.

Dünyayı felakete götüren bir tehdit karşısında işbirliğinin dışında kalmak, her şeyden önce ahlaki ve vicdani sorumlulukla bağdaşmıyor. Esasen, milli çıkarlarımızı koruyoruz diye, dünyada hızla gelişen yeni teknolojilerin ve sürdürülebilir yeni ekonominin uzağında kalmak Türkiye’nin çıkarlarına zarar veriyor.

Zarar giderek artabilir. Ankara’daki siyaset ve bürokrasi seçkinleri dünyadaki değişime yeterince ayak uyduramıyor.

Nobel ödüllü ekonomi profesörü William Nordhaus kısa süre önce ünlü Foreign Affairs dergisinde yayınladığı makalede, Kyoto-Paris düzeninin işlemediğini yazdı. Nordhaus’a göre en çok 1,5 derecede tutulması gereken sıcaklık artışı başarılamayacak. Dünya felakete doğru gidiyor. Nedeni Kyoto-Paris sisteminin yaptırım öngörmemesi. Nordhaus, ‘İklim Kulübü’ (Climate Club) dediği yeni bir düzen öneriyor. Karbon emisyonlarını uygun düzeyde tutan ülkeler Kulübe üye olacak, diğerlerine ceza uygulayacaklar. Olası ceza yöntemlerinden biri, o ülkelerin yaptığı ihracata özel vergi uygulanması.

Nordhaus’un önerdiği sadece bir ilk taslak. Ama benzer yöntemler yaygın şekilde konuşuluyor (karbon vergisi, vs.). Yakın bir gelecekte, karbon emisyonları yüksek ülkelere, şu veya bu şekilde yaptırım uygulamaları başlayabilir.

Blackrock dünyanın en büyük fon yönetim şirketi, 8 trilyon dolar sermaye yönetiyor. Son yıllık genel kurul toplantısında iklim konusu gündemin başındaydı. Artık bütün dünyada yatırım yaptığı şirketlerin olabildiğince sürdürülebilir üretimde bulunmasını istiyorlar. Bir süre sonra Blackwood yatırımlarının toplamda karbon emisyonu sıfır şirketlerden oluşması kararı alındı. Aynı eğilim Batı’daki bütün yatırımcılar ve özel şirketler arasında hızla güçleniyor.

Yakında Batılı turistler için, otel işletmesinin veya o ülkenin sürdürebilir ekonomiye sahip olması gibi benzer talepler görebiliriz.

Sürdürülebilir ekonomiye geçiş zaman alan bir süreç. Türkiye bugün yaptığı gibi işi ağırdan alırsa, önümüzdeki yıllarda ciddi maliyetler ödemek zorunda kalabilir.

Paris Anlaşması’na katılmayan Türkiye en çok kendisine zarar veriyor.

Siyaset ve bürokrasi seçkinlerine önerim, sivil toplum kuruluşlarında çalışan genç uzmanlardan yararlansınlar. Onlara nasihat ve ayar vermek yerine, dediklerini daha çok dinlesinler. Çünkü o genç uzmanlar genellikle siyaset ve bürokrasi seçkinlerinden daha fazla bilgiye sahip. Orada uluslararası kalitede uzmanlarımız var.

Kyoto’nun onaylanması sürecinde, Ankara’da gönüllü bir kuruluşta çalışan genç uzman Yunus Arıkan’dan büyük yardım aldım, muazzam bilgisinden çok yararlandım. Yunus şimdi tüm dünya kentlerine iklim değişikliğine uyum desteği sağlayan Almanya’daki ICLEI adlı kurumda üst düzey yönetici olarak çalışıyor.

Kaynak: Halukozdalga.com

">

ABD Başkanı Joe Biden yönetimi geçtiğimiz hafta 40 ülkenin davet edildiği İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yaptı. Küresel iklim işbirliğinin en önemli platformu Paris Anlaşması’nı onaylamamış olmasına rağmen, beklenti ima eden bir jestle Türkiye de davet edildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşma yaptı. Benim umudum, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na katılacağını açıklamasıydı. Ama öyle olmadı, büyük bir fırsat kaçtı

Siyasi kadrolar ve üst düzey bürokratların açıklamalarına göre, Paris Anlaşması’na katılmama nedeni Türkiye’nin Yeşil Çevre Fonu’ndan kredi alamaması. Fon’a ABD, Avrupa, Japonya gibi gelişmiş ülkeler bağış yapıyor. Kore, Meksika, Endonezya gibi ülkeler kredi alabiliyor ama biz alamıyoruz. Çünkü Türkiye, anlaşma ekindeki ‘gelişmiş ülkeler’ listesine koyuldu, bize adaletsizlik yapıldı. Önce o listeden çıkalım sonra katılacağız, diyorlar.

Gerekçeler hiç ikna edici değil.

‘Lider iyi ama çevresi kötü’ yorumlarına itibar etmem, çünkü çevresini seçen son tahlilde liderdir. Ancak iklim değişikliği karmaşık bir konu. Burada siyasi kadrolar ve bürokraside yetersizlik sorunu açık.

Paris Anlaşması 2015’te imzalandı ve 1997 tarihli Kyoto Protokolü’nün yerini aldı. 2007’de TBMM Çevre Komisyonu Başkanı olduğumda, ilk hedefimiz Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin katılmasını sağlamak oldu. Ama başta o zaman üyesi olduğum AKP dahil tüm partiler (HDP hariç), istisnasız bütün bakanlıklar, DPT gibi önemli bürokrasi, hatta özel sektör hemen herkes karşıydı. En sert karşı duran kalelerden biri, hayret verici şekilde direnen Dışişleri Bakanlığı idi. Gerekçe, Kyoto’nun Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu ve kalkınmasını engelleyeceği idi. Çevre Bakanı dahi “Kyoto’yu imzalamayacağız, çünkü bize maliyeti 500 milyon dolar” diye demeç veriyordu.

Tabii o gerekçeler geçerli değildi. Kyoto’yu onaylamak aksine Türkiye’nin çıkarınaydı. Sonuçta uzun uğraşlar ve tüm taraflarla tek tek konuşarak 2008’de, uygulamaya girdikten 11 yıl sonra Kyoto’yu tüm partilerin desteğiyle TBMM’den geçirdik. Dileyenler o hikayenin ayrıntılarını son kitabımda bulabilir. Yaygın olarak ileri sürüldüğünün aksine, Türkiye 5 dolar bile zarara uğramadı.

Şimdi yine benzer ama daha ciddi bir durum var.

Yeşil Çevre Fonu’na 100 milyar $ toplanacak, ama bu güne dek on yıl geçti sadece 10 milyar toplanabildi. O miktarın çok büyük kısmı Afrika ülkelerine, küçük ada devletlerine ve en az gelişmiş ülkelere gitti. Fon kaç yılda 100 milyarı bulacak belli değil, ama öncelik değişmeyecek. Doğrusu da bu.

Evet Meksika, Arjantin gibi ülkeler de kredi alıyor. Ama yüzde olarak çok az. Ayrıca sadece zenginler veriyor değil. Kore, Endonezya, Meksika gibi ülkeler, hatta sembolik de olsa Moğolistan bile Fon’a bağış yaptı. Avrupa ülkelerinden Macaristan, Bulgaristan, Romanya bağış yaptı.

Yeşil Fon’a Türkiye niçin bağış yapmıyor? AKP sözcüleri “Türkiye ekonomisinin gelişmiş ülkelerden dahi ilerde olduğunu, dünyada bir numara olduğunu” açıklamıyor mu?

Başkaları Türkiye’yi gelişmiş ülkeler listesine koyarak adaletsizlik yapmış değil. 1992’de Brezilya’nın Rio de Janerio kentindeki ilk iklim zirvesinde, Türkiye’nin kendisi “gelişmiş ülkeler” listesine girmeyi istedi. Hiç kimse zorla koymadı. Şimdi 200 civarındaki ülkeye liste değiştirme yolunun açılmasına pek sıcak bakılmıyor ve karmaşık dev organizasyon içinde böyle kararlar alınması zor.

Türkiye yıllardır gelişmiş ülkeler listesinden çıkmaya çalıştı, henüz başaramadı. Bu çabaya devam etmekte sakınca yok. Ama bu durum, sürdürülebilir ekonomiye geçiş için yoğun çaba gösterme ve Paris Anlaşması’na katılma önünde hiçbir mantıklı engel oluşturmuyor.

Türkiye sürdürülebilir ekonomiye geçişte en gerilerde. Basit bir örnek görelim. Yaklaşık aynı nüfusa sahip Almanya’nın sadece 2020’de yaptığı güneş panelleri kurulu gücü 4,9 MW. Türkiye’nin bugüne dek başardığı toplam kurulu güç 6.9 MW. Almanya’nın 17 ayda yaptığı kadar.

Almanya’nın toplamı 54 GW. Bunun hemen tamamını son 20 yılda yaptılar. 2030 hedefi 100 GW. Aynı tarih için Türkiye’nin hedefi 10 GW, Almanya’nın %10’u. Üstelik coğrafya nedeniyle, bizde güneş panelleri fotovoltaik verimliliği Almanya’dan %50 daha yüksek, o oranda daha kârlı. Teknoloji basit ve yatırım kendi kendini finanse ediyor. Türkiye niçin bu kadar geride?

Paris Anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin öncelikle iki bildirimde bulunması gerekiyor. Sıfır sera gazı emisyonu, yani sıfır karbon ekonomisine hangi tarihte ulaşmayı hedefliyor? Türkiye için bir süre daha sera gazı salımı artışı makul; ama hangi tarihte zirveye ulaşıp indirimlere başlamayı hedefliyor?

Bu hedeflere, ‘milli koşullara göre belirlenmiş katkılar’ adı veriliyor (nationally determined contributions ). Her ülke kendi koşullarına göre hedeflerini belirliyor. Zorlama yok. Hedefe ulaşılamazsa yaptırım yok.

Sadece gelişmiş ülkeler değil, Çin veya Brezilya dahil dünya ekonomisinin %75’sini temsil eden 80 civarında ülke hedeflerini açıkladı. Açıklamayanlar daha çok Afrika ve Güney Asya ülkeleri.

Türkiye hedef açıklamadı. Bildirimi, 2030’da hiçbir önlem almadığım duruma göre (business as usual) %21 indirim yapacağım şeklinde oldu. Ama bu bildirim, gerekli hedefleri içermiyor.

Çin, emisyonlar 2030’a kadar yükselecek, sonra düşmeye başlayacak ve 2060’de karbon sıfır ekonomiye geçeceğiz diyor. Çin, Rusya, Brezilya, Arjantin, Kore, Güney Afrika gibi ülkelerin hepsi hedef bildirdi. Türkiye niçin hedef açıklamıyor?

Fon’dan kredi alınamaması hedef açıklamamak için gerekçe değil. Sıfır kredi ile hedeflerin neler olduğu, ne kadar kredi alınırsa ilave indirimin ne kadar olacağı açıklanabilir. Böylece kredi bulması kolaylaşır. Zaten Fon’dan hiç kredi alamasa bile, ciddi hedefler ve projeler belirlese, sıfır karbon ekonomisine geçiş için Türkiye’nin başka pek çok kaynaktan kredi bulması kolay.

Dünyayı felakete götüren bir tehdit karşısında işbirliğinin dışında kalmak, her şeyden önce ahlaki ve vicdani sorumlulukla bağdaşmıyor. Esasen, milli çıkarlarımızı koruyoruz diye, dünyada hızla gelişen yeni teknolojilerin ve sürdürülebilir yeni ekonominin uzağında kalmak Türkiye’nin çıkarlarına zarar veriyor.

Zarar giderek artabilir. Ankara’daki siyaset ve bürokrasi seçkinleri dünyadaki değişime yeterince ayak uyduramıyor.

Nobel ödüllü ekonomi profesörü William Nordhaus kısa süre önce ünlü Foreign Affairs dergisinde yayınladığı makalede, Kyoto-Paris düzeninin işlemediğini yazdı. Nordhaus’a göre en çok 1,5 derecede tutulması gereken sıcaklık artışı başarılamayacak. Dünya felakete doğru gidiyor. Nedeni Kyoto-Paris sisteminin yaptırım öngörmemesi. Nordhaus, ‘İklim Kulübü’ (Climate Club) dediği yeni bir düzen öneriyor. Karbon emisyonlarını uygun düzeyde tutan ülkeler Kulübe üye olacak, diğerlerine ceza uygulayacaklar. Olası ceza yöntemlerinden biri, o ülkelerin yaptığı ihracata özel vergi uygulanması.

Nordhaus’un önerdiği sadece bir ilk taslak. Ama benzer yöntemler yaygın şekilde konuşuluyor (karbon vergisi, vs.). Yakın bir gelecekte, karbon emisyonları yüksek ülkelere, şu veya bu şekilde yaptırım uygulamaları başlayabilir.

Blackrock dünyanın en büyük fon yönetim şirketi, 8 trilyon dolar sermaye yönetiyor. Son yıllık genel kurul toplantısında iklim konusu gündemin başındaydı. Artık bütün dünyada yatırım yaptığı şirketlerin olabildiğince sürdürülebilir üretimde bulunmasını istiyorlar. Bir süre sonra Blackwood yatırımlarının toplamda karbon emisyonu sıfır şirketlerden oluşması kararı alındı. Aynı eğilim Batı’daki bütün yatırımcılar ve özel şirketler arasında hızla güçleniyor.

Yakında Batılı turistler için, otel işletmesinin veya o ülkenin sürdürebilir ekonomiye sahip olması gibi benzer talepler görebiliriz.

Sürdürülebilir ekonomiye geçiş zaman alan bir süreç. Türkiye bugün yaptığı gibi işi ağırdan alırsa, önümüzdeki yıllarda ciddi maliyetler ödemek zorunda kalabilir.

Paris Anlaşması’na katılmayan Türkiye en çok kendisine zarar veriyor.

Siyaset ve bürokrasi seçkinlerine önerim, sivil toplum kuruluşlarında çalışan genç uzmanlardan yararlansınlar. Onlara nasihat ve ayar vermek yerine, dediklerini daha çok dinlesinler. Çünkü o genç uzmanlar genellikle siyaset ve bürokrasi seçkinlerinden daha fazla bilgiye sahip. Orada uluslararası kalitede uzmanlarımız var.

Kyoto’nun onaylanması sürecinde, Ankara’da gönüllü bir kuruluşta çalışan genç uzman Yunus Arıkan’dan büyük yardım aldım, muazzam bilgisinden çok yararlandım. Yunus şimdi tüm dünya kentlerine iklim değişikliğine uyum desteği sağlayan Almanya’daki ICLEI adlı kurumda üst düzey yönetici olarak çalışıyor.

Kaynak: Halukozdalga.com

Tüm yazılarını göster